Toplumsal dokunun temel taşlarından birisi de “itaat”tir.
Tahir Şanlı
Literatürde toplumun uzun uzun tarifleri yapılır. Ayrıca düşünürlerin, fikir adamlarının toplumun yapısı hakkındaki görüşlerine yer verilir. Bu noktada Takıyyûddin En-Nebhani’de toplum hakkında şunları söylemektedir:
“… Buradan toplumun; insan, düşünce, duygu ve nizamlardan müteşekkil olduğu, insanın da hayatta bu fikirler, duygular ve nizamlarla kayıtlı bulunduğu neticesi çıkar.” (İslam Nizamı s. 35)
Toplum konusunda bu tarifle yetineceğiz. Ancak toplumun, bireylerin, ailelerin ve her kesimin göz önünde bulundurması kaçınılmaz konulardan ve de en önemlilerinden bir tanesi de “itaattir”.
İtaat kelimesinin toplum tarafından anlaşılmayan bir yönü yoktur. Kapalı veya anlamında zorluk olan türden bir kelime olmayıp duyan kişi itaatle neyin kastedildiğini az-çok bilir. Kelimenin aslı Arapçadır. Arapça’da “ta, va, a” fiilinden türemiş bir mastar olup; dinleme, uyma, alınan emre göre hareket etme anlamlarına gelmektedir.
Bu konu ile iletişime geçtiğimizde karşımıza itaat ve itaattin zıddı itaatsizlikle karşılaşırız. Bunların ortasında başka ana tema oluşturacak kelime yoktur. Yani bu iki kelimenin ortası yoktur. Çünkü bu kelimenin ortaya çıkarttığı vakıa ve konusu gereği böyledir. Örneğin; insan Allah’a ya itaat eder veya isyan edip itaatsizlik gösterir. Fakat itaat kendi başlığı altında bölümlere ayrıldığı gibi itaatsizlik te kendi başlığı altında bölümlere ayrılır. Örneğin; yöneticiye itaat eden kişi nasıl bir yöneticiye itaat ettiği hakkında malumatı yoksa bu “körü körüne itaat” etmiş olur. Yine şer’i hükümlere itaatsizlik inkarı, isyanı, günahı doğurur. Kısacası itaatin ve inkarın ötesinde başka bir yol yoktur. İtaat ve itaatsizlik birer kavram/ıstılah olmayıp kelimedir. Onun için bu kelimeler daha çok bahsedildiği konular çerçevesinde değerlendirilir ve her alanda kullanmak mümkündür. Allah’a itaat, resule itaat, anne-babaya itaat, halifeye itaat, işverene itaat vs… Veya Allah’a karşı itaatsizlik, düzene karşı itaatsizlik, komutana karşı itaatsizlik vs…
Yukarıda toplumun tarifini yapmıştık. O tarifte de geçtiği gibi insanlar nizamlarla kayıtlıdır. Nizam, düzen ya Yaratıcı/Allah’tan gelir veya insanlar kendileri koyarlar. Buna göre de hayatlarını tanzim ederler. Ve böylece burada itaat ettikleri alanlar belli olur.
Düzenin dışına çıkmak itaatsizliği ortaya çıkartır. Bu doğrudur. Üzerinde yürüdüğü sistemden uzaklaşma açısındandır. İtaatsizlik belli bir düzenin/sistemin/inancın/ideolojinin hukukundan çıkarak boşalan o alanı başka bir anlayış, düşünce, hukuk, arzuyla başka bir itaat alanına yönlendirmektir. Yani itaatsizlik var olan düzenin dışına taşmaktır. Yine bir sisteme veya sistemden kaynaklanan herhangi bir kurala itaatsizlik başka bir sistem içerisinde, başka bir kurala itaate yönlenerek yerini bulur. Yani itaat ve itaatsizlik konuma göre yer değiştirebilir. Örneğin; Mekke’de müşrik düzene itaatsizlik çağrısı yapılıyordu. İtaatin ancak Allah’ın gönderdiği kanunlara olması gerektiği vurgulanıyordu. Bu çağrı Müşrik düzenden kurtulup Resulün (sav)’in getirdiği İslam dinine itaate götürdü.
Bugün de Müslümanların İslam dininden uzaklaşmaları veya İslam dinine itaatsizlik arzu ve hevaya, demokrasiye, laikliğe veya bunlardan çıkan nizama itaate yönlendirir. Böylesi bir durumdan bir Müslüman asla hoşnut olamaz. Israrla böylesi bir itaatten el çekilmelidir. Müslümanlar demokrasiye, laikliğe, cumhuriyete itaatsizliklerini alenen göstermek zorundadırlar. Öyle ki itaat ve itaatsizlik basitçe geçiştirilecek bir mesele değildir. İnkar ve isyan boyutu ile içerikli olup Allahu Teâlâ’nın gönderdiklerinin dışına çıkmakla alakalıdır.
