Özellikle batı ülkelerinde yaşayan Müslümanların son aylarda gerçekleşen olumsuz batı propagandasının bir nevi saldırısı karşısında, adeta ne yapacağını şaşırmış durumda.
Şaşıranların özellikle dini hassasiyetten uzak olup ve aslında batı ile uyum içinde olduklarını zannedenlerin olması, işin vahamiyetini açığa kavuşturuyor. Yani artık Müslüman olduğunu söyleyen her birey, neredeyse kendisini birer potansiyel terörist muamelesini üzerinde hisseder hale gelmiş bulunmaktadır. Örneğin; sadece ismi Ahmed, Mustafa veya Zeynep olması dahi, meslek eğitimi veya iş bulma konusunda sıkıntı yaşamasında olduğu gibi. İnsanlar Müslüman görünümlü olanları veya eylemleri onların eylemine uymayanları, örneğin; helal et yemeleri gibi, yeterince entegre olmamış ve birer terörist olma potansiyeli olan kişiler olarak görmeye başladılar. Batıda egemen olan İslam düşmanlığı, son aylarda ve özellikle Avrupa’da gerçekleşen 2004 Madrid, 2005 Londra ve en son gerçekleşen 2015 Paris saldırılarından sonra, adeta zirve yapmış durumda. İşte bu yoğun propaganda karşısında en ılımlı ve uysal Müslümanlar dahi nasibini alıyor ve baskıyı hissediyorsa, gerisini artık siz düşünün. Lakin gerçekleri bilen ve olaylardan haberdar olan Müslümanlar ise bu olup bitenlerden olumsuz etkilenmekten daha ziyade olumlu bir şekilde motive olmaktadırlar. Çünkü basiret sahibi Müslümanlar Rabbimizin şu kavlini bilmektedirler:
Sen, dinlerine uymadıkça Yahudiler de, Hıristiyanlar da, senden asla hoşnut olmazlar. Allah’ın hidayeti asıl hidayetin ta kendisidir, de. Şayet sana gelen ilimden sonra, onların heveslerine uyacak olursan; and olsun ki senin için Allah tarafından ne bir yar bulunur, ne de bir yardımcı. (Bakara:120)
Dolayısıyla gerçekleri bilen ve Rabbimizin bu kavlinden haberdar olan her Müslüman, batıdan bir beklenti içerisinde olmaz ve olamaz. Lakin bu batıda yaşayan duyarlı ve objektif olarak meseleleri değerlendirmek isteyen insanların uyarılması ve bilinçlendirilmesine gerek yoktur anlamına gelmiyor. Tam tersine bu olup bitenler birçok batıda yaşayan gayri müslimin İslam’a girmesine sebep olmaktadır. Batıda her ay onbinlerce kişi Müslüman oluyor. Bu rakam tabi ki resmi olarak hiçbir yerde dile getirilmiyor. Fakat aklı olan ve etrafında olup biten şeyleri takip eden kişi mezkûr rakamın doğruluğunu teyit eder. Zaten son aylarda Almanya’nın Dresden kentinde PEGIDA olarak başlayan ve daha sonra birçok kente sıçrayan İslam ve yabancı düşmanlığı eksenli protestoların arkasında, kesinlikle bu korku yatıyor. Lakin batının yapmış olduğu bu davranış biçimi adeta şu atasözümüze benzemektedir; kaş yapayım derken göz çıkarmak! Dolayısıyla son çırpınışları onların yok olmalarına ve İslam’ın ise hızlı bir şekilde ilerlemesine biiznillah engel olmayacaktır.
Bu bağlamda şu hatırlatmayı yaptıktan sonra Ortadoğu ve Şia meselesine geçmek istiyorum. Özellikle Avrupa’da yaşayan Müslümanlar kesinlikle geri adım atmamaları gerekiyor. Bilakis daha aktif bir şekilde İslam karşıtlığının karşısında yerini almak zorunda. İslam dininin bize vermiş olduğu basiret ve üstün duruşu kesinlikle şu günlerde çok üst perdeden sergilemesi gerekiyor. Rabbimizin şu kavlini de hiçbir zaman aklından çıkartmaması gerekiyor:
Gevşemeyin, üzülmeyin, gerçekten inanmışsanız, mutlaka siz üstünsünüz. (Ali İmran: 139)
Ve yine Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
Her kim izzet istiyorsa bilsin ki izzet tamamıyla Allah’ındır. O’na hoş kelimeler yükselir, onu da salih amel yükseltir. Kötülükler kuranlara gelince, onlara şiddetli bir azab vardır. Onların tuzakları hep darmadağın olur. (Fatır: 10)
Gelelim özellikle batının Ortadoğu’da Müslümanlara karşı kullanmış olduğu “Şia” meselesine. Bu konuyu biraz deşmeden önce 22.01.2015 tarihinde haber ajanslarına düşen şu haberi sizlerle paylaşmak istiyorum. Haber şu şekilde:
El Kaide ve Yemen İhvan’ı Islah Partisine de savaş açan Husiler, Batı’dan da sessiz destek görüyor.
