Bu soru aklımıza ne zaman gelir? Genelde; zulmün, haksızlığın, vahşetin çok şiddetlendiği, yabancı ve yerli kâfirlerin ve zalimlerin Müslümanlara karşı bir olup onları yok etmeye çalıştığı ve Müslümanların kendilerini bu durumda aciz, savunmasız ve yapayalnız hisettikleri ve ümitsizlik gibi bir durum olduğu vakit gelir. Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: (حَتَّى إِذَا اسْتَيْئَسَ الرُّسُلُ وَظَنُّوا أَنَّهُمْ قَدْ كُذِبُوا جَاءَهُمْ نَصْرُنَا فَنُجِّيَ مَنْ نَشَاءُ وَلَا يُرَدُّ بَأْسُنَا عَنِ الْقَوْمِ الْمُجْرِمِينَ)(Nihayet peygamberler ümitlerini yitirip de kendilerinin yalana çıkarıldıklarını sandıkları sırada onlara yardımımız gelir ve dilediğimiz kimse kurtuluşa erdirilir. (Fakat) suçlular topluluğundan azabımız asla geri çevrilmez.)Yusuf 110
Allah’ın yardımı ve nusretinin ne zaman, ne şekilde ve kimlere geleceğini ancak Vahiy olan Kur’an’ı kerim ve Rasulullah’ın sünnetinin ışığı altında en doğru ve en sağlam metod olarak anlamak mümkün olabilir. Sadece hak eden, çalışan ve aranan özelliklere sahip olan mümin kullarına yönelik bir iş olup İlahi destek olan Allah’ın yardımı ve nusretinin bize kapalı olup bilmediğimiz yönü de var bize açık olup bilmemiz gereken yönü de var. Konunun başlığından da anlaşılacağı üzere soru iki şıktan oluşuyor: Birinci şık nusretin ne zaman geleceği ile alakalı, ikincisi ise bu nusretin nasıl gerçekleşeceği ile alakalıdır. İlahi nusretin ne zaman ve nerede geleceği gaybi ve itikadi bir husus olduğu için bilmemiz de imkansızdır. Zira Rasulullah(sav) kendisine Vahiy geldiği halde Medine’ye hicret etmesi gerektiğini ve orada ilk İslam devleti kuracağını bilmiyordu. Yoksa ikinci akabe biatından kısa bir süre önce Taif’e giderek İslam’ın hakim olması için uygun bir ortam aramaya gitmişti. Medine’de tam aradığı ortam kendisine vahiy edilmiş olsaydı Taif’e gitmezdi. Bu bağlamda biz bu gün Allah’ın nusreti ile ilgili sorunun birinci şıkkıyla kafamızı yormamız doğru olmaz. Sadece Allah-u Teala’nın mutlak anlamda, O’na iman edip hakkıyla tevekkül eden mümin kullarına yardım edeceğine, onları asla ve asla yalnız bırakmayacağına ve nusretini onlara kesin olarak göndereceğine tam teslimiyetle iman ediyoruz. Bu bizim için adeta bir akide ve inançtır. Öyle ki bunu inkar eden, hafife alan ve bütün bunları bilerek yapan kişi kafir olur maazAllah. Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: (ثُمَّ نُنَجِّي رُسُلَنَا وَالَّذِينَ آمَنُوا كَذَلِكَ حَقًّا عَلَيْنَا نُنْجِ الْمُؤْمِنِينَ)(Biz, sonra peygamberlerimizi ve aynı şekilde iman edenleri kurtarırız. İnananları üzerimize bir borç olarak kurtaracağız.)Yunus 103 ve şöyle buyurmuştur: (إِنَّا لَنَنْصُرُ رُسُلَنَا وَالَّذِينَ آمَنُوا فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَيَوْمَ يَقُومُ الْأَشْهَادُ)(Şüphesiz peygamberlerimize ve iman edenlere, hem dünya hayatında, hem şahitlerin şahitlik edecekleri günde yardım ederiz.)Gafir 51