Bu zaviyeden bakıldığında Müslümanların rahat olmamaları, bulundukları halin uykularını kaçırması gerekir. Çünkü ortada Allah’ı kızdıran çok büyük bir itaatsizlik vardırdır. Bu gün Allah’ın haram kıldıklarını helal sayan, hayatta Allah’a ve nizamlarına yer vermeyen, küfür kanunları ile yöneten yönetimler ve yöneticiler bulunmakta, bunlar Allah’a ve nizamlarına karşı savaş açmış vaziyettedirler. İslama karşı itaatsizlik ateşi her tarafı yakıp kavurmaktadır. Allahu Teala bu konuda şöyle buyuruyor:
“Kendilerine doğru yol açıkça belli olduktan sonra tekrar eski inkarlarına dönenlerin yaptıklarını şeytan kendilerine hoş göstermiştir ve hayallerle aldatmıştır. Çünkü onlar Allah’ın indirdiklerini beğenmeyenlere: “Biz size ileride bazı hususlarda itaat edeceğiz” dediler. Halbuki Allah onların gizlediklerini biliyor. Ya melekler yüzlerine ve arkalarına vura vura canlarını alırken halleri nice olacak?
Çünkü onlar Allah’ı gazablandıracak şeylere uydular ve O’nun rızasını hoş karşılamadılar. Bunun üzerine Allah da onların amellerini boşa çıkarı verdi.” (Muhammed 25-28)
Ayette belirtildiği gibi doğru yani itaat edilmesi gerekenler belli olduktan sonra itaatle oynamak toplumun temel taşlarını yerinden oynatmıştır. Arzu ve hevasına göre hayatına bir düzen koymaya çalışanlar, şeytanın, küfür düzenlerinin yaptıklarını hoş görenler, bu ikilem arasında gidip gelenler, bazen imanının hatırlayıp bazen unutanlar toplumun dinamiklerini bozmuştur. Veyahut toplumda temel esas alınacak, hayatı ona göre düzenleyecek İslam adına hiçbir sütun bırakılmamıştır. Bu hem inanç yönüyle hem de ameli yönüyle böyledir. Bu kargaşada kendini Allah’a adayan, O’nun yolunun takipçisi olacağını söyleyip Allah’a itaate davet edenler maalesef toplum dışına itilmektedir.
Biz biliyoruz ki bu toplumsal dokuya hayat veren itaat hususu mutlaka değişen cinstendir. Bu geçmişte nasıl değişmişse günümüzde de değişime uğrayacak yapıya sahiptir. Yani ister baskıyla olsun, ister okşayı okşayı şeytani yollarla verilmek istenen günün itaat misyonu isyana dönüştürülerek Allahu Teala’nın şu kavline göre;
“Aralarında hüküm verilmek üzere Allah’a ve peygamberine çağrılan müminlerin sözü sadece “işittik ve itaat ettik”dir. İşte kurtuluşa erenler bunlardır.” (Nur 51) değişime uğratılabilir.
Yine şu ayette olduğu gibi;
“Allah’a ve Peygambere itaat edenler, Allah’dan korkup buyruklarını çiğnemekten kaçınanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır.” (Nur 52)
Bu sıralama idareciler, yöneticiler (halife), yol emiri, hanımın kocasına itaati, çocukların anne–babaya itaati şeklinde sıralanıp devam eder. Her itaat edilmesi gerekenin konu kendi alanında kati düzenlemeler, kayıtlar getirdiği ve bunun bozulması karşısında hukuki cezalar uygulandığı bilinmektedir. Bu da elbette sistemin hayatta olmasını gerekli kılar. Yani itaati denetleyen ve koruyan yönetim sisteminin de varlığı söz konusudur. Böylece insanlar yönetimle birlikte hareket ederek toplumsal dokuyu koruma imkanına sahip olabilirler. İlişkilerin sağlıklı bir şekilde yürümesi, güven ve huzurun oluşması itaat temeli üzerinde düzenlemelerin uygulanabilirliğine bağlıdır. Bu elbette akidenin korunması ve Şer’i hükümleri de kapsar. Onun için itaat konusunda yönetim boyutu çok önemlidir. Bunun önemini Resulullah (sav) şöyle açıklıyor;
“İtaatten elini çeken kıyamet gününde Allah’a hüccetsiz (mazeretsiz) olarak kavuşur. Kim de boynunda biat olmadan ölürse o da cahiliye ölümü ile ölmüş olur.” (Sahihi Müslim)
Devlet itaatsizliği doğuran etkenleri ortadan kaldırmak için vardır. Aksi takdirde itaatsizliği doğuran etkenlerle mücadele işi zora girer. Bu hususta Hz. Ali (ra) idareciyi tesbih ipine benzetmektedir. İp kopunca tesbihin taneleri dağıldığı gibi, “idarecisini kaybeden toplum da dağılmaya mahkûmdur.” der.