Paris saldırılarını gerçekleştiren Kuaşi kardeşlerin Yemen El Kaidesi adına hareket ettiklerini açıklamasından sonra gözlerin çevrildiği ülkede, son bir hafta içinde ‘İran darbesi’ gerçekleşti. Devlet Başkanı ABDrabbuh Mansur Hadi’yi konutunda ev hapsine alan İran yanlısı Husi militanlar dün yönetime anlaşma dikte etti.
Yeni Şafak’ın haberine göre, Riyad ve Tahran’ın bölgesel rekabetine sahne olan Yemen’de, İran yanlısı Şii Ensarullah Hareketi (Husiler) dün başkent Sana da dahil iki kent dışında tüm ülkede kontrolü ele geçirdi. Husiler Riyad destekli Devlet Başkanı Hadi’yi de ev hapsine aldı. Günboyu süren pazarlıklar sonucu Hadi, Husilerin taleplerini kabul etmek zorunda kaldı. (milliyet.com.tr – 22.01.15)
Bu haberinde ima etmiş olduğu batı ve İran birlikteliği herhalde kimsenin gözünden kaçmamış olan bir hakikat olsa gerek. Yani İran ve onunla beraber Şia düşüncesi kesinlikle batının rahatsız olmadığı, bilakis siyasal İslam karşısında bir koz olarak kullanmakta olduğunu görmek mümkün. Ortadoğu’da batı ve özellikle ABD Şia üzerinden Irak, Suriye, Lübnan ve son olarak ise Yemen kartını çok açık bir şekilde oynamaktadır. Bunu görmemek için kör olmak gerekiyor. Lakin ben burada belki kör olmadığı halde görememiş olanlara bir kaç örnek vermek istiyorum. Belki düşünürler ve aklederler umudu ile.
ABD’nin 1979 yılında İran İslam Cumhuriyeti olarak kurmuş olduğu Şia İran devletinin gerçek misyonu gün geçtikçe daha da netlik kazanmakta. 1945 yılından önce Ortadoğu’da hemen hemen hiçbir varlığı olmayan ABD, ikinci dünya harbinden sonra, yeraltı kaynakların yoğun olduğu Ortadoğu’da varlık göstermeye çalıştı. Bu konuda ise kayda değer ilk başarısına, yeraltı kaynaklarının bol olduğu İran ile başladı. Daha sonra 1980 yılında, sekiz yıl sürecek, İran-Irak harbinin başlamasına sebep oldu. Nitekim İngiliz güdümlü olan ve yeraltı kaynaklarının bol olduğu Irak’ı kendi güdümüne geçirmenin gayreti içerisinde oldu. Daha sonra 1991 yılında birinci körfez savaşında ABD Irak’ı ele geçirmeye çalıştı, fakat başaramadı. Nihayet 2003 yılında ikinci körfez savaşında başarılı oldu ve Irak’tan İngiliz güdümünü bitirmiş oldu. Bu süreçte Irak’ta iktidarda bulunanların Şia kökenli olmaları herhalde tesadüf olmasa gerek. Örneğin 2006-2014 yılları arasında Nuri el Maliki ve şuan iktidarda bulunun Haydar el Abadi koyu Şia ve ABD hamisidir. Bunun haricinde Suriye’nin başında bulunun sapık nusayri inancına sahip olan Beşar Esad ve aveneleri yine Şianın bir kolu olarak İran’ın himayesine girmiş bulunmaktadır. Tabiki yine efendileri ABD’nin bir talimatı sonrasında. Lübnan üzerinden Hizbul-İran ise kesinlikle Suriye’de Beşar Esad’ı korumak için yine devreye girmiş bulunmakta. Yine son olarak ise açıkça Yemen’de İran (ABD) darbesinin yapıldığını söylemiş olmaları, ABD’nin Ortadoğu’da Şia düşüncesini nedence yoğun bir şekilde kullandıklarını bizlere göstermektedir. Şia inancına göre Mehdi’nin gaybde bulunmuş olması ve imamlarını sözde masum oluşları, tabiî ki batının bulunmaz bir nimet olarak istifade etmiş oldukları bir gerçek. Şia kesinlikle ikinci Raşidi Hilafet Devleti için mücadele etmemektedir. Bilakis onlar 1979 yılında kendi (sapık) devletlerini kurdukları için zaten bir hedef bu anlamda gütmemektedirler. Tam tersine onların, imamet ve ehlibeyt taassubu karşısında muhasebe edilebilen ve beşer olan bir Halife’nin nasp edilmesinin karşısında batının uşaklığını yapmaktadırlar.
Özellikle Afganistan ve Irak harbi konusunda İran’ın yapmış olduğu kısmen gizle bazen açık desteklerini görmek kesinlikle mümkün. Hatta bu son aylarda neredeyse çok açık ve resmi ağızlardan dillendirilmeye dahi başladı. Göstermelik ambargonun yakın zamanda kaldırılması herhalde kimse için sürpriz olmasa gerek. Rabbim tüm hainlerin ve özellikle Müslüman kılıklı hainlerin intikamını tez zamanda alabilmemiz umudu ve arzusu ile en kısa zamanda ikinci Raşidi Hilafet Devlet’ini nasip eylesin.
Kardeşiniz Mehmet Aydın
25.01.2015