Sorunun ikinci şıkkı ise yani ilahi yardım ve nusretin nasıl gerçekleşeceği meselesi hem bilmemiz gereken hem de ameli olan bir husus olduğu için delilleriyle birlikte detaylı olarak inceleyeceğiz inş. Şu kadarını söylememiz gerekir ki Allah’ın yardımı ve nusreti bir sonuçtur bu sonucun bir takım sebepleri vardır. Eğer biz bu sebepleri yerine getirirsek sonuca varmamız mümkün olabilir. Çünkü Allah-u Teala insan, hayat ve kainatı sabit ve belli bir nizam üzere yaratmıştır. Biz de mükellef olduğumuz için Allah’ın yardım ve nusret sonucuna götüren yolları, gerekli hazırlıkları ve sebepleri bilip bu doğrultuda azami gayret içerisinde olmamız gerekiyor. Bu konuyu Vahiy terazisinde tarttığımızda Allah’ın yardımı ve nusretinin gerçekleşebilmesi için İslam’ın emrettiği ve gerekli kıldığı müminlerde bulunması gereken şeri şartların bulunğunu görürüz:
1- Her şeyden önce darda ve bollukta da yardım edenin sadece ve sadece Allah olduğuna iman etmek gerekir, Allah’ın yardımını Amerika’dan veya demokraside değil sadece Allah (cc)’den ummak ve beklemek gerek. (وَمَا النَّصْرُ إِلَّا مِنْ عِنْدِ اللَّهِ)(Zafer –ilahi yardım ve nusret-, yalnızca Allah katındandır.)Enfal 10 ve Ali imran 126 Ayrıca Allah’ın mutlak bir şekilde mümin kullarına sahip çıkıp yardım edeceğine iman etmek gerekir: ( وَكَانَ حَقًّا عَلَيْنَا نَصْرُ الْمُؤْمِنِينَ)(Müminlere yardım etmek üzerimize borçtur)Rum 47
2- Allah’ın nusreti bizim O’na yardım etmemize bağlıdır: (يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِنْ تَنْصُرُوا اللَّهَ يَنْصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ أَقْدَامَكُمْ)(Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a (Allah’ın dinine) yardım ederseniz O da size yardım eder ve ayaklarınızı kaydırmaz.)Muhammed 7 Bu ayetten şöyle de anlaşılabilir; eğer biz Allah’ın dinine yardım etmezsek O da bize yardım etmeyecektir, çünkü biz O’nun nusretini hak etmedik. Allah’ın dinine yardım etmek ise ancak İslam’ı hakim kılmak için Allah’ın emrettiği gibi çalışmak ve Vahiy merkezli metodu takip etmek ile olur.
3- İslami hayatı başlatacak olan İslam devletini kurmak amacıyla peygamber metodunu izleyerek, en ufak bir taviz vermeyen, bıkmadan usanmadan çalışan bir teşkilatın olması gerekir ve bu amacı günümüzde gerçekleştirmeye çalışan bir teşkilatın olup olmadığını araştırıp derhal içerisinde yer alarak çalışmak gerekir. Zira Allah-u Teala yardımı ve nusretini yan gelip oturanlara değil bu uğurda mücadele eden ve Vahiy metodunu takip edenlere nasip eder. Zira Allah’ın dinini hakim kılmak, İslam’ın emrettiği İslami hayatı başlatacak olan İslami bir devletin kurulması için İslam’ın gerekli hükümlerine kayıtlı kalarak İslami bir grup veya teşkilat bulunmuyorsa bütün Müslümanlar günahkardırlar, Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: (وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ أُمَّةٌ يَدْعُونَ إِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَأُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ)(Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.)A’li imran 104 Ayrıca bu teşkilat öyle bir teşkilat ki sadece hayır olan İslam’a davet edecek, kötülük olan laiklik ve demokrasi gibi İslam dışı her türlü fikir ve düşüncelerde asla çözüm aramayacak, İslam dışı ve ona aykırı ve yabancı olan fikir, düşünce ve projeler literatüründe asla yer almayacak bir nitelikte olması gerekir.