Bu gün Allah’ın gönderdiklerine itaatsizlikten dolayı yeryüzü düzenini kaybetmiştir. Günümüzde mutlak manada huzur içerisinde yaşayan bir toplum göstermek mümkün değildir. Bu Müslümanlar için de geçerlidir. Allahu Teala şöyle buyurdu:
“Allah’a ve Resûlü’ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir.” (Enfal Suresi, 46)
Maalesef ayette belirtildiği gibi itaatten el çekildiği için Müslümanlar her alanda dağılmış ve güçlerini kaybetmişlerdir. Bunu devletten tutun toplumun katmanları olan, çekirdek yapısı aile denen yapıda dahi görmek mümkündür. Çünkü başımızdaki düzenler İslami olmadığı için Müslümanları sürekli Allah’a ve O’nun Resulü yolu ile gönderdiklerine itaatsizliğe/isyana teşvik etmektedir. Bu düzenler itaati Allah’a değil kendilerine istemektedirler. Böyle olunca Allah’a itaat suç sayılmaktadır. Bu düzenlere itaatsizlik ise hukuksuzluk sayılıp cezalandırılmaktadır. Daha açık bir ifade ile Müslümanların başındaki bu düzenler Müslümanları “inkara” zorlamaktadır. Evet bu böyledir. Çünkü bu düzenler kendilerini kanun koyucu olarak görüyor ve Allah’ın gönderdiği kanunları inkar edip onlarla mücadele ediyor. İtaati demokraside, laiklikte görüyor ve bunun hakimiyeti için mücadele ettiklerini her fırsatta dillendiriyorlar. Bu İslam’ı inkar değil de nedir?!
Mesele sadece itaatsizlik olsa onun altında inkar olmadığı müddetçe Müslümanlar günahkar konuma düşebilir veya düşürülebilir. Fakat şurasını çok iyi anlamak gerekir. Bu itaatsizlik sıradan bir itaatsizlik değildir. İnkâr ve isyan içerikli bir itaatsizliktir. İslâm’dan başka herhangi bir hukuk sistemini benimsemek, doğru görmek, inanmak, onun için çalışmak içeriklidir. İslam bu tür itaatsizliği küfre düşmek olarak nitelendirdi.
“Onlar Allah’ın nimetini bildikleri halde onu inkar ederler ve onların çoğu kafirdir.” (Nahl 83)
Onlar Allah’ın nimetini –ki nimetten kasıt İslam’ın kendisidir- , Muhammed’in peygamber olarak görevlendirileceğini itiraf ederler –yani Allah’ın varlığını tanırlar, O’nun hüküm koyucu olduğunu da bilirler, fakat bazı bahane ve gerekçelerle teviller yaparak Allah’ın hükümlerinden uzaklaşırlar- sonra da onu ısrarla inkâr ederler. Burada ısrarları ve inkarları; ondan uzaklaşmakla, onun hayata müdahalesine izin vermemekle bunun içinde müeyyideler uygulamakla ortaya çıkmaktadır. Bunlar ister yöneticiler olsun isterse bu yolu benimseyenler olsun çoğu kulluk sözleşmesindeki akideden kaynaklanan taahhütlerini yerine getirmeyerek dinden uzaklaşırlar. Allah’a iman, kulluk ve kulluğun gereği hükümlere karşı sorumluluk bilincini şuur altına iterek, örtbas edip inkârda ısrar etmekse inkarın doruk noktası kâfirliği doğurur.
Şunu bilmek gerekir ki; sadece inanmak yetmez, bu işin başlangıcı sayılır. Ancak itaat ameli yönü de ortaya çıkartmalıdır. Şer’i delillerden doğan düzenlemelere uyulmadığı sürece itaat doğmaz ve hiçbir yararı olmaz. Kısacası, kanun ya da kural, mutlaka itaat edildiğinde sonuç verir. İnanmak ve amel gerçekleştiğinde itaatin boyutu ortaya çıkar. Yaşam kaostan/kargaşadan kurtulur, topluma ve diğer parçalarına düzen gelir. Allahu Teala, itaat edenlere merhamet edeceği müjdesini verdi:
“Allah’a ve elçisine itaat edin ki merhamet olunasınız.” (Al-i İmran 132)
İnsan fıtratına uygun, sahih bir itaate ulaşmak kişinin Allah’a iman ettiğinin ve O’na kul olmayı kabul ettiğinin bir delilidir.
“Bunlar, Allah’ın sınırlarıdır. Kim Allah’a ve elçisine itaat ederse, onu altından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere sokar. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur.” (Nisa Suresi, 13)