بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ
Hamd alemlerin Rabbi olan Allah’a salât ve selam kulların en yücesi Muhammed Mustafa (sav)’e onun tertemiz ailesine ve tüm ümmeti Müslümanların üzerine olsun…
Dünya yüz yıllardır hızlı bir şekilde devam etmektedir, bu devamlılık içerisinde düşünceler fikirler sürekli değişim sağlamaktadır. Asırlardır kadın olmak noktasında fikirlere ve düşüncelere göre değer biçilmiştir.
Her asırda kadın tartışma noktası olmuştur. Kimi düşünceye göre kadın insan mıdır değil midir diye bakılırken, kimi düşünceye göre bir araç ve kimi düşünceye göre ise değerli bir insan gözü ile bakılmıştır.
Konumda üç farklı düşünceden söz etmek istiyorum.
– Birincisi; Cahiliye dönemdeki kadın;
Cahiliye döneminde kadına hemen hemen bütün milletlerde aşağılık bir mahlûk olarak Kabul ediliyor ve hakir görülüyordu. Ve ne yazık ki cahiliye döneminden kalan kırıntılar halen günümüzde sürdürülmektedir. Cahiliye döneminde kadına verilen değer bugün kültürlerle karıştırılıp, İslam ile dahi eş gösterilmeye çalışılmıştır.
– İkincisi; Batıdaki kadın;
Batının en büyük meselesi olan Dünden bugüne tartışma noktası oluşturan ve sürekli gündemde yer kaplayan lakin hiç bir şekilde kendi has düşüncelerinde dahi hem fikir olmadıkları ‘Kadın hakkı’, ‘medeniyet’ ve ‘eşitlik’ bu üç unsur kadını cezbedip etkilemiştir. Ve ne yazık ki kadını birer madde olarak sunmuştur.
-Üçüncü ve en önemlisi olan İslam’daki kadın;
İslam ise bu konu hakkında dünden bugüne hiç değişmeden kalmış ve benimsemiş olduğu fikir hep aynıdır. İslam kadını en yüksek dereceye çıkarmıştır. İslam’ın kadına vermiş olduğu kıymeti hiç bir din hiç bir düşünce vermemiştir.
Peki, cahiliye ve diğer toplumların kadına bakış nasıldı?
Cahiliye dönemi ve kadın; Cahiliye ve diğer toplumlara kadına bakış için eski Hint geleneğine göz atabiliriz. Hint toplumunda kadın, erkek hegemonyasının mutlak kölesi olarak hayatını sürdürürdü. Kadının koca seçme hakkı yoktu. Hint kadını erkeğine kayıtsız şartsız itaat etmek zorundaydı. Sosyal hayata dair belirleme ve tercih hakkı yoktu. Kocası ölen kadın, çoğu yerde kocası ile beraber yakılırdı. İnançları gereği kötünün sembolü olarak kabul edilen kadın, miras hakkı gasp edilerek kocasının erkek akrabalarına verilirdi. Kocasının akrabaları yok ise miras din adamlarına bırakılırdı. Dul kalan kadın ölene kadar evlenemezdi.
Yine bir başka örnek olarak eski Çin ve Japon geleneğinde kadının
değeri, kocasına ve kocasının akrabalarına yaptığı hizmeti ile ölçülürdü. Kocası ile yemek yiyemez yalnız başına yerdi, yani kocadan kalan artıkları yerdi. Erkek yine mutlak söz sahibi idi. Kadın terbiye edilmesi gereken bir varlık olarak değerlendirilirdi. Kadın, insan sayılmaz, ona ad bile konulmaz, “1, 2,3…” gibi sayılarla çağrılırdı. Gereğinden fazla çocuk doğurma sonucu, bundan en ufak üzüntü duymadan çocuğu zararlı hayvanlar öldürsün diye tarlalara bırakıyorlardı. Erkeğin karısını satması uygun görülürdü. Kadının boşanma hakkı yoktu.
