Home / News / YAZILAR / TEFSİR / TEFSİR: BAKARA SURESİ | Bölüm 10
islam devleti default

TEFSİR: BAKARA SURESİ | Bölüm 10

 بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

Bakara Suresi

 

-57-

Allah’ın misakı:

 

وإذ أخذنا ميثاق بني إسرائيل لا تعبدون إلا الله وبالوالدين إحسانا وذي القربى واليتامى والمساكين وقولوا للناس حسنا وأقيموا الصلاة وآتوا الزكاة ثم توليتم إلا قليلا منكم وأنتم معرضون

“Vaktiyle biz, İsrailoğulları’ndan: ‘Yalnızca Allah’a kulluk edeceksiniz, ana-babaya, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara iyilik edeceksiniz diye söz almış ve insanlara güzel söz söyleyin, namazı kılın, zekâtı verin’ diye de emretmiştik. Sonunda azınız müstesna, yüz çevirerek dönüp gittiniz.” (Bakara 83)

Allah-u Teala, Tevbe suresinde İsrailoğulları’ndan aldığı sözü hatırlatarak:

“…Halbu ki onlara ancak tek ilâha kulluk etmeleri emrolundu. O’ndan başka tanrı yoktur.” (Tevbe 31) 

Fakat onlar bu ahdi bozdular:

“Yahudiler, Uzeyr Allah’ın oğludur, Hristiyanlar da İsa Allah’ın oğlu dediler.” (Tevbe 30)

Buyurarak, ahudilern şirklerini de göstermiş oldu. Ayrıca Tevbe suresinde 31. Ayeti Kerimesinde, hahamlarını birer Rab edindikleri beyan edilmektedir:

“(Yahudiler) Allah’ı bırakıp bilginlerini (hahamlarını); (Hristiyanlar) da rahiplerini ve Meryem oğlu Mesîh’i (İsa’yı)  birer rabb edindiler.” (Tevbe 31)

Udey bin Hatem daha İslam’la müşerref olmazdan önceki döneminde Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’e Tevbe suresinde geçen bu ayete itiraz ederek şöyle dedi:

-“Yahudiler ve Hıristiyanlar, hahamlarına ve rahiplerine kulluk etmediler.” Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem ona dedi ki;

-“Hahamları ve rahipleri onlara (Yahudi ve Hıristiyanlara) helalı haram, haramı da helal kılmadılar mı?” Udey bin Hatem ise; “evet” dedi. Ardından Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem şöyle dedi:

-“İşte onlara kulluk etmek ve onları Rab edinmek budur. Bunlara uyanlar ise bunlara kulluk etmiş olurlar.” (Tirmizi, Beyhakı ve Tabaranı)

Bundan dolayıdır ki, şayet birisi; haramı helal, helalı da haram kılarsa, kendisini Rab ve mabut (tapınan) addetmiş olur. Parlamento veya millet meclislerindekiler kanun çıkartınca kendilerini haham ve rahipler gibi birer rab saymış olurlar ve kim onlara inanırsa onları birer rab edinmiş olur ve böylece ahudiler ve Hristiyanlar gibi olurlar. Nitekim Avrupalılar kilisenin egemenliğini devirip yerine demokrasi olan halkın hakimiyetini getirdiler ve bunu parlamento veya millet meclisinin egemenliği şeklinde göstererek uyguladılar. Küçük bir grup dışında, İsrailoğulları Allah’tan başkasına kulluk etmiş oldular. Bunlardan Hz. Muhammed’in dönemine kim yetişmişse yahudilerden sıyrılıp Müslüman oldu.

Ayrıca, ana ve babaya, akrabalara, yetimlere, miskinlere iyilik yapmaları, yüce Allah Celle Celaluhu onlardan talep etmişti. Onlar ise bu emr-i ilahiyi de yerine getirmediler. Şu anda da ahudiler, Batı hadaretini benimsemiş bir halktır. Tamâmen kapitalist ve maddeci oldular. Ne ana-babayı, nede akrabaları tanırlar. Yalnızca mal ve parayı tanırlar. Yetimler ve miskinler, onların hayatlarından tamamen silinmiş, onları hiç tanımaz hale gelmişlerdir. Kur’an-ı Kerim’de onların dünyayı, malı ve mülkü aşırı derecede sevdiklerini beyan edilmiştir. Ayrıca Yahudiler, Allah’ı cimrilikle itham ettiler (Maide 64). Oysa kendileri tam cimridirler. Allah’ı fakirlikle de itham edip, kendilerinin zengin olduklarını söylediler (Âli İmran 181). Çünkü Allah Celle Celaluhu onları kendi uğrunda harcamaya davet etti ve kim Allah uğrunda harcarsa Allah kendisine kat kat iade edecektir buyurmuştur. Bu neden ile Allah’ın fakir ve muhtaç olduğuna dair iftirada bulundular. Bu sebeple ne yetimlere, ne de miskinlere yardım ederler. Malı ve dünyayı sevdikleri için cimri oldular. Oysa kendilerine rızk veren Allah’tır. Bu gerçeği hatırlamak istemiyorlar ve reddediyorlar. Kazandıkları zaman Allah vermedi, biz becerikli olduğumuz için kazandık derler. Onlardan biri olan Karun, böyle demişti ve Allah onu yerin dibine batırmıştı.

