‘Avrupa uygarlığının kalbi neresi’ sorusu karşısında akla gelen ilk başkent herhalde Paris olurdu. Avrupa mitinin ölümüyle birlikte hem Paris hem de Londra kıtanın önemli başkentleri olsalar da artık Batının merkezi değiller. Ne var ki Batı denilen uygarlığın oluşumunda; fikri, teknik ve siyasi olarak belirleyen bu merkezler oldu.
Modern uygarlık sorunu olarak iklim konusunun ele alındığı dünya çapında bir zirve toplandı Paris’te. Rakamlara bakılacak olursa dev bir organizasyon ve sanki insanlığın geleceğine karar verilecek.
En son 2009’da yapılan ve uzun vadeli ortak iklim stratejileri bağlamında uzlaşmaya en çok yaklaşıldığı Kopenhag zirvesinden sonra 147 ülke lideri ve 40 bin kişi katılıyor. Kısaca COP21 adıyla anılan iklim zirvesinin ana gündemi karbon salınımının azaltılması. Başka bir ifadeyle sanayi devriminden bu yana küresel ölçekte 2 derece artan dünya ısısının kontrol altına alınması meselesi. Zirvede, bu yükselişin 1,5 derecede sabitlenmesi yahut daha aşağıya çekilip çekilmemesi gibi konular tartışılıyor.
Sera gazı salınımı ve dolayısıyla ısı artışı gibi bir insanlık felaketiyle karşı karşıya iken bunları önlemek için üçüncü dünya ülkelerine bunun için yapılacak yardımlar, gelişmiş ülkelerin söz verdiği miktarların yerine getirilip getirilmemesi de gündemde… Mesela son zirvede zenginlerin 2020 yılına kadar 100 milyar dolarlık kaynak aktarmaları kararlaştırılmıştı ama bu sözler yerine getirilmedi.
Aslında tüm dünyayı ilgilendiren ama kimsenin gerçekte ne olup bittiğini anlamadığı bu küresel maskeli baloda bir tür ayin icra ediliyor.
Küresel ölçekte insanlık durumunu ilgilendiren hayati konuyu çözecekmiş gibi yapan, maskeli balonun aktörleri elbette kuzeyin zengin ülkeleri. Zaten tartışma için milat sayılan tarih bile çok şeyi açıklıyor: Sanayi devrimi öncesi dünyanın ısısına dönebilmek. Bu bir bakıma şu demektir; tüm bu felaketlerin sorumlusu sanayi devrimiyle başlayan batı hegemonik sistemi ve onun insana, doğaya, eşyaya karşı tutumu ve bundan neşet eden uygarlığı… Modern Batı uygarlığı ilkin kutsalı dışlayarak rasyonel aklı mutlaklaştırdı, insanı seküler birey haline getirdi, hazzı yüceltti… Tabiatı, Allah’ın bir emaneti olarak görmek, onunla uyum içinde yaşamak yerine alt edilmesi gereken bir canavara dönüştüren aydınlanmacı aklın teknik başarıları ile insanlık mirası maddi uygarlık tarafından hunharca yağmalandı.
Bu yağma zenginliği, sömürgeciliği ve askeri gücü doğurdu. Batı uygarlığı kendi dışındaki tüm kadim medeniyetleri alt ettiğini düşünerek dünya üzerindeki egemenliğini adeta sarsılmayacak şekilde pekiştirdiğini düşündü. Batı ve diğerleri (west and rest) anlayışının sosyo-ekonomik yansıması ise Avrupa’nın-Amerika’nın refahı ve tüketim alışkanlıklarına tüm dünyanın adeta feda edilmesi oldu. Elbette Batı bu seviyeye yatarak gelmedi, müthiş bir çaba, donanım ve bilgi birikimiyle bir sonuç elde etti. Ne var ki önce dünyayı sonra toprağı ve nihayet iklimi de yağmalayan bir insanlık sorunu haline geldi modern Batı uygarlığı. Kutsalı, vahyi reddeden bir kültür ve uygarlık anlayışının insanlığa çıkardığı bir faturadır bu; son 200 yıllık macera ile tosladığımız duvar.
Gelinen noktada çevreci tartışmalar dahil siyasi karar vericilerin izlediği strateji Batı toplumlarının hayat tarzını, tüketim alışkanlıklarını sürdürebilir olmaya matuf. Zengin ülkelerin hayat tarzlarında bir eksilme olmadan henüz bu aşamaya gelmeyen fakir ve az gelişmiş ülkeleri durdurmak. Özetle, Batının geldiği kalkınmışlık (tabiatı ve iklimi tahrip etme kapasitesi) geri dönülemeyecek noktaya gelmiştir. Bu sebeple henüz sanayileşmemiş toplumları kontrol altın almak; böylece hem küresel tehdit nedeniyle faturayı Batı dışı toplumlara ödetmek hem de mevcut tüketim alışkanlıklarını sürdürmeyi mümkün kılmak istiyor. Bu stratejinin iklim zirvesinde somutlaşan fedakarlık (!) boyutu iseİ yerine getirilmeyen, fakir ülkelere “tedbir almaları” için ayrılan bütçeler.
Endüstrileşmiş ülkelerin sanayi çöplüğüne dönen Çin’i tedbirler almaya ikna etmek en büyük hamleleri olabilir. Bu tür konularda Avrupalılara göre daha duyarsız olan Amerika’nın alınacak kararı Senatoda geçiremeyeceği için (Cumhuriyetçilerin hâkimiyeti bahanesi) attığı imzalar da bağlayıcı olmayacak…
İnsanlık sorunu haline gelen kapitalist büyüme iştahının insanlık adına kurdukalrı iri cümlelrin nasıl büyük bir göz boyama olduğunun en somut örneklerinden biri Alman otomotiv devinin yazılımdaki sahtecilikle yaptığı karbon salınımında bir kez daha ortaya çıktı. Amerikan-Alman rekabetinin ortaya çıkardığı oyunda ortaya çıkmayanların yanı sıra uygarlaşma gereği kanıksadıklarımızı düşündüğümüde felaketin boyutlarını belki kavrayabiliriz.
İklim ve çevre sorunları temelde bir insanın kendisi, evren ve yaratıcı ile olan ilişkisinden bağımsız değildir. Bu bağı yok sayan, tahrip eden bir uygarlık; insanlığın geleceğini de tahrip etmektedir.
Akif Emre / Yeni Safak