Dünyada gündem her ne kadar hızlı değişse de aslından hiç bir şey kaybetmiyor. Hak ve batıl savaşı… Adalet ve zulüm…
Batının 1924’te hilafeti kaldırarak elde ettiği üstünlük (!) akabinde İslam beldelerinde istikrar, huzur, refah, adalet, güven denen bir şey kalmadı. İslam aleminin her tarafında ateş yanmakta. Hatta İslam aleminin dışında kalıpta Müslümanların yaşadığı yerlerde de adaletten bahsetmek mümkün değil. Batı Müslümanları öcü göstererek kendi toplumu üzerinde İslam ve Müslüman düşmanlığı oluştururken yine bunlar üzerinden toplumlara korku siyaseti yürütmektedir. İslam ve Müslüman düşmanlığı… Bu NATO’nun Komünizm yıkılmadan önce batılıların taşıdığı düşüncenin, Komünizm yıkıldıktan sonra o dönemin (1995) NATO genel sereteri Willy Claes; “İslâm fundamentalizmi, komünizmden daha tehlikelidir” ve “NATO’nun yeni hedefi, radikal İslâm’la mücadele etmek olacaktır konseptini açıklamasından sonra açıkça yürütülen bir mücadelenin ürünüdür.
Batılılar siyasetlerini yürütürken kendi içlerinde İslam ve Müslüman karşıtı bir düşmanlık, Müslümanlardan gelebilecek ve tamamen varsayımlar üzerine kurgulanmış bir senaryo ile korku piskolojisi yürütmektedirler. Korku ise hem düşman olmayı hem de teslimiyeti doğurur. Böylece batılılar İslamdan ve Müslümanlardan gelebilecek bir saldırıdan korkarken aynı anda da kendilerini koruyacağına inandırılan devletlerine de sahip çıkacaklardır. Bu uygulamanın dönem dönem Amerikan kamuoyunda nasıl gerçekleştirildiği malumdur. 11 Eylül olaylarında olduğu gibi. Taliban’ı bahane ederek yürüttükleri siyaset… Veya en son Obama’nın İŞİD üzerinden kamuoyunu etkilemesi gibi…
Böylece batılılar gözünde İslam insanlık dışı bir nizam olarak algılanırken bataklık içerisinde boğuldukları demokrasilerini de sığınacakları, en güzel sistemmiş gibi göstermektedirler. Bu doğrultuda batıda gün geçtikçe İslam ve Müslüman düşmanlığı artış göstermektedir.
İslam çoğrafyasında ise korku, endişe ve umutsuzluk rüzgarları estirilmek istenmektedir. Batının, başta Amerika’nın gücünden korkmak, olayları endişe içerisinde izlemek, İslam’ın hayatlarında egemen olmasından umutları kesmek… verilmek istenen bu…
Amerika dönem dönem İslam aleminin herhangi bir beldesini savaş alanına çevirerek güç ve gövde gösterisi yapmaktadır. Afganistan, Irak, Somali, Suriye’de olduğu gibi. Veya İslam beldelerinde Rusya’nın, Çin’in ve diğer devletlerin işledikleri zulümler gibi. Bu durum kafirler karşısında güçsüzlüğü ve sahipsizliği meydana getirerek Müslümanlar üzerinde korku oluşturmaktadır. Buna İslam beldelerindeki yöneticilerin ihaneti de eklenince İslam’a yaklaşmak, İslam’dan bazı şeyler söylemek veya İslam’ın davetini yapmak endişe ile karşılanarak Müslümanlarda duraksamaya yol açmaktadır. Belkide İslami cemaatlerin bir çokları endişeler yüzünden yok olup gitmektedir. Baştaki heyecanları, amaçları, gayeleri sadece taşıdıkları endişeler nedeniyle yok olup gitmektedir. Acaba Amerika ve batı devletleri benide terörist gurup ilan eder mi? Aşırılıktan (!) dolayı batı güdümlü yöneticiler bizleri yargılar mı? Gibi endişeler Müslümanları olumsuz şekilde etkilemektedir. Bundan dolayı da İslam aleminde onlarca cemaat, gurup sistem içerisinde eriyip asıl yapılanmalarından uzaklaşıp sisteme enteğre olmuşlardır. Artık bir çoklarının İslamla ilgili bir iddiaları da kalmamıştır.