Allah’u Teala insanları imtihan etmek için bir kısmına bolca rızk verir ve bu rızktan başkalarına vermelerini ister. Cimri olup olmayacakları noktasında insanları imtihan eder. Allah Celle Celaluhu yahudilere çok mal vermişti. Fakat onlar cimri olduklarından, Allah uğrunda ana-babaya, akrabalara, yetimlere ve miskinlere vermediler. İnsanlara hayırlı bir şey söylemezler ve zenginliklerinden ve safahatlarından başka bir şey anlatmazlar.

Hayr (iyilik) söylemek ise; Allah’ın emirlerini anlatmak, insanlara Allah’ı ve dini sevdirmek, ma’rufu emretmek, kötülükten nehyetmek, hakkı söylemek ve güzel nasihatlerde bulunmaktır. İsrailoğulları bunu yapmadılar. Bugün de, hep Allah’ın emirlerinin tersini yapıyorlar. Fitne çıkartıp, fesadı ve bozgunculuğu yayıyorlar. Fuhuş ve kötülüğü körüklüyorlar. Daha önce de, Yüce Allah Celle Celaluhu Bakara suresinin 27. Ayetinde yahudilerin yaptıkları fesadı ve bozgunculuğu göstermiştir. Birçok ayette bunların hep kötülükleri açıklanmaktadır. Ayrıca, bugün Filistin ve Lübnan’da yaptıkları kötülükler herkesçe görülmektedir. Fuhuş ve kötülükleri sinema ve medyanın değişik araçlarıyla yolu ile saçıyorlar. Hollywood bunun en güzel örneğini teşkil etmektedir. Dünyada faizi yayan yine onlardır. Avrupa kapitalizmi benimseyinceye kadar faiz yasaktı. Yahudiler bunu gizlice yapıyorlardı. Ondan sonra Avrupalılara faizi kabul ettirebildiler. Şimdi ise Müslümanlara dahi kabul ettirebildiler. Namaz kılmakla emrolunmuşlardı. Allah’ın Musa Aleyhisselam’e indirdiği şeriatta, namaz farz kılmıştır. Namazın kılınış keyfiyetinde ahu ve sücut vardır. İsra ve Miraç hadisesinde Musa Aleyhisselam, Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’in namaz sayılarını azaltılmasını, yüce Allah’tan talep etmesini ona öğütlemişti. Meryem Aleyhisselam, İsrailoğulları’ndan bir mümine bakire kız idi. Âli-İmran suresinin 37. Ayetinde Meryem Aleyhisselam Mihrapta (kendine mescit olarak tahsis ettiği odadaki mihrapta) namaz kıldığını açıklıyor. Fakat ahudiler namazlarını değiştirdiler. Artık rükû ve sücut yapmazlar. Hıristiyanlar gibi koltuklarda otururlar ve dua ederler. Onlara Zekat farz kılınmıştı, fakat onlar zekatı hiç vermezler. Çünkü onlar gerçekten cimridirler. Bu yüzden Allah’ın emirlerinden yüz çevirip vazgeçtiler. Allah’u Teala, Nisa suresinin 36. Ayetinde bizleri de bu emirlere benzer, hatta daha fazla sorumluluklarla yükümlü tutmuştur. İslam ümmeti, daha hayırlı olup, bu emirleri yerine getirdi. İslam devletinin bulunmamasına ve İslam’la kafirlerin savaşmasına rağmen, milyonlarca Müslüman bu emirleri yerine getirmeye çalışmaktadır. Bu emirleri, Hilâfet devleti olunca, daha güzel ve düzenli bir şekilde uygulayacaktır. Zira buna riayet etmeyen Müslüman bunları uygulamaya zorlayacaktır. Aksi takdirde ceza görecektir.

 

-58-

Laikliğin küfür içerikli fikir olması:

 

وإذ أخذنا ميثقكم لا تسفكون دمائكم ولا تخرجون أنفسكم من دياركم ثم أقررتم وأنتم تشهدون.(84) ثم أنتم هؤلاء تقتلون أنفسكم وتخرجون فريقا منكم من ديارهم تظاهرون عليهم بالاثم والعدوان وإن يأتوكم أسارى تفادوهم وهو محرم عليكم اخراجهم أفتؤمنون ببعض الكتاب وتكفرون ببعض فما جزاء من يفعل ذلك منكم إلا خزي في الحياة الدنيا ويوم القيامة يردون إلى أشد العذاب وما الله بغافل عما يعملون.(85) أؤلئك الذين اشتروا الحياة الدنيا بالاخرة فلا يخفف عنهم العذاب ولا هم ينصرون.(86)

(Ey İsrailoğulları!) Birbirinizin kanını dökmeyeceğinize, birbirinizi yurtlarınızdan çıkarmayacağınıza dair sizden söz almıştık. Her şeyi görerek sonunda bunları kabul etmiştiniz.