4- İslam davasını taşıma nedeniyle ızdırabın ve sıkıntının şiddetlendiği vakit sadece Allah’a yönelip yardımı ve nusreti O’ndan istemek suretiyle sadece O’na yalvarıp yakararak dua etmek gerekir. Zira sıkıntıyı gideren ve ibadete tek layık olan Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: (أَمْ مَنْ يُجِيبُ الْمُضْطَرَّ إِذَا دَعَاهُ وَيَكْشِفُ السُّوءَ وَيَجْعَلُكُمْ خُلَفَاءَ الْأَرْضِ)(Onlar mı hayırlı yoksa darda kalana kendine yalvardığı zaman karşılık veren ve (başındaki) sıkıntıyı gideren, sizi yeryüzünün hakimleri kılan mı?)Neml 62
Ayrıca Rasulullah (sav) de böyle yapmıştır: (Habbab bin Eret şöyle anlatıyor: Bir gün Rasulullah(sav) Kabe’nin yanında kendi cübbesine yaslanırken yanına gelerek halimizi şikayet edip bizim için nusret istemeyecek misin, dua etmeyecek misin dedik? Dedi ki: Sizden öncekiler tutuklanıp yerde bir çukur eşerek ona atılıyordu, sonra başına bir testere konulur boydan boya ikiye ayrılıyordu, eti ve kemiği parçalanarak vücudu demir testerelerle taranıyordu da yine dininden vazgeçmiyordu. Allah’a yemin ederim ki bu iş öyle tamamlanacak ki bir yolcu Sana’dan Hadramaut’a yolculuk yaparken Allah’tan başkasından korkmadığı ve sürünün başında kurdun olduğu güvenli ve huzurlu bir ortam olacaktır fakat siz acele ediyorsunuz.)Buhari 6544 Burada dua etmek deyince, çalışmaya ara vermek veya oturup İslam davasını taşmayı bırakmak veyahut Allah’ın yardımı ve nusretini oturarak beklemek anlamına gelmez. Dua, tek başına değil ancak amel etmekle beraber olur.
İlave olarak da bu gün Suriye, Irak, Mısır ve diğer memleketlerde Müslümanların topyekun yaşadığı ızdırap ve çektiği acılar onları olgunlaştırmakta ve adeta Allah-u Teala onların dünyaya liderlik yapması için yetiştirmektedir. Zira Yusuf peygamber çürümesi için zindana atıldı fakat o oradan olgun ve daha dayanıklı olarak çıktı, üstelik Mısır’ı ve Mısır halkını istediği gibi yöneterek.
5- Genel olarak Müslümanlar özel olarak da dava adamları ve bu uğurda mücadele edenler Allah için samimi, ihlaslı ve nusrete layık olup olmadıklarını, kimin sebat edip etmeyeceğini ve kimin sabredip etmeyeceğini ortaya koymak ve ilahi imtihana tabi tutmak suretiyle çok şiddetli ve ağır bir sarsıntı, büyük bir fitne ve kasırgaya maruz kaldıkları ve ‘sancılı dönem’ yaşandığı vakit, Allah’ın yardımı ve nusreti işte o zaman has kullarına yetişecektir. ( وَلِيُمَحِّصَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَيَمْحَقَ الْكَافِرِينَ. أَمْ حَسِبْتُمْ أَنْ تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَعْلَمِ اللَّهُ الَّذِينَ جَاهَدُوا مِنْكُمْ وَيَعْلَمَ الصَّابِرِينَ)(Bir de (böylece) Allah, iman edenleri günahlardan temize çıkarmak, kafirleri de helâk etmek ister. Yoksa Allah içinizden cihad edenleri belli etmeden, sabredenleri ortaya çıkarmadan cennete gireceğinizi mi sandınız?) A’li imran 141-142 Zira mü’minlerin verdikleri mücadelenin çok ağır bir şekilde ödedikleri gibi Allah(cc)’de onlara lütfederek iki güzel şey ile mükafatlandıracak biri dünyada olan mükafat ki o da yardımı ve nusretini vermek, diğeri ise ahirette olan mükafat ki o da O’nun rızasını ve cennetini bahşetmesidir. (يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا هَلْ أَدُلُّكُمْ عَلَى تِجَارَةٍ تُنْجِيكُمْ مِنْ عَذَابٍ أَلِيمٍ. تُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ وَتُجَاهِدُونَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ بِأَمْوَالِكُمْ وَأَنْفُسِكُمْ ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ إِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ. يَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَيُدْخِلْكُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ وَمَسَاكِنَ طَيِّبَةً فِي جَنَّاتِ عَدْنٍ ذَلِكَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ. وَأُخْرَى تُحِبُّونَهَا نَصْرٌ مِنَ اللَّهِ وَفَتْحٌ قَرِيبٌ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِنِينَ)(Ey iman edenler! Sizi acı bir azaptan kurtaracak ticareti size göstereyim mi? Allah’a ve Resûlüne inanır, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. İşte bu takdirde O, sizin günahlarınızı bağışlar, sizi zemininden ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerindeki güzel meskenlere koyar. İşte en büyük kurtuluş budur. Seveceğiniz başka bir şey daha var: Allah’tan yardım ve yakın bir fetih. Müminleri (bunlarla) müjdele.) Saff 10-13
6- Yabancı kafirlerin ve yerli münafık ve zalimlerin Müslümanları top yekün hedef alarak yok etmek için bir araya geldikleri zaman İslam devletini kurmak için çalışan Müslümanları ürkütmek ve pısırık olmaya değil tersine Allah’a olan iman ve güvenlerinin artmasına vesile olması gerekir. (الَّذِينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ إِنَّ النَّاسَ قَدْ جَمَعُوا لَكُمْ فَاخْشَوْهُمْ فَزَادَهُمْ إِيمَانًا وَقَالُوا حَسْبُنَا اللَّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ. فَانْقَلَبُوا بِنِعْمَةٍ مِنَ اللَّهِ وَفَضْلٍ لَمْ يَمْسَسْهُمْ سُوءٌ وَاتَّبَعُوا رِضْوَانَ اللَّهِ وَاللَّهُ ذُو فَضْلٍ عَظِيمٍ. إِنَّمَا ذَلِكُمُ الشَّيْطَانُ يُخَوِّفُ أَوْلِيَاءَهُ فَلَا تَخَافُوهُمْ وَخَافُونِ إِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنِينَ.)(Bir kısım insanlar, müminlere: “Düşmanlarınız olan insanlar, size karşı asker topladılar; aman sakının onlardan!” dediklerinde bu, onların imanlarını bir kat daha arttırdı ve “Allah bize yeter. O ne güzel vekîldir!” dediler. Bunun üzerine, kendilerine hiçbir fenalık dokunmadan, Allah’ın nimet ve keremiyle geri geldiler. Böylece Allah’ın rızasına uymuş oldular. Allah büyük kerem sahibidir. İşte o şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur. Şu halde, eğer iman etmiş kimseler iseniz onlardan korkmayın, benden korkun.)A’li imran 173-175 (وَلَمَّا رَأَى الْمُؤْمِنُونَ الْأَحْزَابَ قَالُوا هَذَا مَا وَعَدَنَا اللَّهُ وَرَسُولُهُ وَصَدَقَ اللَّهُ وَرَسُولُهُ وَمَا زَادَهُمْ إِلَّا إِيمَانًا وَتَسْلِيمًا)(Müminler ise, düşman birliklerini gördüklerinde: İşte Allah ve Resûlü’nün bize vadettiği! Allah ve Resûlü doğru söylemiştir, dediler. Bu (orduların gelişi), onların ancak imanlarını ve Allah’a bağlılıklarını arttırdı.)Ahzab 22
7- Allah’ın yardımı ve nusretinin bize yaklaşabilmesi için İslam’ı hayata hakim kılmak için çalışan İslami teşkilatın içerisinde yer alan ve İslami şahsiyete sahip olan bireylerde bulunmaması gereken hastalıklar ile birlikte bulunması gereken güzel hasletler de var. Onlarda bulunmaması gereken hastalıklar olarak birbirlerine ve diğer Müslümanlara karşı hükümsüz infaz ederek önyargılı davranmak, onlara karşı kalbinde nefret ve kin taşımak: (وَالَّذِينَ جَاءُوا مِنْ بَعْدِهِمْ يَقُولُونَ رَبَّنَا اغْفِرْ لَنَا وَلِإِخْوَانِنَا الَّذِينَ سَبَقُونَا بِالْإِيمَانِ وَلَا تَجْعَلْ فِي قُلُوبِنَا غِلًّا