Tabii ki bu durum genel olarak Müslümanlarda artık İslam’ın geri dönüşünün mümkün olmayacağı, var olanla veya sistemin öngördüğü kadarı ile İslamı yaşama düşüncesine sevkediyor. Yani Müslümanlarda artık bir umutsuzluk hakim.
İslam aleminde yıllardır verilen mücadeleler sonucunda ortaya çıkan taplo batının ve onların hizmetçisi konumundaki yöneticilerin İslam’ın yeniden hayat bulmasına müsaade etmemeleridir. Etmeyecekler de! Bu onların kırmızı çizgileridir. Çünkü onlar biliyor ki İslam hayata inince düzenleri yok olup gidecektir. Aynen Medine’de devlet kurulduktan sonraki konum gibi.
Evet, dönem dönem Müslümanlar korku çemberini kırmaya çalışıyorlar. Çeçenistan’da, Afganistan’da, Keşmir’de, Cezayir’de… canlarını, mallarını ortaya koyarak mücadeleye giriyorlar. Tunus’ta, Libya’da, Mısır’da… yöneticilerin zulmüne dur demek için ayaklanabiliyorlar. Fakat her defasında kazanımları ellerinden çalınıyor. Ve arkasından batının kara propagandası geliyor; Amerika ve batılılar hala güçlü, bunlardan korkun…
Batılılar çarpışanları veya eylemcileri, terörist ilan etti, aşırı uçlar yok edilmesi kararlaştırıldı ve uluslararası anlaşmalar imzalandı, öyle ise batının hışmına uğramayalım bizide yok ederler endişesi…
Çarpışanları ve mücadele verenleri görüyoruz. Hiç biri başarılı olamadı. Cezayirde dahi seçimle kazandıkalrı halde Müslümanları başa getirmediler vs. Bu halde İslam geri gelmez.
Bu üzerinde durduğumuz üç nokta İŞİD bahane edilerek günümüzde baskın bir şekilde işlenmektedir. Suriye’de Esed’in zulmü unutulmuş, bölgede ittifaklar kurulmuş, buna hain idarecilerde dahil olmuş Müslümanların üzerine hergün tonlarca bomba yağdırılıyor. Evlerinden, yerlerinden kaçmak zorunda bırakılarak sefalet içerisinde, kaplarda yaşamaki çin BM’lerin kucağına atılıyor. Veyahut kafirlerin masa başında diktiği hainlerin yönetimine razı olmaları için baskı yapılıyor.
Korku, endişe ve umutsuzluk İslam Davetini taşımanın önünde büyük bir engeldir. Bu üç unsuru içerisinde barındıran kişiler ve kitleler hayatta asla başarılı olamazlar. Müslümanlar üzerlerinden bu üç hasleti atmak zorundadır.
Tarihi bilenler bu durumun aynısının Mekke’de Müslümanların başına geldiğini hatırlarlar. Mekkeli müşrikler müslüman olanlara karşı her türlü zulmü uyguluyor, kara propaganda yapıyor ve onların bütün çıkış yollarını kapatıyorlardı. Ama onlarda müşriklerin vermek istediği korku, endişe ve umutsuzluk hiç bir zaman etkili olamadı. Hz. Ömer Müslüman olmuş ve akabinde Hz. Ömer (ra) (M. 616) ile birlikte Peygamberimiz Aleyhisselâm ve müminler toplu halde meydana çıktılar ve namaz kılmak üzere Kabe’ye yürüdüler. Peygamberimiz Aleyhisselâmı öldürmek üzere gönderdikleri Hazreti Ömer’in; Peygamberimizin yanında diğer müslümanlarla beraber geldiğini gören kâfirler, endişeye kapıldılar. Hazreti Ömer’in meydan okuyan sözleri karşısında neye uğradıklarını şaşırdılar, her biri bir tarafa sıvıştılar. Bu olay Müslümanların müşriklerden korkmadığının bir belgesidir.
Allahu Teala inananlara şöyle buyurdu:
إِنَّمَا ذَلِكُمُ الشَّيْطَانُ يُخَوِّفُ أَوْلِيَاءهُ فَلاَ تَخَافُوهُمْ وَخَافُونِ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ
“Şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur. Eğer müminseniz onlardan korkmayın, benden korkun.” (Âli İmran 175)
Korkuya etki eden nedenlerden bir tanesi çaresizlik ve çözümsüzlüktür. Elhamdülillah İslam her ikisini de ortadan kaldırmıştır. Allah tek korkulması gereken yeğane güç sahibidir. Onun için Müslümanlar müşrik düzeni küçük görmüşlerdir. Bu günde Amerika müşrikler kadar güçsüz ve zayıftır.
