Müslümanlar içerisinde bulundukları olumsuzluklardan kurtulmak için gerçek manada işlerini güdecek yöneticilerini arıyor. Fakat aradan yıllar geçmesine rağmen o özledikleri taşıyan yönetici bir türlü ortaya çıkmış değil. Şunu belirtelim ki; İslam aleminin hiç bir yerinde ümmetin rızası ile veya ümmetin şer’i ölçüler çerçevesinde seçmiş olduğu bir yönetici yoktur. Bu yöneticilerin çeşitli şekillerde sömürgeciler tarafından seçildikleri veya tayın edildikleri uzun söze hacet bırakmayacak kadar açıktır. Hatta ortaya çıkan bazı yöneticilerin düşünce bazında bu ümmetten olmadıkları gibi neseb yönüyle de bu ümmetin kendisinden olmadıkları aşikardır. Bu yazımızda yönetici ve İslam ümmetine musallat olan günümüz yöneticileri hakında konuyu ele almak istedik.
Lider nasıl olmalı ve liderlik vasfının kazandıran özellikler nelerdir?
Şu bir gerçek ki; günümüzde en büyük sorunlardan bir tanesi ümmetin yöneticinin nasıl olması gerektiği hususunda derinlemesine bir bakış sergilememiş olmasıdır. Bir yöneticinin taşıdığı misyon, tarihi ile bağlantısı ve kim olduğu hiç araştırma konusu olmaz. Ancak medyanın yoğun propagandası ile kamuoyu baskı altına alınarak, medyatikleştirilen kişiler yönetici olarak ümmetin başına getirilmektedir. Veyahud doğrudan, ümmetin görüşü dahi alınmadan, darbe veya sömürgeciler tarafından atanan kişiler yönetici makamına oturtulmuştur. Sonuçta uzun yıllar ümmetin yööneticisi olarak tanınan bu kişilerin daha sonra birileri adına iktidarda olduğu ortaya çıkar veya ümmete inat yabancı kültürü/kapitalizmi taşıyan birer şer böcekleri olduğu tesbit edilir. Bu doğrultuda şu an günümüzde ümmete musallat olmuş iki tür yönetici zümre mevcuttur.
a- Diktatör vasıflı olup halkla arasında hiç bir ilişki bulunmayan yöneticiler. Ki; bunlar uzun yıllar ümmetin başında kalmayı ve sadece güç kullanmayaı yeğleyenlerdir. Halk bunların desbot yapılarını bilir, zulmünden korkar ve yöneticen ve onun zümresinden uzak durarak hışmından korunmaya çalışır. Böylesi durumlarda korku hakimdir. Bu tür yöneticilerin istediği de zaten budur. Dolayısıile halk yöneticisini tanımaz, yönetici de halkı tanımaz. Hatta bazı beldelerde yöneticinùn ismi dahi bilinmez. Yöneticide halkının bulunduğu konumu bilmez. Bunlar varlıklarını korumak için iki sütun üzerinde dururlar. Brincisi; servet, ikincisi; güçtür. İslam aleminde bunların en belirgin örnekleri; Suud Krallığı ve Özbekistan yöneticisi zalim, dikdatör, hain Kerimov’dur.
b- Ümmete şirin gözüken ama tamamen küfür sistemine bağlı, sömürgecilerin yerli işbirlikçisi olan yöneticilerdir. Bu yöneticiler halkı yanına alabilmek için halktan ve daha çok halkla kaynaşan tipler olarak karşımıza çıkar. Sözde halk bunları seçmiş olur ve halkın istediğini gerçekleştirmek için vardırlar. Oysa bu yöneticilerin uyguladıkları kanun ve nizamlar Ümmetin inandıklarından farlıdır. Bunların varlıklarını sürdüre bilmesi ise; kapital, iki yüzlü, yalan etrafında etrafında odaklaşır. Tayyip Erdoğan ve Ürdün Kralı gibi.