Bu misakı kabul eden sizler, (verdiğiniz sözün tersine) birbirinizi öldürüyor, aranızdan bir zümreyi yurtlarından çıkarıyor, kötülük ve düşmanlıkta onlara karşı birleşiyorsunuz. Onları yurtlarından çıkarmak size haram olduğu halde (hem çıkarıyor hem de) size esirler olarak geldiklerinde fidye verip onları kurtarıyorsunuz. Yoksa siz Kitab’ın bir kısmına inanıp bir kısmını örtüp inkar mı ediyorsunuz? Sizden öyle davrananların cezası dünya hayatında ancak rezil olmak; kıyamet gününde ise en şiddetli azaba itilmektir. Allah sizin yapmakta olduklarınızdan asla gafil değildir.

İşte onlar, ahirete karşılık dünya hayatını satın alan kimselerdir. Bu yüzden ne azapları hafifletilecek ne de kendilerine yardım edilecektir.”(Bakara 84-85-86)

Allah’u Teala Bakara suresinin 83. Ve 84. Ayetlerinde “söz aldık” ifadesini kullanmaktadır. Bu ifade Arapça lügatinde “misak” olarak geçer. Misak ise; söz, ahit, sözleşmedir. Yani, insanın bir şeye kesin şekilde bağlanmasıdır; Ondan asla vazgeçmez, hayatında esas ve temel kural olur.

Allah’u Teala İsrailoğulları’na peygamberler yoluyla birtakım emirler verdiğinde, İsrailoğulları bu peygamberler yoluyla Allah’a söz verip, bu emirleri yerine getireceğiz demişlerdi. Hatta birbirlerine şahit olmuşlardı. Fakat ondan sonra verdikleri sözlerinden cayarak, birbirlerini haksızca öldürmeye ve evlerinden çıkartmaya başladılar. Oysa bu tür işler onlara haram kılınmıştı. Bu nehiylere dikkat etmedikleri, bunları bozdukları ve bunun dışındaki başka hükümlerin bir kısmını aldıkları için, Allah’u Teala onların kitabın bir kısmına inandıkları ve bir kısmını reddettiklerini beyan etti. Bunların dünyada ve ahirette ağır cezaları vardır. Zira onlar, dünyayı ahirete tercih ettiler. İnsan dünyada rezil olunca zaferi ve yardımı asla elde edemez. Ahirette de azap görünce zaferi veya yardımı kaybetmiş demektir. İşte, Allah’ın buyurduğu emirlerin bir kısmını yerine getirmemek; kitabın bir kısmını örtmek veya reddetmek olarak nitelenmiştir. Böyle yapanların azabı pek ağırdır. Bugün kendilerini Müslüman olarak sayan kimseler, özellikle yöneticiler, partilerin liderleri, bunlara bağlı olanlar ve benzerleri, İslam’ı sadece imandan, ibadetten ve ahlaktan ibaret sayanlar ahitlerini bozan İsrailoğulları gibi yapmış olmuyorlar mı? Yalnız bununla yetinmiyorlar, İslam’da şeriat, hayat nizamı ve devlet sistemi vardır diyenlerle ayrıca savaşıyorlar. İslam şeriatını veya İslam hayat nizamını uygulamak ve devlet sistemini kurmak için mücadele edenleri hapse atıp idam ederek, diğerlerine nazaran düşmanlıklarının daha şiddetli olduğunu gösterirler.

إن الذين يكفرون بالله ورسله ويريدون ان يفرقوا بين الله ورسله ويقولون نؤمن ببعض الكتاب ونكفر ببعض ويريدون أن يتخذوا بين ذلك سبيلا،(150) أولئك هم الكافرون حقا وأعتدنا للكافرين عذابا مهينا.