Eski Yunan ve Roma geleneğinde ise kadın, alınıp satılan, devredilen eşya hüviyetinde; kötülüğün kaynağı, yaratılışta eksik olan sıra dışı bir varlık olarak görülürdü. Ancak kadının asıl konumunu cinsellik tayin ediyordu. Devlet fuhuş yapanlardan razı idi ve vergi alıyordu. Genel evlerde çalışmak bir meslek olarak görülüyordu. Afrodit ya da Roma’daki ismiyle Venüs, cinselliğin sapkın bir inanç boyutuna ulaştığının açık bir göstergesidir. Bazı filozoflar/düşünürler daha da ileri giderek “kadının ruhu var mıdır, yok mudur, insan mıdır değil midir?” gibi bir takım absürt görüşler dillendirmiş, tuhaf sorularla zihin bulandırmışlardır. Kadın hâkim karşına çıkamaz bir şey ispat ve şahit olsa dahi mahkemede bulunamaması daha iyi idi. Kadın ölürse miras kocaya kalır, koca ölürse miras kadına kalmazdı. Eğer kadın kız doğurursa veya sakat çocuk doğurursa kocasının onu öldürme hakkı vardı. Baba çocuklarını köle olarak satma hakkına sahipti.
Kadının gerçek kimliğini kazanmadan önceki son evresi olan Cahiliye Devri’nde de değişen bir şey yoktu. Kadın satılan, devredilen bir eşya
olarak görülürdü. Kadın, kocalar arasında değiş tokuş edilir, kendisine hiç bir konuda danışılmazdı. Kız çocuğu yüz karası olarak sayılır; diri diri gömülürdü. Diğer toplumlarda olduğu gibi bu devirde kadının miras hakkı yoktu.
İngiltere’de, M.S. 5. asırdan 11. asra kadar kocalar hanımlarını satabiliyorlardı. İlk günahın işlenmesine sebep olan ve böylece insanlığın felaketini hazırlayanın bir kadın olduğuna inanan Hristiyan milletler, kadına daima bir şeytan nazarıyla bakmış ve onları yakmışlardır. Cahiliye dönemindeki kadına bakış, maalesef cahiliye dönemi ile son bulamamıştır, bugün günümüzde dahi halen görmekteyiz.
Batı kadına bir obje olarak bakmakta ve kültürlerinde dahi kadın kerih ve ezik olarak görülmektedir. Söz sahibi olmayan, çocuklarını sevemeyen, evlilikte karar veremeyen, kız çocuğu doğurduğunda sevilmeyen bir kadın olarak değerlendirilir.
Peki ya bugün batı kadına ne derece değer vermiştir, gelin birlikte bir göz atalım.
Batıda Kadın;
Batının bütün ilahi mabudu, her şeyi paradır. Batıda menfaatin dışındaki kavramların hiçbir değeri yoktur. Batıda menfaat her şeyin üzerindedir. Para kutsaldır onların nazarında. Dillerinden hiç düşürmedikleri demokrasi olmak üzere, insan hakları, kadın hakları, hayvan hakları, çevrecilik, velhasıl aklınıza ne geliyorsa hepsi göstermeliktir. Bunları gayelerine ulaşmada birer paravan olarak kullanırlar. İstismarda üzerlerine yoktur. En çok istismar ettikleri de kadın konusudur. Bugün kadın savunma adı altında binlerce proje hayata geçirilmiştir. Kadın hakkı, kadın savunma, kadın sığınma, kadın ve insan hakları vb. projeler. Aslında kadın hakları savunuculuğu altında, kadınlara en büyük zulmü kendileri yapıyorlar.
Fakat bunu öyle bir kılıfa sokuyorlar ki, zülüm altında inim inim inleyen kadınlar bile bunun farkına varamıyor. Bugün kadın, basit bir araba reklamında dahi bir araçtır. Büyük kapitalist şirketler, kadını alabildiğine sömürmektedir. Piyasaya en mahrem ve en güzel tarafları açılıp teşhir edilerek sürülen kadının kadınlık adına özlenecek, saygı duyulacak, korunacak hiçbir değeri kalmamıştır. Kadın haklarını savunan dernekler, feminist akımlar onu alabildiğine dejenere etmiş, yozlaştırmış, soysuzlaştırmıştır. Kadın Batıda bugün hem bir üretim aracı, hem de bir sömürü nesnesidir. Uluslararası dev güçlerin, kuruluşların kontrolüne terk edilmiş zavallı bir yaratıktır. Bu çıkar çevreleri, kadının idaresini kendi tekellerine geçirdikleri gibi, o da bütün zaaflarını, hayata karşı duyduğu bütün eğilimlerini, ilgilerini onların güdümüne terk etmiştir.