Ümmet nerede ise bir asra yakın bu gibi yöneticilerle oyalandı durdu. Günümüzde hala oyalanmaktadır. Fakat bunun yanında ümmetin son dönemler yöneticilerle yüzleşmek isteğini görmeye başladık. Buna iten sebeb yıllarca aldatılmış olmaları ve yöneticiler tarafından aşağılanmalarından kaynaklanıyor. Asıl hesaplaşmanın veya yüzleşmenin tam manası ile doğduğunu söylemek biraz erken olur. Çünkü gerçek hesaplaşma Musa (as) ile Fravun’un hesaplaşmasıdır. Gerçek hesaplaşma Hz. Muhammed Mustafa ile Ebu Cehil’in hesaplaşmasıdır. Gerçek hesaplaşma ideolojik hesaplaşmadır.
İşte günümüzde yöneticileri ile hesaplaşmaya kalkanlar hala bu gerçeği yakalamış değildir. Bazı bölgelerde (Arap Baharı ayaklanmaları) meydana gelen olayların gerçek hesaplaşmaya dönüşmediğini de gördük. Korku duvarını yıkmak sevindirici olsa da yalnız başına yeterli değildir. Kızgınlıktan dolayı veya ezilmişlikten dolayı doğan istekler çabuk çalınabilir. Tarihe bakarak günümüzde büyük beklentiler içerisine girmekte çalınabilir. Belki tarihin sayfaları günümüzde bizleri morel bulmamız açısından rahatlatacaktır ama ümmetin bulunmuş olduğu durumu düzeltmeyecektir. Tarihimizi inkar etmiyoruz. Günümüzde Müslümanları bir nebze de olsa rahatlatan tek etkende orası olsa gerek. Müslümanlar oraya baktıklarında kendilerini sevindiren, onurlandıran ve gurur duydukları herşeyi bulabiliyorlar. Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’in yöticiliği ile başlayan, Hz. Ebubekir (ra), Ömer (ra)… ve Abdulhamit ve diğerleri ile devam eden bir yönetici silsilesi…
Yöneticiyi yönetici yapan onun kişişel şahsiyeti değil taşımış olduğu düşünce ve değerlerdir. Onun için yönetici ile ilgili ayet ve hadislere baktığımızda yöneticinin düşüncesine yönelik açılımlar vardır. Allahu Teala şöyle buyurdu:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ أَطِيعُواْ اللّهَ وَأَطِيعُواْ الرَّسُولَ وَأُوْلِي الأَمْرِ مِنكُمْ
“Allah’a itaat edin, Resul’e ve sizden olan ulul-emire (yönetim sahiplerine) itaat edin.” (Nisa 59)
إِلَى الرَّسُولِ وَإِلَى أُوْلِي الأَمْرِ مِنْهُمْ
“… Onu Resul’e ve onlardan olan ululemire götürselerdi…” (Nisa 83)
وَإِذَا حَكَمْتُم بَيْنَ النَّاسِ أَن تَحْكُمُواْ بِالْعَدْلِ
“İnsanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmedin.” (Nisa 58)
وَمَن لَّمْ يَحْكُم بِمَا أَنزَلَ اللّهُ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ
“Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar kâfirlerdir.” (Maide 44)
Bu ve buna benzer diğer yönetimle alakalı gelen ayetlerde yöneticinin vasfını İslam inancına bağlamaktadır. İslam’a inanmayan bir kişi Müslümanların başında yönetici olamayacağı aşikardır. Yönetici olmak, yönetmek hükümle bağlantılıdır. Yani Müslümanlar için yöneticilik nizamla ilişik, İslam’la yönetilmeye bağlıdır. Buradan da şu ortaya çıkar; yönetim şekli İslami olmalı ki yönetenin de İslama göre yöneticilik vasfı ortaya çıksın. Şu ayette olduğu gibi:
فَلاَ وَرَبِّكَ لاَ يُؤْمِنُونَ حَتَّىَ يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لاَ يَجِدُواْ فِي أَنفُسِهِمْ حَرَجًا مِّمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُواْ تَسْلِيمًا