“Allah’ı ve peygamberlerini inkar edenler ve (inanma hususunda) Allah ile peygamberlerini birbirinden ayırmak isteyip “Bir kısmına iman ederiz ama bir kısmına inanmayız” diyenler ve bunlar (iman ile küfür) arasında bir yol (orta yol) tutmak isteyenler yok mu;

İşte gerçekten kafirler bunlardır. Ve biz kafirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır.”(Nisa 150-151) 

Ayetlerinde herkese hitap ederek, kitabın bir kısmına inanıp, bir kısmını reddedenlerin kafirlerin ta kendileri olduklarını göstererek, onlar için alçaltıcı bir azabın hazırladığını bildirdi. Zira Allah’a, Resulüne ve Kitaba inanan kimse, kitabın tamamına inanmalı ve onu uygulamaya çalışmalıdır. Ama, öyle yapmayıp da, istediği hükümlere uyar, istemediğine uymazsa kesinlikle bu tür insanlar mü’min değiller; Allah-u Teala’nın buyurduğu gibi kafirlerin ta kendileridir. Bu asırda bunlara “laik” veya “demokrat” derler. Dini hayattan ayırırlar veya “herkes serbesttir ve hürdür” derler. Oysa Allah’ın dininde serbestlik ve hürriyet yoktur. “Mü’minim” veya “Müslümanım” diyen kimse, muhakkak ki Allah’ın bütün emirlerine uyacak ve bütün nehiylerinden vazgeçecektir.  Zira kendisinin Allah’ın kulu olarak kabul etmiştir. Bu nedenle Allah’ın dini dışında hür olmayıp hiç seçeneği yoktur.

Allah’ın emirleri arasında fark yoktur; Namaz kılmak, cihad etmek, oruç tutmak, Allah’ın indirdikleriyle yönetmek, zekat vermek, Allah’ın ceza kanunlarını uygulamak, hac yapmak, daveti yüklenmek farzları arasında hiç fark yoktur. Hepsi Allah’tan birer emirler ve farzlardır. Allah’ın nehiyleri arasında da fark yoktur; İçki, kumar, faiz, domuz, zina, küfrü uygulamak, laiklik, hırsızlık, demokrasi, öldürmek, mürtet olmak, yetimlerin malını yemek gibi yasaklar arasında hiç fark yoktur. Öyle ki bunların hepsi Allah’ın yasakladığı hususlardır. Bunları işleyenlere ağır cezalar vardır.

 

-59-

Allah’ın ayetleri heva ve hevese uymadığı zaman yalanlanması:

 

ولقد آتينا موسى الكتاب وقفينا من بعده بالرسل وآتينا عيسى ابن مريم البينات وأيدناه بروح القدس أفكلما جاءكم رسول بما لا تهوى أنفسكم استكبرتم ففريقا كذبتم وفريقا تقتلون

“Andolsun biz Musa’ya Kitabı verdik. Ondan sonra ard arda peygamberler gönderdik. Meryem oğlu İsa’ya da mucizeler verdik. Ve onu, Rûhu’l-Kudüs (Cebrail) ile destekledik. (Ne var ki) gönlünüzün arzulamadığı şeyleri söyleyen bir resul (elçi) geldikçe, ona karşı büyüklük tasladınız. (Size gelen) peygamberlerden bir kısmını yalanladınız, bir kısmını da öldürdünüz.” (Bakara 87)

Allah’u Teala, İsrailoğulları Hz. Muhammed’i tekzip edince onların mazisini kendilerine hatırlatmaktadır. Çünkü onlar, Musa’ya ve ondan sonraki Resuller ve peygamberlere inandıkları ve tâbi olduklarını iddia ediyorlardı. Bu sebeple Hz. Muhammed’e inanmak istemediklerini gösterdiler. Fakat Allah’u Teala onlara dedi ki; “Resullerin bir kısmını yalanladınız ve bir kısmını öldürdünüz.” Çünkü O Resuller heva ve heveslerinize uymuyorlardı. Öyleyse, Muhammed’e inanmamanızın sebebi, sizin heva ve heveslerinize göre hareket etmemesindendir. Nitekim onlar, Hz. Muhammed’i öldürmek için iki defa teşebbüs ettiler. Birincisinde bir koyun pişirdiler ve içine zehir koydular. Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’e ikram ettiler. O koyun etinden bir Müslüman yedi ve öldü. Fakat Resul Sallallahu Aleyhi Ve Sellem sadece ufak bir parça yedi ve azda olsa etkilendi. İkinci defasında; Yahudi Kaynuka kabilesini Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem ziyaret ederken bir duvara yaslandı. Yahudiler onun üzerine yukarıdan büyük bir taş düşürmeye teşebbüs ettiler. Onlar taşı düşürmeden önce Resul Sallallahu Aleyhi Ve Sellem bunu hissedip, oradan ayrılıp Medine’ye döndü. Bir ordu hazırlayıp onları kuşattı. Yahudiler korktular ve teslim oldular. Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem onları Şam’a doğru sürgün etti.

