İnsanoğlu ’nu diğer canlı varlıklardan ayırt eden tek özellik akıldır. İnsanlar arasında da onları ‘İnançlı-İnançsız’ yani ‘Mü’min-Kâfir’ diye ayırt eden özellik ise onun hayat hakkında sahip olduğu temel inançtır. İnsanın hayat hakkında sahip olduğu bu inancın doğru veya yanlış oluşunun ölçüsünün de ‘Mutlak Yaratıcı’ merkezli olmasıdır. İnsanın varlığı bu ‘Varoluş’ inancına borçludur. Ne var ki ‘Varoluş’ veya hayat hakkında inanç meselesi ticari bir mesele olmadığı için bu inanç; meta ve eşya parçası olan araba, koltuk ve para gibi hususlarla denk tutulmaz. Aksine bunlar inanç için çok tehlikelidir. Zira insanın hayat ve ‘Varoluş’ hakkındaki inancı alış-veriş meselesi değil kavramak, kabul etmek ve kanaat meselesidir. Şayet insanın fıtri olan uzvi ihtiyaçlarını maddi şeylerle tatmin etmek mümkün ise onun hayat ve ‘Varoluş’ hakkında olan inancı sadece manevi/fikri hususlarla tatmin etmek mümkün olabilir. İnanç meselesi büyük bir iddia olan bir şeyin var olup olmaması demektir. Bu da insanın zihninin ve hayatının bütününü meşgul eden bir meseledir. Hayat ve ‘Varoluş’ hakkında hakikati ve gerçek inancı bulmak için bin bir sancılarla bütün ömrünü harcayan insanlar varken, bu husus umurunda bile olmayanlar vardır. Buna göre hayatımızda iki insan kategorisi oluşmuştur; ya hakikat peşinde ve hayatın akışını yönlendiren ve yeniden oluşturan insanlar, ya da hakikati umursamayan ve yaşamlarını hayat akışına göre sürdüren insanlar. İnsanoğluna her zaman fikir tüketmek değil fikir üretmek yakışmıştır.
Aslında Allah’a iman etmek meselesi çok yönlü bir mesele olduğu için biz burada yönlerden birini seçerek mevzuya devam edeceğiz. Biz ne için bu dünyaya geldik, hangi amaçla yaşıyoruz ve bu âlemin var edeni Allah’ı nasıl ve neye göre anlamalıyız? Esasen bu mesele yani ‘Varoluş’ meselesi ile neden bu denli derin alakadar oluyoruz? Ben O’ndan (Allah) ne isteyebilirim ve O da benden ne isteyebilir? Aramızdaki alakanın ismi ve şekli ne olmalı? Bu kadar soru sormak ve bu soruların cevabını aramak değer mi? Amaan! boş ver bana ne ben mi bu dünyayı kurtaracağım deyip her şeyi hayatın akışına bırakarak hayata bir insan olarak değil de bir robot olarak devam etmek varken neden böyle şeylerle meşgul olayım? İnsan hayatında en büyük boşluk ve insanı bunalıma sürükleyen en büyük boşluk manevi boşluktur. Bu manevi boşluğun temelinde de inanç boşluğu yatmaktadır.