“Rabbine and olsun ki, aralarında çıkan ihtilaflarda seni hakem kılmadıkça, sonra senin verdiğin hükümden dolayı içlerinde bir sıkıntı duymadan ona tam teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.” (Nisa : 65)
Kişi devleti yönetme, Müslümanları idare etme yetkisine ancak İslâm nizamına uygun hareket ettiği zaman sahiptir.” Yönetici tarafından İslamı istemesi veya sevmesi bir şey ifade etmez. Ancak İslam’ın varlığı yöneticinin hükümleri uygulandığı bir devlette canlı olarak var olmadıkça, İslâm için bir varlık olmaz. Ümmet şunu bilmeli ve ona göre hesaplaşmaya kalkışmalıdır. İslâm, din ve ideolojidir (hayat düsturudur). Devlet ve hüküm (yönetim), onun bir parçasıdır. Devlet, İslâm’ın kendi hükümlerini genel hayatta uygulamak için koyduğu tek yoldur (metoddur). Tüm hallerde hükümlerini tatbik eden bir devleti olmadıkça İslâm, canlı bir şekilde ayakta duramaz. Onun için kişinin Müslüman olması yeterli değildir.
Hadisi şerifte de;
“Sizin başınızda doğru olduğu kadar yanlışı da uygulayan yöneticiler bulunacaktır. (Böyle bir durumda) kim yanlış olan şeylerden nefret ederse, sorumluluktan kurtulacaktır, kim de bu yapılan yanlışlardan hoşlanmazsa (cezadan) kurtulacaktır.” Ashabdan bazıları: “Böyle yöneticilere karşı savaşmayacak mıyız?” diye sorunca Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi Ve Sellem; “Namazı kıldıkları müddetçe, hayır” diye cevap vermiştir. (Müslim) Namazdan kasıt İslamı tatbik ettikleri müddetçe anlamını ifade eder.
Bu bir başka hadiste de şöyle ifade ediliyor: “Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi Ve Sellem bizden bazı şeylerle ilgili olarak bağlılık yemini aldı. Bunlardan biri de, başımızdaki yöneticilerde apaçık küfür alâmetleri görmeden onlara karşı gelmememizdi. O (küfür alâmetlerini gördüğümüz) zaman Allah huzurunda (başkaldırmamız için) geçerli bir nedene sahip olabiliriz.” (Buhari-Müslim)
Bu ve bunlara benzer hadisleri topladığımızda karşımıza yönetinin kim olduğundan önce ne ile hükmedeceği öne çıkmaktadır. Eğer yönetici İslam ile yönetmiyorsa o yönetici Müslüman biri de olsa Müslümanların yöneticisi değildir. Buna göre Müslümanlar yöneticiden önce ne ile yönetilmeleri konusunda karara varmalıdır. Yani yönetim şekli İslam olmalı ki yönetecek kişide de İslam’ın yönetici hakkında tesbit ettiği kurallar geçerli olabilsin.
Demek ki; Müslüman birini yönetici olaması İslamla yönetiyor olmasıyla bağlantılıdır. Aksi takdirde Müslüman olsa da küfürle yönetmiş olur. İslam dışı bir yönetime rıza göstererek Müslüman bir şahsiyeti yönetici seçmenin Müslümanlar açısından hiçbir anlamı yoktur. Ancak bu şekilde küfür sistemlerinin ayakta kalması ve ömrünün uzatılması sağlanmış olur. Aynı anda Müslümanı haram işlediğinden dolayı günahkar kılar.
Buradan anlaşılan önemli husus; Müslümanların İslam ile yönetilmeyi istemeleri ve ondan razı olmalarıdır. Ki yönetecek kişinin de bu doğrultuda seçimi İslami çerçevede kalsın ve netlik ortaya çıksın. Seçmen çokluğu, halkın iradesi gibi söylemler birer aldatmacadır. Müslümanlar yıllardır bu söylemlerle birilerini iktidara taşımak için çabalayıp durdular. Seçtikleri yöneticilerin ise İslam adına hiç bir şey yapmadıkları aksine İslamla mücadele ettikleri görüldü.