Sanki Allah’u Teala onlara şöyle söylüyor; siz Muhammed’e nasıl inanacaksınız, hâlbuki Musa size kitap (Tevrat) getirdi, onu yalanladınız arkasında Resuller gönderdik, bunların bir kısmını tekzip ettiniz, Zekeriyya ve Yahya gibi peygamberleri bir kısmını öldürdünüz. Meryem oğlu İsa’yı size gönderdik, Ruhül Kudüs olan Cebrail ile ona destek verdik, buna rağmen onu tekzip ettiniz. Onu öldürmeye ve öldürtmeye çalıştınız. Oysa birçok mucizeler gösterdi. Ölüleri diriltmek, körlere görme, sağırlara işitme ve dilsizlere konuşma imkânı sağlaması gibi. Bu şekilde Allah’u Teala ahudieri bütün insanlar önünde teşhir etmektedir. Resul Sallallahu Aleyhi Ve Sellem ve onun hizbi olan sahabeler, ahudieri karşı böyle hamlede bulunuyorlardı. Bu hamle fikri çatışmadan bir parçadır. Zira siyasi hizb, hem fikri çatışma hem de siyasi mücadele yapar. Resul Sallallahu Aleyhi Ve Sellem ve onun hizbi Kureyş, Yahudiler ve diğer kâfirlerin fikirlerine çatıyor, siyasi mücadeleyi Kureyş’in yönetimine ve liderlerine karşı sürdürüyordu. Bugün İslam’a dayalı hizb de aynen bu şekilde yapmalıdır. Yahudilerin tutumlarını Allah Celle Celaluhu şöyle açıklıyor:

وقالوا قلوبنا غلف بل لعنهم الله بكفرهم فقليلا ما يؤمنون

“(Yahudiler peygamberlerle alay ederek) Kalplerimiz „perdelidir” kilitlidir dediler. Hayır; küfür ve isyanları sebebiyle Allah onlara lânet etmiştir. O yüzden çok az inanırlar.” (Bakara 88)

Yahudiler o kadar sıkıştı ki, nihayet Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’e kalplerimiz sana karşı kapalı, artık dediğini hiç anlamıyoruz dediler. Zira insan bir şeye kalbini kapatır ve ondan nefret ederse hiçbir şey anlamaz. Allah’u Teala, yahudileri kâfir olmalarından dolayı lanetledi. İnsan kâfirliği üzerinde ısrar ettikçe inanmaz ve Allah’ın laneti onun üzerine olur. Asla Allah’ın rahmeti altına girmez. Nitekim lanetin zıddı rahmettir. Başka bir ifadeyle; Allah’ın affını, mağfiretini, cennetini kazanamaz ve ebediyen cehennemde kalır. Lanetlenmiş olan yahudiler işte böyledir. Bugüne kadarda aynı konumları devam etmektedir. Yahudiler Filistin’de Müslümanlara karşı her çeşit kötülük, katliam ve vahşeti işlemektedirler.

Gerçek şudur ki; tarih boyunca İsrailoğulları’ndan ancak Abdullah bin Selam ve onunla birlikte birkaç kişi iman ederek Mümin oldular. Geneli yahudi (kafir) olarak kaldı. Kıyamet gününe kadar böyle devam edecek gibidirler. Bu asırda onlardan Mümin olanlar pek azdır. Günümüzde başta Amerika, Dünya Devletleri, Arap ülkeleri ve Türkiye yöneticileri yahudileri destekleyip himaye ettikleri için daha fazla hırçınlaştılar. İslam’a karşı savaşları halen devam etmektedirler; Müslümanları terörist olarak nitelemektedirler. Fakat vahşi yahudi hareketlerini barışçı girişimler olarak halka lanse ettiler. Allah’u Teala geçen ayetlerde Musa’ya, İsa’ya ve diğer Resullere inanmadıklarını anlatırken, içerik olarak Hz. Muhammed’e inanmayacaklarını da göstermektedir. Şu ayet bunun izahıdır:

 

-60-

İsrailoğulları’nın Hz. Muhammed’in gelmesiyle müjdelenmesine rağmen onu inkar etmeleri:

 

 ولما جاءهم كتاب من عند الله مصدق لما معهم وكانوا من قبل يستفتحون على الذين كفروا فلما جاءهم ما عرفوا كفروا به فلعنة الله على الكافرين

“Daha önce kâfirlere karşı zafer isterlerken kendilerine Allah katından ellerindeki (Tevrat’ı) doğrulayan bir kitap gelip de (Tevrat’tan) bilip öğrendikleri gerçekler karşılarına dikilince onu inkâr ettiler. İşte Allah’ın lâneti böyle inkârcılaradır.”(Bakara 89)

Yahudiler İslam’dan önce müşrik Araplara şöyle diyorlardı: “Bir Resul gönderilecek, onunla beraber sizinle savaşacağız ve sizi katledeceğiz.” Hz. Muhammed’in peygamber olarak gönderilmesi, Ona indirilen Kur’an’ın Tevrat’ı tasdik ettiğini yahudiler öğrendiler. Kur’an’ın Tevrat’ı tasdik ettiğini ve Tevrat’ta gelecek Resulün sıfatlarının Hz. Muhammed’e uyduğunu görünce inkar ettiler. Araplardan Muaz bin Cebel, Bişr bin El Bera, Davut bin Seleme gibi İslam’a giren kimseler Yahudilere bunu hatırlattılar ve onlara dediler ki; “Hep bununla bizi tehdit ediyordunuz, anlattığınız sıfatlar Ona tıpa tıp uymaktadır, niye Allah’tan korkmuyorsunuz, İslam’a girmiyorsunuz?..” Yahudi olan Nedir oğullarının lideri Selam bin Maşken yalan söyleyerek; “Hayır böyle şey size söylemiyorduk ve bildiğimiz şeyi Muhammed bize getirmedi.”