Bu tür soruları kurcalarken Kur’an’ın nazil olduğu Mekke ve şirk ortamı birden aklımda canlandı. Bu sefer bu sorulara bir soru ile karşılık verdim; madem mesele inanç ve Mekke’liler Allah’a inanıyorlar ise o zaman Mekke döneminde sorun ne idi? Mekkeli müşrikler şöyle demiyorlar mıydı? (ولئن سألتَهم مَن خَلق السماواتِ والارضَ ليقولُنَّ الله) ‘Gerçek şu ki onlara, ‘Gökleri ve yeri kim yarattı?’ diye soracak olsan, tereddüt etmeden ‘Allah’ derler.’ Zümer süresi: 38 ve şöyle demiyorlar mıydı? (والذين اتَّخذوا مِن دونِه أولياءَ ما نعبُدهم إلاَّ ليقرِّبونا الى الله زُلفى) ‘O’nu bırakıp da başka dostlar/ilahlar edinenler, ‘Biz onlara sadece, bizi Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz’ diyorlar. Zümer süresi: 3
Demek ki Mekkeli müşriklerde ez azından ‘Allah’ inancı vardı! Peki, bu ‘Allah’ inancı olduğu halde neden Allah onlara son peygamber olan Rasulüllah’ı ve 23 senede tamamlanan İslam Risaletini gönderdi? Onların kafalarında nasıl bir ‘Allah’ inancı vardı? Onların kafalarında “Yegâne, Biricik ve Tek olan Allah” değil “Başkasıyla Ortak olan Allah” vardı. Demek ki asıl mesele ve Allah’ı birleme inancını bozan sadece Allah’ın varlığını inkâr etmek değil O’nun varlığını kabul etmesine rağmen O’na ortak koşmak da bozar. Başkasıyla ortak kılınan ve orijinalliğini kaybeden inancın arıtılması kaçınılmazdır. Onlar güya ‘Allah’a inandıklarını zannettikleri şey Allah’ın istediği iman değil işlerine gelen ve kendi istedikleri ‘Allah’ inancına sahiplerdi ki onların kafalarındaki ‘Allah’ varlıkları yaratan, insan ötesi fakat yegane olmayıp ortakları olan, hayatı düzenlemek için hayata karışmayan ve atalarından miras alınan sembolik bir ‘Allah’ inancı idi.
Bu bağlamda İslam Risaleti iki şeyi birden yok etmek için gelmiştir. Birincisi; itikadi bağlamda ‘Ortaklık’ı/şirki, çünkü Allah’ın hiç bir ortağı yoktur. İkincisi ise; sadece ortaklığı reddetmek yetmez, Allah’ın biricik olduğuna iman etmek ile beraber O’nun göklerde ve yerde insanların hayatını bütünüyle tanzim etmek için düzen sahibi olduğuna iman etmek de gerekir.
Bu mevzuda şu hakikati bilmek lazım; algı olarak her hangi bir zaman diliminde eğer ‘Allah’ inancı konuşulup insanlar arasında yaygınlaştığı halde sağlıklı bir hayat sağlanmıyorsa demek ki bu ‘Allah’ inancı Allah’ın istediği değil Mekkeli müşriklerin istediği şekil. Çünkü ‘Allah’ı doğru anlamanın arkasından kesinlikle sağlıklı bir hayat gelir.
Peki ya Allah bizden nasıl bir ‘Allah’ inancı istiyor? Sadece yaratıcı değil hayat düzenleyicisi olduğuna yani O’nun mutlak yaratıcı olduğuna, amellerin ölçüsü olan Haram-Helal hükmünün belirleyicisi olduğuna ve bu ölçünün hayatın her alanını kapsadığına iman etmek değil miydi? Bugün modern şirk olan laik sistemde yaşadığımız için farkında olmadan insanların çoğu Mekkeli müşriklerin kirletilmiş ve orijinalliğini kaybetmiş ‘Allah’ inancını sürdürüyorlar. Allah’ın varlığını ve bu büyük hakikati inkâr etmek büyük bir suç ise Allah adına hayatın her alanında Allah uzaklaştırılıyorsa ve yanlış bir ‘Allah’ inancı sürdürülüyorsa bu daha büyük bir suçtur.
Son olarak mevzu ile alakalı bir hususu hatırlatmakta fayda görüyorum. Allah’ın birliğinden ve tekliğinden bahsettiğimiz için bu birleme ve teklemenin hangi hususlarda olduğunu da belirtmemiz lazım. Allah’ı birlemek demek; hem Rablık hem İlahlık hem de İsim ve Sıfatlarda birlemek ve itikat etmek demektir. La ilaha illa Allah’a böyle bakmak gerek.
1- Rabblık’da birlemek; yaratmak, rızıklandırmak, hayat vermek ve almak gibi Allah’ın kendi fiillerini birlemek demektir. Yani; yaratanın, rızık verenin, hayatı veren ve alanın sadece ve sadece Allah olduğuna iman etmek demektir.