Yöneticilerin belirlenmesindeki kriter oylar değil tatbik edeceği nizamla alakalıdır. Halife İslamla yönettiği müddetçe Müslümanların yöneticisidir. Halife, Emirul müminin dendiğinde yönetim şekli ile özdeştiğini görürüz. Aynı şekilde cumhurbaşkanı, başbakan, kral dendiğinde yönetim şekilleri ile ilintili olduğu anlaşılır. Başkanlık veya yarı başkanlık denildiğinde de böyledir. Amerika’da ve Fransa’da olduğu gibi.
İslam, Müslümanların küfür hükümleri ile yönetilmelerine ve böyle bir yöneticiye itaate asla geçit vermememktedir. İslam ile yönetildiklerinde de kafir veya küfür düşüncelerine sahip birinin üzerlerinde yönetici olmasına asla müsade etmemektedir. Bu şekilde küfür sistemi içerisinde Müslüman birini iktidara yönetici atamanın hiç bir gerekçesi yoktur.
وَلَن يَجْعَلَ اللّهُ لِلْكَافِرِينَ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ سَبِيلاً
“…Allah, kafirlere müminlerin aleyhine bir yol vermeyecektir.” (Nisa 141)
Delillerin işaret ettiği; yöneticiyi yönetici kılan inancıdır. Yani Müslümanların İslam yönetimi altında Müslüman bir yöneticiye itaat ediyor olmalarıdır. Halifede aranan şartların (erkek olması, buluğ çağına erişmiş olması, akıllı olması, adalet sahibi olması, hür olması, Hilâfet’e ilişkin farzları yerine getirme ve işleri yürütme gücünün bulunması) bir tanesi de Müslüman olmasıdır. Bu da İslamla yöneteceğinden dolayıdır. Diğer türlü İslam yöneticide günümüzdeki gibi kişiselleştirilen özellikler sunmadı. Hatta Hadisi Şerifte Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem şöyle buyurdu:
“Habeşli köle de olsa, emîrinize itaat edin!” [Buharî]
“Elleri kesik, sakat bir köle de olsa, emîrinize itaat edin!” [Müslim]
“Dinleyin ve itaat edin! Üzerinize tâyin olunan yönetici, başı siyah kuru üzüm gibi Habeş’li bir köle olsa bile, sizin aranızda Allah’ın kitabını uyguladığı müddetçe dinleyin ve itaat edin.” (Buhârî, Ahkâm 4; Müslim, İmâre 37; Nesâî, Bey’at 27)
“Müslüman bir kimseye, kendisine ma’siyet (Allah’a isyan, günah hususlar) emredilmediği müddetçe, hoşlandığı ve hoşlanmadığı (her) hususta (İslâm devleti yöneticisini) dinleyip ona itaat etmesi gerekir. Eğer ma’siyet emredilirse, ne dinlemek vardır, ne de itaat!” (Buhârî, Ahkâm 4…)
“Dikkat edin İslam bir dairedir. Döndüğü müddetçe siz de kitapla (Kuran, Sünnet) beraber o dairenin içinde dönünüz. Dikkat edin, kitap ile sultanlık (din ve devlet işleri) birbirinden ayrılacak. Dikkat edin, onlar (bizden olmayanlar olsa gerek) sizin başınıza emir (idareci) olacak. Sizin aleyhinize olan, kendilerinin lehine olan şekilde hükmedecekler.
Eğer onları dinlemezseniz sizi öldürecekler, itaat ederseniz sizi sapıtacaklar. Onlara karşı Meryem oğlu İsa Aleyhisselam’ın arkadaşlarının davrandığı gibi davranın. Onlar ki testerelerle biçildiler, çarmıha gerildiler ama yine de davalarından vazgeçmediler. Allah’a itaat ederek ölüm, Allah’a isyan ederek yaşamaktan daha hayırlıdır.” (Hadis alimlerinden İmam Taberani Mu’cemu’l Kebir, Mu’cemu’s Sağir ve Şamiin isimli eserlerinde rivayet etti.)