Allah’u Teala lanetli Yahudiler hakkında bu ayeti indirdi ve kâfirlere lanetle bitirdi. Bu lanet ifadesi, Allah’u Teala’nın bu tür insanlara ne kadar kızdığını gösterir. Lanetlenmiş olan bu kişiler, daha önce söylediklerini, daha sonra hayır demedik diyerek inkâr ettiler. Fikri şaşmış olan veya bu hakikatleri öğrenmeyen bir kısım Müslümanlar bu tip insanlarla nasıl barış yapmak isterler!? Bunlarla nasıl dinler arası diyalog yaparlar!? Müminiz veya Müslümanız diyenler, bu ayetleri okumuyorlar mı!? Tekrar bizde onlara cevaben deriz ki; kâfirlere lanet olsun! Hz. Muhammed ve kendisine indirilen Kur’an’a inanmayanlar kâfirdir, Allah’ın laneti onların üzerinedir.

 

-61-

İsrailoğulları’nın ırkçı olmaları:

 

Allah’u Teala bunların tutumlarını kötüleyerek bunun sebebini şöyle gösteriyor:

 بئسما اشتروا به أنفسهم أن يكفروا بما أنزل الله بغيا أن ينزل الله من فضله على من يشاء من عباده فباؤا بغضب على غضب وللكافرين عذاب مهين

“Allah’ın kullarından dilediğine peygamberlik ihsan etmesini kıskandıkları için Allah’ın indirdiğini (Kur’an’ı) inkâr ederek kendilerini harcamaları ne kötü bir şeydir! Böylece onlar, gazap üstüne gazaba uğradılar. Ayrıca kâfirler için alçaltıcı bir azap vardır.” (Bakara 90)

Yahudiler, Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi Ve Sellem kendi ırklarından çıkmayınca, buna rahatsız oldular. Buğz ve kin besleyerek haset ettiler. Bu nedenle kendilerini alçak bir şeye sattılar ki bu alçaklık; milliyetçiliktir ve onun yüzünden haset etmek ve kin beslemektir.

Zira milliyetçiler, kendi halklarını üstün kılarlar, sadece kendi halkları için iyilik isterler ve iyi olanların yalnız kendi ırklarından çıkmasını arzu ederler. Durum öyle olmayınca da diğerlerine haset ederler, onlardan nefret ederler ve onlara kin beslerler. Misal olarak; Türkiye’de milliyetçiler, Türkiye dışından gelip Hilafete ve İslam memleketlerinin birleşmesine davet eden Müslümanları reddederler. Bu fikirlerin ve elemanların kökü dışarıda, onlara inanmayın, bunlar Araplardandır derler, Arapları horlarlar ve bu fikirlere karşı savaşırlar. Milliyetçi Araplar Türkleri horlarlar ve onlarla beraber tekrar birleşmek istemiyoruz derler, hatta sömürgecilerin iftiralarına inanarak Osmanlı İslam devleti döneminde Türkler bizi ezdiler ve zulmettiler yalan iddiasını tekrarlayarak bahane gösterirler.

Avrupa halkları ise ülkelerinde bulunan yabancı çocukların ve özellikle Müslümanların çocuklarını başarılı olmalarını çekemezler. Kendi çocuklarını devamlı üstün, diğerlerini daha düşük görmek isterler. Hatta yabancı çocukların başarılı olmalarını engellerler. Yahudiler de aynı şekilde davranırlar ve Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi Ve Sellem döneminde davranıyorlardı. Zira onlar ırkçı ve milliyetçidirler. Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’in kendi ırklarından çıkmayıp Araplardan çıkmasını çekemediler ve ona karşı kin beslediler. Bu hareketlerinden dolayı Allah’ın onlara kızgınlığı daha da arttı. Onlar ve onlara benzeyen kâfirlere ve milliyetçilik yüzünden hakkı kabul etmeyen kâfirlere alçaltıcı azap hazırladı.