لِلَّذِينَ آمَنُوا رَبَّنَا إِنَّكَ رَءُوفٌ رَحِيمٌ)(Bunların arkasından gelenler şöyle derler: Rabbimiz! Bizi ve bizden önce gelip geçmiş imanlı kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma! Rabbimiz! Şüphesiz ki sen çok şefkatli, çok merhametlisin!) Haşr 10 Veya hakaret vari, incitici ve aşağılayıcı sözler sarf etmek, dedikodu yapmak ve hased etmek, Abdullah bin Mesud’tan rivayet edildiğine göre Rasulullah (صلى الله عليه وسلم) şöyle buyurmuştur: (ليس المؤمن بِطعَّانٍ ولا لَعَّانٍ ولا فَاحِشٍ ولا بَذئٍ)(Mü’min; namuslu kadınlara zina isnadında bulunan, lanet eden, kötü söz söyleyen ve küfreden bir kimse değildir.) Buhari, Ahmed, İbni Hibban ve Hakim Bir de Çekememezlik ve çekişmektir ( وَأَطِيعُوا اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَلَا تَنَازَعُوا فَتَفْشَلُوا وَتَذْهَبَ رِيحُكُمْ وَاصْبِرُوا إِنَّ اللَّهَ مَعَ الصَّابِرِينَ)(Allah ve Resûlüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.) Enfal 46
Yine dava adamında bulunmaması gereken hastalıklar olarak diğer dava arkadaşının köstekçisi ve onun yanlışlarının takipçisi, yıkıcı, şeytan’ın ve fitne ortamını hazırlayıcısı, ağzını şerre açan ve birbirlerinin kuyularını kazıyan değil. Yoksa dava adamı olarak; Allah’tan gelecek misafir ve Allah’ın mü’min kullarına bahşedeceği hediye olan ilahi yardımı ve nusretini böyle mi karşılamak istiyorlar? Bunlar dava adamında sadece bulunmaması gereken özellikler ile beraber aynı zamanda Allah’ın yardımı ve nusretini geciktiren özelliklerdir.
Ancak dava adamlarında bulunması gereken, hatta Allah’ın yardımı ve nusretini yaklaştıran güzel hasletlere gelince; iyilikte yarışıp sevgi beslemek, kötülükte ise hakkı ve sabrı tavsiye ederek nasihatte bulunmak, çünkü mü’min mü’minin aynasıdır. Bununla birlikte mütevazi olmak, mis gibi kokan hayırlı sözler sarf etmek, yardımcı, düzeltici ve yapıcı olmak ve hayırda yarışanlardan olmaktır. Zira dava adamlarına ancak bu özellikler yakışır. Arıtma mekanizmasına sahip olan dava adamları vücutlarında hiçbir hastalığı uzun süreli barındırmaz, aksine bu hastalık büyümeden hemen dışarıya atarak içini her zaman ayna gibi tertemiz tutar. Yani özet olarak Mü’minler Allah’ın yardımı ve nusretini ancak; takvalı, arınmış, içerisinde cürüm olmayan, zulüm olmayan, kin olmayan ve hased olmayan pırıl pırıl bir kalp ile karşılamalıdırlar. İşte dava adamları bu güzel hasletlere sahip oldukları zaman Allah’ın yardımı ve nusretini en güzel şekilde hem karşılamaya hem de ağırlamaya gönül rahatlığıyla hazır olduklarını söyleyebiliriz. Siz de ey Müslümanlar Allah’ın bu kıymetli misafirini ve güzel hediyesini karşılamaya hazır mısınız? Rabbim bizi o kullardan eylesin. (أَمْ حَسِبْتُمْ أَنْ تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَأْتِكُمْ مَثَلُ الَّذِينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلِكُمْ مَسَّتْهُمُ الْبَأْسَاءُ وَالضَّرَّاءُ وَزُلْزِلُوا حَتَّى يَقُولَ الرَّسُولُ وَالَّذِينَ آمَنُوا مَعَهُ مَتَى نَصْرُ اللَّهِ أَلَا إِنَّ نَصْرَ اللَّهِ قَرِيبٌ)(Ey müminler! Yoksa siz, sizden önce gelip geçenlerin başına gelenler size de gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Yoksulluk ve sıkıntı onlara öylesine dokunmuş ve öyle sarsılmışlardı ki, nihayet peygamber ve beraberindeki müminler: Allah’ın yardımı ne zaman! dediler. Bilesiniz ki Allah’ın yardımı yakındır.) Bakara 214
Fuad Hamidoğlu