Bu deliller bize gösteriyor ki yöneticinin boyunun, saçının, diplomasının vs. Bir önemi yoktur. O ancak İslam ile yönetme iradesine sahip olacaktır. Ki tarihte müslüman yöneticiler İslamdan başka bir nizamla yönetmediler ve de küfür üzere bir yönetici olmadılar.
1- Tarihi süreç içerisinde yöneticiler…
Tarihi süreç içerisinde halifeler hiç bir ülkenin veya ideolojinin altında kalarak, onlara bağımlılıklarını fikri veya ameli olarak ortaya koyup ümmeti yönetmiş değillerdir. İslam’ın hakim olduğu dönemler içerisinde dünyadaki büyük devletlerden halifeler hiç bir şekilde etkilenmediler. Ümmette dışarıdan, yönetim şekillerinden etkilenerek yönetici seçme yoluna gitmemişlerdir. O günde diğer ülkelerde yöneticiler seçiliyordu. Bu yöneticiler ya ruhani yöneticiler şeklinde idi (Roma’da papaz gibi) ya da krallar (Bizans Kralı) gibi idi. Fakat İslam alemi Hilafetin var olduğu dönem içerisinde hiç bir şekilde böyle bir özentiye girmemiştir. Hatta İslam ümmeti yöneticilerinden bir çok zulüm görmüş olsada başka bir şekilde yönetici tayınına gitmemişlerdir. Çünkü onlar şu düstura sahipti:
Müslim de Huzeyfe’den Hz. Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
“Benden sonra benim hidayetimle hareket etmeyen ve benim sünnetime uymayan imamlar gelecektir. Onların arasında insan bedeninde şeytan kalpleri olan kişiler olacaktır.” Ben, “Ya Resulullah! Böyle bir zamanda yaşayacak olursam vazifem nedir?” diye sorum. O hazret, “Sırtına kırbaç vursalar ve malını yağmalasalar bile itaat et.” buyurdu!
Ubade b. Samit’ten rivayet edilmiştir ki;
“Rasulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’e zor ve kolay günlerimizde işitip itaat edeceğimize, idareciler ile (idareyi ele geçirmek için) tartışmayacağımıza, halkın kınamasından korkmayıp sadece Allah’tan korkarak hakkı her yere taşıyıp söyleyeceğimize dair biat ettik.”(Buhari Kitabu’l Ahkam c. 8 S. 122 Bab 43, Müslim c. 6 s. 14, Nesei c. 2 s 180)
Yöneticilerin yanlış yapmaması veya hataya düşmemesi gibi diğer insanlardan ayrı bir özelliği yoktur. Aynı şekilde onlar masum değiller ve de peygamberler gibi korunmuşta değillerdir. Dolayısı ile hataya düşebilirler. İnsani vasıflarından bazı özellikler öne çıkabilir. Fakat bu hata Allah’ın nizamlarını bırakıpta başka yönetim şekillerine yönelme gibi bir yönelişi meşru kılmaz. Öylesi durumda yöneticiye itaatten elçekilir.