İnsan, hakkı nerde bulursa bulsun, hakkı kendisine kim gösterirse göstersin onu kabul etmelidir. Yoksa “filan kişi filan halktan, söylediği hakkı kabul etmeyeceğim” diyen kimse büyük gaflete düşerek, günah işler ve Allah’ın gazabına maruz kalır. Zira hakkın milliyeti yoktur, hak bütün insanlar içindir. Ayrıca, bütün insanlar Allah’ın yaratıklarıdır, onların arasında hiçbir fark yoktur. Hepsi de topraktan yaratılan insan ırkındandır; Adem oğullarıdır. Ancak Allah Celle Celaluhu bazı insanları seçer ve onları Resul veya peygamber yapar. Ayrıca, her insan iyi ve takvalı olabilir. Böylece Allah’ın sevgisini ve rızasını kazanır. Bu insan, üstün insandır. İsrailoğulları’ndan İslam’a giren Abdullah bin Selem gibi insanları Allah Celle Celaluhu övdü. Çünkü küfür olan Yahudilikten çıkıp, imana girdiler. Yoksa İsrailoğulları’nı bir halk olarak kötülemiyoruz. Onları kafir olup kötü ameleleri yaptıkları için kötülüyoruz. Hz. Musa Aleyhisselam İsrailoğulları’ndandı. Fakat Yahudi değildi, Müslüman idi. Yahudi İslam’a zıt gelen, Hz. Musa Aleyhisselam’ın getirdiği Tevrat’ı tahrif eden, Hz. İsa’ya inanmayan, ona ve annesine çirkin iftira eden kimse demektir. Oysa Hz. Meryem ve Hz. İsa İsrailoğulları’ndan idi, fakat Yahudi değillerdi. Takvalı ve temiz Müslüman idi. Bu sebeple, yahudilerin devletine İsrail dememek gerekir. Ona yahudi varlık demek daha uygundur. Kendilerine İsrail devleti diyerek, ırkçılık açısından böyle ad veriyorlar. Kendilerini İsrailoğulları’na nispet ediyorlar. Bu durum, Türklerin devletine Türkiye dedikleri gibidir. Ayrıca, Türkiye devleti yahudilere Musevi derler. Bu yanlıştır. Onlar Musa Aleyhisselam’ın getirdiğini değiştirdiler. Onlara Kur’an’ın ve Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’in dediği gibi Yahudi deriz. Onlardan biri Müslüman olursa ona İsrailoğulları’ndan bir kişi Müslüman oldu denilebilir.

 

-62-

Yahudilerin düştükleri çelişki:

 

 وإذا قيل لهم آمنوا بما أنزل الله قالوا نؤمن بما أنزل علينا ويكفرون بما وراءه وهو الحق مصدقا لما معهم قل فلم تقتلون أنبياء الله من قبل إن كنتم مؤمنين.(91) ولقد جاءكم موسى بالبينات ثم إتخذتم العجل من بعده وأنتم ظالمون.

“Kendilerine: Allah’ın indirdiğine iman edin, denilince: Biz sadece bize indirilene (Tevrat’a) inanırız, derler ve ondan başkasını inkar ederler. Hâlbuki o Kur’an, kendi ellerinde bulunan Tevrat’ı doğrulayıcı olarak gelmiş hak kitaptır. (Ey Muhammed!) Onlara: Şayet siz gerçekten inanıyor idiyseniz daha önce Allah’ın peygamberlerini neden öldürüyordunuz? deyiver.

Andolsun Musa size apaçık mucizeler getirmişti. Sonra onun ardından, zalimler olarak buzağıyı (tanrı) edindiniz.” (Bakara 91-92)

Milliyetçilik yaparak yalnız bize indirilene inanırız deyince, Allah’u Teala onların çelişkilerini şöyle gösteriyor:

“Bu kitap (Kur’an) sizdeki kitabı tasdik ediyor, hak olan budur. Çünkü onlar Tevrat’ı tahrif ettiler, gerçeğinden çok az bir şey kaldı.”Allah-u Teala devamla;

“De ki onlara, Mü’min olmuşsanız niye Allah’ın peygamberlerini öldürüyorsunuz? Ayrıca, Musa’nın size mucizeleri getirmesine rağmen bunu bırakıp bir buzağıya taptınız!”İçerik olarak onlara şöyle demektedir:

“Size indirilene bile inanmıyorsunuz, sizler yalancısınız, sadece inatçılık yaparak böyle söylüyorsunuz. Çünkü Musa’ya isyan edip bir ineğe taptınız. İşte zalimlerin ta kendisi sizsiniz. Böyle yaptığınız için kendi kendinize zulüm ettiniz ve cehenneme de kendi kendinizi siz attırdınız. Zira Allahu Teala Lokman suresinde 13. ayette dediği gibi şirk en büyük zulümdür. Bunlar ineğe taptıkları için şirke koştular, bu nedenle zalim oldular.

Ey Muhammed, ey Müslümanlar! Bunlar hakkı görseler ve Peygamber onlardan gelse bile inanmazlar. Ya onu öldürürler ya da onu tekzip ederler. Ancak, kendi heva ve heveslerine göre peygamber gelirse o zaman onu kabul ederler. Bu ise peygamber olmaz.”