İslam her alanda çözümler sunmuş, insanın hayatının her alanına düzenlemeler getirmiştir. Fiziki varlıklarını (cihadda, mallarını, canlarını) ortaya koymada geri durmayan Müslümanlar eğer bugünde siyasi varlıklarını taviz vermeden sergileyebilirlerse hiç bir endişeye kapılmadan doğru gördükleri istikamette yürüyebileceklerdir.
Umutsuzluk hayattan kopmak ve teslim olmaktır. Oysa İslam bunu yasaklamıştır. İslamın kendisi hayattır. Allahu Teala şöyle buyurdu:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ
“Ey mü’minler, Allah ve Peygamberi sizi hayat bağışlayacak ilkelere çağırdıkları zaman bu çağrıya olumlu karşılık veriniz.” (Enfal 24)
Bu çağrıya teslim olan hayata dönmüş olur. Çünkü İslam ona hayat vermekte ve her tür umutsuzluğunu yok etmektedir. Bunun dışında kalmak ise Müslümanda direnci kırar. Çünkü Müslümanlar umutsuzluğa kapılarak batıya teslim olduktan sonra batı Müslümanları etkisiz hale getirdi. Öyle ise Müslüman Allahu Teala’nın şu ayetine kulak vererek Allah’ın dininden ümidini kesmeyecek:
قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذِينَ أَسْرَفُوا عَلَى أَنفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِن رَّحْمَةِ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعًا إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ
“De ki: Ey (bütün kötülükleri yaparak) kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Çünkü Allah (c.c) bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O çok bağışlayan ziyade esirgeyendir.” (Zümer 53)
Burada sizlere Taif’te olanları hatırlamanızı isterim. Hz. Aişe şöyle anlatıyor: “Hz. Peygamber’den, acaba senin başına Uhud gününden daha şiddetlisi geldi mi?”diye sordum. Hz. Peygamber “Ben, Abdiyaleyl b. Abdi-Külâl’e sığınmak için baş vurduğumda beni kovdu. O kadar üzüldüm ki, âdeta kendimden geçmiş olarak geri döndüm. Karnü’s-Seâlib’e nasıl geldiğimi hatırlamıyorum. Ancak orada kendime geldim, başımı havaya kaldırdım. Baktım ki, bir bulut beni gölgeliyor. Cebrail de onun içinde duruyordu. Cebrail bana ‘Allah, kavminin sana söylediklerine ve sana yaptıklarına şahit oldu. Bunun için istediğini kendisine emredesin diye benimle birlikte dağlar meleğini gönderdi’ dedi. Cebrail’in sözünden sonra dağların meleği bana seslendi. Bana selam verdi ve ‘Ey Muhammed! Dilediğini yaparım. İstersen onların üzerine Ebu Kubeys ve el-Ahmer dağlarını kapatırım’ dedi. Ben de ‘Hayır, umarım ki Allah onların sulbünden Allah’a kulluk eden, Allah’ı birleyen ve O’na hiç bir şeyi ortak koşmayan kimseler yaratır’ dedim.” (Buharî, I/458 (Urve’den); Müslim; Nesâi)
Bütün bu olanlar İslam davetinin öninde birer engelmiş gibi görülmemeli. Resulullah (sav)’in verdiği mücadele gözönünde bulundurularak onun metodu üzere yürümeye devam edilmelidir. Şunu bilelim ki İslam yeniden hayat bulana kadar kafirler bu tür sinsi oyunlarına devam edeceklerdir. Amerikanın uzun yıllar süreceğini ifade ettiği bu savaş Müslümanları sürekli baskı altında tutma amaçlıdır. İnşaallah en kısa zamanda Raşidi hilafetin ilanı ile toz olup gidecektir. Allahu Teala şöyle buyurdu:
قُل لِّلَّذِينَ كَفَرُواْ سَتُغْلَبُونَ وَتُحْشَرُونَ إِلَى جَهَنَّمَ وَبِئْسَ الْمِهَادُ
“O inkârcı kâfirlere de ki, siz mutlaka yenilgiye uğrayacak ve toplanıp cehenneme doldurulacaksınız. Orası ne fena bir döşektir.” (Âli İmran 12)
Tahir Şanlı