İşte böylesi durumlarda, tarihte ümmet yönetici ile karşılaşma iradesine sahipti. Yöneticinin karşısına geçip hakkı söylemekten asla geri durmazlardı. Pek azı müstesna yöneticilerde şer’i çerçeve içerisinde kalarak hata etmeme gayreti göstermiştir. Bir çok işgaller olmuş fakat bu dönemler içerisinde yöneticilerin sömürgecilere veya başka nizamlara bağlılığından asla bahsedilemez. O günün Bizans devleti, Pers Krallığı, Yemen Krallığı, Çin ve diğerlerinden etkilenen İslam beldesinde bir yönetici dahi gösterilemez. İslamda yöneticiyi seçme yolunun biat alma şeklinde olduğu ve bu biatın yöneticinin İslamla yönettiği sürece geçerli olduğu ümmet tarafından ve yöneticiler tarafından çok iyi biliniyordu. Bu yapıya o kadar özen gösteriliyordu ki ümmet bunun dışındaki bir yönetici atamaya karşı anında direncini gösteriyordu. Muaviye’nin knedinden sonra oğlu Yezid’i yönetici atamasına karşı sergilediği tavır gibi. Taki bu hal çöküntü döneminin sonlarına kadar sürmüştür. Yöneticilerdeki dışardan etkileşim çöküntü döneminde de pek gözükmez. En zor dönmede de yine İslam ile hükmetmişlerdir. Hilafet yıkılana dek bu durum bu şekilde devam etmiştir. Hilafetin hayattan kaldırılması ile birlikte İslam aleminde tek bir yönetici yoktur ki sömürgecilere boyun eğmiş olmasın veya onların yönetici seçiminin dışında gelmiş olsunlar. Bu hem şahsiyet olarak hemde uyguladıkları nizam olarak böyledir. Şekillendikleri ve örnek aldıkları batı yönetim sistemi olmuştur.
2- Batının yöneticileri ataması ile İslam’da yöneticileri atama asla birbiri ile uyuşmaz.
Batıdaki yani küfür devletlerindeki yönetim anlayışı özgürlükler temeli üzeredir. Yani kapitalizm içeriklidir. Bu minvalde yöneticilerde özgürlükler ilkesine göre seçilir. Kapitalizmin uygulandığı ülkelerde yöneticinin vasıfları pek o kadar da önemli değildir. Özgürlükler temelinde; yönetici kadın da olabilir, eşcinsel de olabilir, yalancı da olabilir, dolandırıcı da olabilir, rüşvetçi de olabilir, ataist te olabilir, ateşpereste olabilir vs… Halk özgürlülkleri benimsediği için bunlar pek yadırganmaz. Hatta menfaatleri gereği Müslüman bir şahsiyet te olabilir. Kişinin şahsi inançlarına değil yönetim nizamına bağlılığına bakılır. Onun için batıda seçimlerde Müslüman şahsiyetlerin bazı partilerden aday olmasına müsaade edilmektedir. Hatta onlar bakanlık koltuğuna dahi taşınmaktadır. Bu şahsiyetler Müslüman kimliği taşısalar da bulundukları yönetim nizamına aykırı hiç bir iş yaptıkları söylenemez. Başbakan da olsalar aynı konumlarını devam ettirirler.
Şu an İslam alemini batılılar dizayn ettiği için aynı vakıa İslam beldelerindeki yönetici seçiminde de mevcuttur. Onlar batının aşinası olduklarından batı ne derse aynı şekilde hareket ederler. Hatta batı öyle sinsi bir oyun tezgahlamıştır ki; batı seçim denetleme birimlerinin takip etmediği veya onaylamadığı veya hoşnut olmadığı yönetici seçimi batılılarca meşru sayılmamaktadır.
AYBYK’nın seçim denetleme misyonları Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Avrupa Yerel Özerklik Şartı ve Avrupa Konseyi organlarının seçimlerle ilgili belgeleri temelinde yürütülüyor. Seçimler; ülkelerin siyasi sistemleri, hukuksal koşulları, medyanın rolü, siyasi partiler ve seçim kampanyalarının finansmanı, seçim kampanyasında eşitlik ve görünürlüğe uyum, seçmenlerin bilgilendirilmesi, seçim sonrası idari yapılanma, muhalefete ayrılan rol, seçim sonuçlarına itiraz mekanizması ve sonuçların medya tarafından yansıtılması gibi kriterler esas alınarak denetleniyor. Denetim sırasında hükümet yetkilileri, siyasi parti temsilcileri, seçim kurulları, medya ve sivil toplum kuruluşlarıyla görüşülüyor.
Şu halde İslam ümmetinin kendi yöneticisini kendinin seçtiği söylenebilir mi?!