{ اللَّهُ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ وَكِيلٌ} Allah her şeyin yaratıcısıdır ve her şeyi koruyup yöneten de O’dur. (Zümer-62)
{ وَمَا مِن دَآبَّةٍ فِي الأَرْضِ إِلاَّ عَلَى اللّهِ رِزْقُهَا } Yeryüzünde kımıldayan hiçbir canlı yoktur ki rızkı Allah’ın üzerine olmasın! (Hud-6)
{ هُوَ يُحْيِي وَيُمِيتُ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ } Hayatı veren de alan da O’dur; sonunda O’na döndürüleceksiniz. (Yunus-56)
2- İlahlık ’ta birlemek; Allah’ın dua etmek, sakınmak/korkmak, tevekkül etmek, yardım istemek ve sığınmak gibi kullara ilişkin fiillerini birlemek demektir.
{ وَقَالَ رَبُّكُمُ ادْعُونِي أَسْتَجِبْ لَكُمْ} Rabbiniz şöyle buyurdu: Bana dua edin, duanızı kabul edeyim. (Gafir-60)
{ إِنَّمَا ذَلِكُمُ الشَّيْطَانُ يُخَوِّفُ أَوْلِيَاءهُ فَلاَ تَخَافُوهُمْ وَخَافُونِ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ } İşte o şeytan sizi ancak kendi dostlarından korkutur, mümin iseniz onlardan korkmayın, benden korkun. (Ali imra-175)
{ وَعَلَى اللّهِ فَتَوَكَّلُواْ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ } Eğer müminler iseniz ancak Allah’a güvenin. (Maide-23)
{ إِيَّاكَ نَعْبُدُ وإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ } (Rabbimiz!) Ancak sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz. (Fatiha-5)
{ قُلْ أَعُوذُ بِرَبِّ النَّاسِ }De ki: “insanların rabbine sığınırım!” (Nas-1)
3- İsim ve Sıfatlarda birlemek; Rahman ve rahim, İşiten ve Gören olduğuna iman etmek demektir.
4- Bir de ilave etmek gerekirse O’nu Hâkimiyette birlemek; O’nun fiillere ve eşyalara haram ve helal hükmünü yani hayatımıza şekil, düzen ve yön verenin olduğuna iman etmek demektir.
Bu kısa izahata göre iman etmemiz gereken mutlak yaratıcı ve düzen sahibi olan Allah; mutlak olarak hayatımızın her alanına, gizlisine ve saklısına müdahale etmelidir. Peki ne kadar? Yani sokakta yürürken ezan sesinin ilk bölümü olan Allahu Ekber diye duyduğumuzda hemen arkasından ‘Evet; ben de Allah’ın en büyük olduğuna ve hayatımın her şeyine müdahale etmesi gerektiğine şahitlik ederim’ diyecek kadar mı? İçimizde saklı tuttuğumuz Allah’a olan inanışımızı yargılamak değil sorgulamak ve pekiştirmek adına kendimize şu soruyu sormamızı sağlıklı buluyorum; acaba ben; Allah’ın hayatımıza müdahale ettiğine şahitlik edecek kadar cesaretim var mı? Varsa bu cesaret, o zaman neden hayatımız O’nun rızasına göre değil?? Gerçekten de hayatımızın her alanına müdahale ediyor ve yön veriyor mu? Yoksa O’nun müdahalesi başka şeylerle engelleniyor mu? Allah hayatımızın her alanına müdahale ediyorsa beraberinde huzur gelmesi gerekmiyor muydu? Sosyal hayatımızda huzurlu muyuz? Aile kurumu sağlıklı ve huzurlu mu? Eğitimde huzurluyuz da hiç bir problemimiz yok mu? Karakter ve ahlak olarak dürüstlüğümüzü kaybettiğimiz halde hala huzurdan bahsedebilir miyiz? Kendimizi kandırmak ve hayat boyunca vicdan azabı yaşamak istemiyorsak aklımıza ve duygularımıza negatif müdahale ve yanlış yönlendirme yapmamak şartıyla, kişisel sorgulama yapmak gerekirse bu gibi sorulara ilişkin samimi şekilde içimizden ‘Hayır’ cevabı geliyorsa, o zaman Allah’a olan imanımızı sorgulamak adına kendimize şu büyük soruyu sorma cesaretini göstermeliyiz ‘Biz nasıl bir Allah’a iman ettik?’
Fuad Hamidoğlu