Şimdiki yahudi devletin liderleri gibi birer cani olurlar.  Hakkı ve hakikati çevirip kendilerini haklı çıkartmaya çalışıyorlar. Bu Karakteri değiştirmezler; doğar doğmaz bunu babalarından ve annelerinden öğrenirler.

 

-63-

İsrailoğulları’nın batıl üzerine ısrarlı kalmaları:

 

   وإذ أخذنا ميثقكم ورفعنا فوقكم الطور خذوا ما آتينكم بقوة واسمعوا قالوا سمعنا وعصينا وأشربوا في قلوبهم العجل بكفرهم قل بئسما يأمركم به إيمانكم إن كنتم مؤمنين.

“Hatırlayın ki, Tûr dağının altında sizden söz almış: Size verdiklerimizi kuvvetlice tutun, söylenenleri anlayın, demiştik. Onlar: İşittik ve isyan ettik, dediler. İnkârları sebebiyle kalplerine buzağı sevgisi dolduruldu. De ki: Eğer inanıyorsanız, imanınız size ne kötü şeyler emrediyor!” (Bakara 93) 

Allah’u Teala, İsrailoğulları’ndan söz alırken; Tur dağını üzerlerine kaldırdı ve bu misakı kabul edip onu muhafaza etmelerini, yoksa bu dağın üzerlerine düşeceğini bildirmektedir.

Misak; ahd veya söz anlamındadır. Istılahı manada; İnsanların kabul ettikleri üzerinde anlaşıp, karar kıldıkları ilkelerdir. Mesela; Türkiye’de Milli Misaktan söz ediliyor. Türkiye halkına zorla kabul ettirilen bu misak, vazgeçilmeyen temel ilkelerdir. Bu misak, ümmet misakına aykırıdır. Türkiye halkı İslam ümmetinden bir parça olup, ümmetin kabul ettiği temel ilkeleri kabul eder. Bunların başında İslam akidesi, İslam ümmetinin birleşmesi, bütün Müslümanlar için tek bir devletin ve tek halifenin bulunması, anayasa ve kanunların yalnız Kur’an’dan ve sünnetten alınması, İslam davetini bütün dünyaya cihad yoluyla taşıması, herhangi bir yerde bir Müslüman’a saldırı olursa, bütün Müslümanlara saldırılmış kabul edilmesi ve ona hemen yardım edilmesi, kafirleri dost edinip onlarla yardımlaşmak haramdır, İslam devletinde Petrol ve diğer madenler gibi bütün Müslümanlara ait olan mallardan sayılıp önce muhtaç olanlara payların verilmesi, milliyetçiliğe ve vatancılığa davet haram olup cahiliyeden sayılması, bölücülük olarak ta addedilmesi, bunlara davet eden cehennemliktir ve ağır ceza alacağına inanılması gibi ilkelerdir. Bu temel ilkelerde İslam ümmetinin misakından birer parçalardır. Allah’u Teala’nın İsrailoğulları’na kabul ettirdiği misakta şu noktalar vardır: Tevrat’la amel etmek, Allah’a şirk koşmamak, anne ve babaya iyilik yapmak, akrabalara, yetimlere ve miskinlere de iyilik yapmak, insanlara doğru sözü söylemek, namazı kılmak, zekat vermek, birbirlerini öldürmemek, birbirlerini diyarlarından çıkartmamak gibi. (Bakara 83-84) Allah’u Teala 93. Ayette bunu onlara hatırlatıyor ve hepsini kapsayan Tevrat’ı kuvvetlice taşımalarını ve uygulamalarını istiyor. Onlar buna hiç aldırış etmeden, hatta alay ederek buna işittik fakat isyan ediyoruz dediler, buzağıya taparak şirke girdiler ve küfre meyledip başka şeyleri sevmeye başladılar. Allah’u Teala onlara dedi ki; imanınız bu mudur? Ne biçim imandır?! Daha doğrusu ne çirkin imandır?! İman böyle kötü şeylere davet eder mi?! Siz böyle mümin olduğunuzu mu zannediyorsunuz?! Onlara sert ifadeleri kullan kullanarak çattı.

Küfür; İslam’ın kesin şekilde kabul ettiği şeylerden herhangi birini reddetmektir.

Fısk, günah işlemektir, fücur ise açıkta günah işlemektir. O sebeple gerçek mümin küfür, fısk ve fücurdan nefret edendir. Ama İsrailoğulları şirki, küfrü, günah işlemeyi ve Allah’a isyanı sevdiler. Ve sonra hiç utanmadan ahiret ve cennet yalnız bizimdir iddia ettiler.

Müfessir: Esad Mansur

Ayrıca...

“Demokrasi İstişare Değildir!”

[131. Ders] Abdullah İmamoğlu İle Tefsîr-ul Furkân

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir