Bu yazımı yazmamın nedeni, bir kardeşimle sohbetimiz esnasında, her ne kadar bizler bir fikre sahip olsak ta, bu kardeşimiz Abdullah Öcalan’ın hakkında İslami düşüncelerinin ne olduğunu bilmiyordu? Benimde aklıma “Abdullah Öcalan ve İslam hakkında düşünceleri ” hakkında yazı yazmak geldi. Her ne kadar Abdullah Öcalan’ın geçmişine dayanan hayat hakkında düşüncelerini bilsek te internette bilgi toplamak kolay olmadı. Çünkü sitelerin sahibi tamamen “Türkçülük” mefhumundan uzak olması bizim iҫin önemliydi.
Abdullah Öcalan’ı tanıyalım:
1948 yılında Şanlıurfa’nın Halfeti ilçesi Amara (Ömerli) köyünde doğdu. İlkokulu Amara’da, ortaokulu Nizip’te okuduktan sonra 1966’da Ankara Tapu Kadastro Meslek Lisesi’nde yatılı okudu. 1969 yılında mezun olan Öcalan 1971 yılına kadar Diyarbakır’da tapu memurluğu yaptı. 1971 yılında İstanbul Hukuk Fakültesine kaydını yaptırdı. İstanbul’da, hukuk okumaya devam ederken tekrar üniversite sınavlarına girdi ve Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi bölümünü kazandı.
Ancak Ankara’daki eğitimini yarıda bıraktı. Üniversite yıllarında Mahir Çayan ve arkadaşlarının öldürülmeleri üzerine bir protesto eylemine katılmak, Doğu Perinçek ve arkadaşları tarafından çıkarılan Şafak Dergisi’ni dağıtmak suçlarından Nisan 1972’de tutuklandı ve Mamak Cezaevi’nde yedi ay tutuklu kaldı. Öcalan, 1975 yılında ilk kez silahlı mücadelenin gerekliliğinden söz etti. Ankara Yüksek Öğrenim Derneği Yönetim Kurulu’ndayken Öcalan, arkadaşı Baki Karer’le, Kürtlerin bir ulus olduğunu, haklarını almak için bağımsız bir örgütlenmeye gitmeleri gerektiğini savunmaya ve yeni bir örgüt kurmanın hesaplarını yapmaya başladı.
Ulusal Kurtuluş Ordusu (UKO) adıyla ortaya çıkan yeni oluşum, Diyarbakır’ın Lice ilçesine bağlı Fis köyünde, 1978’de yapılan bir toplantıda tamamlandı. “Marksist-Leninist” temellere dayalı bir Kürdistan devletini silahlı mücadele yoluyla kurmayı hedefleyen örgüte Partiye Karkeren Kürdistan (Kürdistan İşçi Partisi) açılımlı “PKK” adı verildi ve genel sekreterlik görevine Abdullah Öcalan getirildi.
Abdullah Öcalan ve İslam’a bakışı:
1989 yılı öncesi Abdullah Öcalan tarafından ele alınan “Din Sorununa Devrimci Yaklaşım” kitabında alıntılarla paylaşacağım:
– Muhammed ilk ҫıktıǧında ticaret ticaret yaptığında bunlarla temas kurar. Yahudi tüccarlarını tanır ve Yahudi tüccarların ne kadar insafsız olduğunu gözlemler. Demek ki Muhammed iki dini kabul edemez çünkü ticari çıkarlarına karşıdır.
-Muhammed: “ben yalnız Arapların peygamberiyim“ demez: çünkü bu o zamanki koşullara denk gelmez. Yine, İsa: “ben tanrıyım“ diyor. Bu nedenle Muhammed kendi kendisini tanrı da ilan edemez. Yapması gereken en uygun şey nedir. Geleneklere de dayanarak, kendisini tanrının elçisi; bütün insanlığın peygamberi ilan eder. Hem de en son peygamber! Bu tez günün koşulları açısından son derece gerçekçi ve devrimcidir.
– Kılıca gerçekten çok sıkı sarılır. O zaman kılıcın rolüne bakalım: Kılıç çekildimi el-aman dilenir, herkes kılıcın korkusuyla imanı tanır. Kılıcın rolü vardır. İdeolojinin rolü vardır…”
-Ölümü bir türlü kabul etmeyen insanın cennet ve öbür dünya tasarımı da mutluluk içgüdüsünün hayal âleminde tatmin olmasıdır.
-Onların temel görevi İslamiyet’in yüceliğini, Allah’ın yolu olduğunu her gün tekrarlasalar da -sosyal gerçekliğe ve milli gerçekliğe muazzam bir şovenist dayatmadır. Tarih bunun engin çabalarıyla doludur. Kürtlerdeki din adamlarının da görevi bundan öteye değildir.
Sonuҫ: Abdullah Öcalan ve PKK’nın Kürtleri dinden uzaklaştırmanın rolü:
Bütün bunlarla beraber, her şeyden habersiz Kürt Halkı’nın PKK’ya verdiği desteğin ‘denize düşenin yılana sarılması’ deyimiyle açıklanmasından başka bir yolunun olduğunu da değerlendiremiyoruz.
Biz Müslümanlar (Müslüman Kürtler ’de dahil): ALLAH VE PEYGAMBERİMİZ, BİZİM NAMUSUMUZ VE ŞEREFİMİZDİR. HİÇ KİMSE ALLAH VE PEYGAMBERİMİZE DİL UZATAMAZ.
“İnsanlardan, inanmadıkları halde, “Allah’a ve ahiret gününe inandık” diyenler de vardır. Bunlar Allah’ı ve mü’minleri aldatmaya çalışırlar. Oysa sadece kendilerini aldatırlar da farkında değillerdir. Kalplerinde münafıklıktan kaynaklanan bir hastalık vardır. Allah da onların hastalıklarını artırmıştır. Söyledikleri yalana karşılık da onlara elem dolu bir azap vardır.
Bunlara, “Yeryüzünde fesat çıkarmayın” denildiğinde, “Biz ancak ıslah edicileriz!” derler. İyi bilin ki, onlar bozguncuların ta kendileridir. Fakat farkında değillerdir.”(Bakara/8)
Deniz Özdemir