Büyük reklam şirketleri, sinemalar, televizyon ve basın sülük gibi kadının kanını emerek yaşamaktadır.
Artık kadını koruyacak hiçbir kurum ve güç kalmamıştır. Kadının düşmanı önce kendisi, sonra erkeği ve hepsinden daha fazla düşmanı
içindeki düzen yani içerisinde yaşadığı sistemdir. Bu toplumsal düzen değişmedikçe kadın gerçek kimliğine/benliğine kavuşamayacaktır.
Batı toplumunda aile bir sıkıntı yeridir. Kadının gözünde erkek, onu koruyacak, sevecek, bağlanacak bir koca değil, istismar edilecek, onu alt edecek bir rakiptir. Çocuk onun için çekilmez bir yüktür.
Erkeğinden beklediği ilgiyi göremeyen kadın, bazen de ekonomik baskıların sonucu Paris, Roma, Londra ve Münih sokaklarında sabahlamaktadır. İstanbul’un bile belli cadde ve sokakları bir işaret bekleyen, karın tokluğuna muhtaç hayat kadınları ile doludur. Eğer bütün bunların yanında demiryollarında çalışmak, gece gündüz banka dairelerinde ömür tüketmek ve çıkarcılara bir sömürü aracı olmak çağdaş uygarlık gereği ise, bu uygarlık kadına düşman, kadın fıtratına aykırı bir uygarlıktır.
Modern kadının hiç kimseye hiçbir aidiyeti kalmamıştır. Mezdek’in istediği gibi ortaklaşa kullanılan bir sex ürünüdür. Yüksek düzeylerdeki burjuva kadınların cinsel özgürlükleri ise herkesçe malumdur. Esasen komünizmden önce kapitalizmde kadın fiilen ortaklaşa kullanıldı. Fransa’da son yıllarda kollektif aile sistemi geliştirildi. Buna göre herhangi bir adam gazeteye ilan vererek bir başka aile ile bir veya ki sene değiş-tokuş usulü yaşamak istediğini belirtir. Müracaat eden ailelerden birini, kendi evsafına uygun olanı tercih eder, sonunda bununla bir veya iki sene yaşar. İşte bu da çağdaş uygarlıktan bir başka örnek.
Genel evler, bir gecelik ilişki, boşanma, kürtaj, şiddet oranına baktığımızda bugün batının kadına verdiği değer açık ve nettir.
Genel evleri her geçen yıl daha büyük bir şekilde çoğalmakta devlete vergi ödemektedir. Filozofça bir düşünceye göre: ‘Bir toplumda namussuz kadınların sayıları dağ gibi kabarmışsa orada onları o yola sevk eden namussuz erkeklerin çoğaldığını Kabul etmek gerekir.’ Bir gecelik ilişki sonucu hamile kalan onlarca kadını son zamanlarda medyada şu şekilde duyuyor ve görünüyoruz.
“Tek gecelik ilişki sonucu kadın öldürüldü”, “doğurduğu çocuğu duvardan duvara vurup çöpe attı”, “yeni doğan bir bebek ormanda çöp poşetinde bulundu” ve daha binlercesi…
Ve boşanmalar;
Evlenme azaldı boşanmalar çoğaldı. Yapılan istatistiklere göre son yıllarda boşanmalarda ciddi anlamda artış var. ABD’de 100 evlilikten 50’si boşanma ile sonuçlanıyor. Avrupa’da boşanma oranı % 65 artmış durumda.
Türkiye’de ise durum farklı değil, yapılan istatistiki verilere göre 2005-2011 yılları arasında 6003 kişi boşanmış. Ve bu çoğu boşanmaların sonu ise kötü son yani kadının ölümü ile neticelendirilmiş. Devlete sığınanların bir çoğuna destek verilmemiş ölüme terk edilmişlerdir. Boşanmaların çoğunluğu ise Noel kutlanmalarından hemen sonra olmaktadır.