3- Olması gereken…
Olması gereken; öncelikle batı kültürünün etkisinden Müslümanların kurtulması gerekir. Çünkü bugün Müslümanlar batı kültüründen etkilendikleri için her şeye o açıdan bakmaktadırlar. Bu da onları kendi dinlerinden uzaklaştırdığı gibi seçtikleri yöneticilerle sorunlu yaşar kılmaktadır. Öyle ise bu sistem ve yöneticiler terk edilmelidir. Ümmet seçilecek yönetici adaylarına şunu sorduğunda; “seçildiğinizde bizi ne ile yöneteceksiniz?” alacağı cevap; “mevcut sistemle” olacaktır. Mevcut sistem ise küfür sistemidir. Yani kapitalizmdir. Onlar seçim meydanlarında “demokrasiyi en iyi şekilde uygulayacaklarını” haykırırlar. Bu durumda olması gereken; onların bu seçimlerini yüzlerine çarpmaktır.
Batının sunduğu idareciyi şeçme ve verdiği yetkisel hakların İslam’la çelişir olduğu görülmelidir. Seçimlerde Müslümanlar’ın önüne konan; “egemenliğin kaynağı halktır” şeklinde bilinen demokratik kural hâkimiyetin halka ait olduğu, kanunları koyanın halk olduğu anlamına gelir. Kimi seçerlerse seçsinler; bu ister cumhurbaşkanlığı seçşimi, ister başbakan seçimi, ister bakanlar seçimi, ister kral seçimi vs. olsun burada halkın seçimle yetkisi alınarak hakimiyet kişiye verilmektedir. Daha sonra bu; meclislerin oluşması, kanunları meclisin yapması ve başbakan veya cumhurbaşkanı tarafından onaylanması işlemeye başlar. Ki bu da batının tatbik ettiği sistemle aynıdır. Bu açıkça küfürdür ve olması gereken Müslümanların bu sitemi ve bu sistem altında yaşamaya çağıran yöneticileri reddetmeleri gerekir.
Olması gereken; hakimiyeti meclise veya başkana veren bir seçim şekli ile idareci seçimi değil Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’in hadisinde buyurduğu; “…Sonra nübüvvet yolu üzere hilâfet gelir…” (Ahmet b. Hanbel, Musned, c.4,s.273 ; Taberani) şeklinde İslamla yönetecek ve biat yolu ile seçilecek bir seçim olmalıdır. Nübüvvet yolu ise tamamen vahye dayalı bir yoldur. Buda gösteriyor ki; İslâm’da “egemenlik halkın” diyerek, halktan yetkiyi alıp Şeriatı dışlayan bir yönetici seçimi Müslümanların kabulleneceği bir yol değildir. Seçeçekleri kişi isterse dört-dörtlük Müslüman olsun… Olması gereken bu kişiyi de şiddetle reddetmektir.
Olması gereken; Allah Subhanehû ve Tealakatından gelen kanunları mükemmel bir şekilde tatbik edecek bir yönetici seçmektir. Ki bu da halifedir. Ümmet halife seçiminden önce sistem olarak İslam yönetimini yani yeniden hilafeti ikame etmelidir. Bu öncelikle olması gerekenlerdendir.
Nafi’den rivayetle;”Hz Ömer bana dedi ki; Rasulullah [SallAllahu ‘Aleyhi ve Sellem]’in şöyle dediğini işittim: مَنْ خَلَعَ يَدًا مِنْ طَاعَةٍ لَقِيَ اللَّهَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ لا حُجَّةَ لَهُ وَمَنْ مَاتَ وَلَيْسَ فِي عُنُقِهِ بَيْعَةٌ مَاتَ مِيتَةً جَاهِلِيَّةً“Kim Allah’a itaatten elini çekerse, Kıyamet gününde lehine hiçbir delil bulunmaksızın Allahu Teâla’yla karşılaşacaktır. Kim de boynunda Halife’ye biat olmadan ölürse cahiliye ölümü ile ölür.” (Müslim K. İmara H. No: 1851)
Tahir Şanlı