Ve son dönemde gayet normal bir doktor ziyareti olarak görülen kürtaj.
NTV 2016 haberine göre Gutmmacher Enstitusu ile birlikte yapılan araştırmada her yıl 56 milyon kadın kürtaj yapıyor. Kürtajın serbest bırakılması için günlerce Bonn ve Münih sokakları 14 ila 25 yaşları arasındaki binlerce kız tarafından işgal edildi. Göz yaşartıcı bombalara rağmen polisler, çocuk yapmak istemeyen, fakat diledikleri erkekle cinsel ilişki daha doğrusu fuhuş yapmak isteyen kızları dağıtamadı. Devlete ve yasalara başkaldıran bu hayat kadınları, kiliseyi de arkalarına alarak serbest zina hakları için amansız bir mücadele veriyorlardı. Çünkü kürtaj yasağı ve cinsel baskılar onlar için çağdışı kalmış yasalardı. Türkiye’de dahi kürtajın serbest bırakılması için yürüyüşler dernekler yapılmıştır. Benim bedenim, benim kararım kampanyasına destek olmuştur.
Dünyada her iki kadından biri şiddet görüyor. Türkiye’de, dünya genelinde 10 milyonlarca kadın evden çalışma hayatına kadar her yerde tacize uğruyor, şiddet görüyor.
Çinde, yılda 1 milyon kız çocuğu doğar doğmaz öldürülüyor. Dünyada bu yolla kaybedilen kadın sayısı 40-50 milyon bulunuyor.
Uluslararası göç örgütü, her yıl 2 milyon kadının sınır ötesi kadın ticaretinde kullanıldığından bahsediyor.
ABD’nde her 6 dakikada bir kadına tecavüz ediliyor. İngiltere’de, her 7 kadından biri birlikte olduğu erkek tarafından tecavüze uğruyor.
Fransa’da her ay 6 kadın aile içinde şiddet nedeniyle hayatını kaybediyor.
Türkiye’de kadınlar %97 oranında şiddete maruz kalıyorlar. Türkiye’de 2002 yılı kayıtlarına %66 olarak geçen kadın cinayeti sayısı, 2007 yılında 1011’diye geçiyor.
“Kırmızı Çorap Kadın Hakları Koruma Derneği” mevcut düzen içinde kadınların eşitliğini bütün dünyaya bağırırken aslında kendi toplumunun mezarını kazmaktadır. Roma’nın başına gelenler Batının da başına gelecektir. Batı düşüncesini oluşturan kültürlü sınıf giderek kendi varlığını devam ettiremeyecek noktaya varmıştır.
Gelin birde birlikte İslam’ın kadına vermiş olduğu değere bir göz atalım.
İslam’da kadın;
İnsanlığı karanlıklarda aydınlığa çıkaran dinimiz İslam, yüce kitabımız Kuran-ı Kerim kadına karşı kullanılan bu çarpık anlayışı reddetmiş ve
kadına yepyeni bir sayfa açmıştır. Kadını toz olmaktan kurtarıp bir pırlanta değeri vermiştir. Evlilik, boşanma ve miras vb. konularda kendisine birçok hak tanınmış, cahiliye döneminin ötekileştirilmiş kadını İslam ile şeref bulmuş ve hayatın merkezine almıştır.
Sadece sosyal hayatta değil ibadet konularında da kadına bir takım sorumluluklar verilmiştir. Bakıldığında Kuran-i Kerim’ de yer alan emir ve yasaklar kadınları da muhatap alacak şekilde dile getirilmiştir. Hatta İslam’da kadına verilen önem o kadar yücedir ki, Arapçada “kadınlar” anlamına gelen “Nisa” yüce kitabımızda bir süre ismi olarak yerini almıştır.
Şu bir gerçek ki İslam’ın verdiği değer hiç bir nizam tarafından verilmemiş verilmeyecektir de.
İslam’ın kadına vermiş olduğu haklara gelecek olursak:
İslam kadına çalışma hakkı, eğitim hakkı, seyahat etme hakkı, evlenme, nafaka vb. birçok konularda hak vermiştir. Cahiliye döneminin hor, kerih olarak görülen kız çocuklarına İslam sahip çıkmış ve en güzel değeri vermiştir. Resulullah (sav) kız çocuğu olup ta ona güzel muamele yapının cennet ile mükâfatlandırılacağını belirtmektedir:
“İki kız evladına güzel muamele eden, mutlaka cennete girer.” {Ibni Mace}
Hatta kız evladının bereket olduğunu, cehennemden kurtuluşa vesile olacağı bildirilmiştir:
“Kız çocuğunu güzelce terbiye edip, Allahu Teâlâ’nın verdiği nimetlerle bolluk içinde yedirir giydirirse, o kız çocuğu onun için bir bereket olur, cehennemden kurtulup kolayca cennete girmesine vesile olur.” {Taberani}
İslam öyle bir değer vermiştir ki kız erkek fark etmeksizin doğan çocuk için ‘şükür’ olarak ‘akika’ tutulur, yani kurban kesilir.
İslam kadına, evlilikte seçim hakki sunmuş ve kadın hakkını da korumuştur. Hadisi şerifte şöyle geçti:
“Erkeğin en hayırlısı, kadına en iyi davranandır.” {Buhari}
Evde hanımıyla şakalaşmak, eğlenmek ve onu eğlendirmek kocasının görevlerindendir.
İslam’da kadının ev işi yapması bir ihsandır. Resulallah Aleyhi Ve Selem zamanından bugüne kadar, Müslüman kadınlar bu ihsanı yapmıştır. Resulullah (sav) şöyle buyurdu:
“En iyi Müslüman, hanımına en iyi davranandır. İçinizde, hanımına en iyi davranan benim.” {Nesai}
“Hanımlarınızı üzmeyin, onlar, Allahu Teâlâ’nın size emanetidir. Onlara yumuşak olun, iyilik edin!” {Müslim}
Batı kadını sürekli çalışmaya evden çıkartmaya çalışırken, İslam kadına çalışmayı zorunlu olarak görmemiştir. Bütün ihtiyaçlarını kocası, babası, erkek kardeşi ve amca gibi yakınlarına yüklemiş ve ona bakmaya mecbur tutulmuştur. Bakacak hiç kimsesi yoksa ihtiyaçlarını beyt-ul-mal karşılar.
İslam’da kadının bunca ve daha nice hakları ve değeri varken, Batı kendi geçmişini unutarak, kadınlara hak ve özgürlükler tanıdığını, İslam’ın ise kadını köleleştirdiğini iddia etmekte ve her fırsatta İslam’a pervasızca saldırmaktadır. Bu işi o kadar ustaca yapmaktadırlar ki kirli tarihlerinin üstünü örterek yılın sadece bir gününü (8 Mart Dünya Kadınlar Günü) kadınlara ayırarak sözde kadına verdikleri değeri göstermeye çalışmaktadırlar. Hâlbuki 8 Mart ABD’nin New York eyaletinde kötü çalışma koşulları ve düşük maaş dolayısıyla çalıştıkları fabrikada yaptıkları grev nedeniyle çıkan yangın sonucu kilitlendikleri fabrikadan çıkamayarak 129 kadının feci bir şekilde can verdikleri bir tarihtir. Ne ilginçtir ki; 8 Mart aynı zamanda Efendimizin (sav) veda hutbesini yaptığı tarihtir. Efendimiz veda hutbesinde tüm ümmete hitaben;
“Ey insanlar! Kadınlar hakkında Allah’tan korkunuz. Sizin kadınların üzerinde hakkınız olduğu gibi kadınların da sizin üzerinizde hakları vardır.” şeklinde buyurarak yüzyıllar önce kadınların hukuklarına değinmiştir.
İslam, kadını insan olup olmadığı tartışıldığı bir dönemden kurtarmış, kadını baş tacı etmiş karanlıktan aydınlığa çıkarmıştır. Kadına bir eşya gözü ile değil bir anne, eş, bacı gözü ile bakarak değer biçmiştir.
Bizi kadınların kerih, hor olarak görüldüğü cahiliye döneminden kurtarıp ve batının bir obje gözü ile baktığı düşünceden arındırarak İslam dini ile şereflendiren Allahu Teâlâ’ya sonsuz hamdolsun.
Velhamdülillahi Rabbil alemin…
Nergis Avcı