Home / News / OKUYUCUDAN / Nerde Ümmette Ibrahimi Iman?
islam devleti default

Nerde Ümmette Ibrahimi Iman?

 

Allah cc ye ne kadar şükretsek azdır. Bizi Müslüman olarak yarattı yine duamız o ki Müslüman olarak ölmeyi nasip etsin. Yanlış bildiklerimizden dönmeyi bizlere nasip etsin, hakkı hak olarak bilip tabii olmayı batılıda batıl olarak bilip ondan kaçmayı nasip etsin İnşallah.

Ayeti kerimede buyrulduğu üzere;

Bunların arkasından gelenler şöyle derler: Rabbimiz! Bizi ve bizden önce gelip geçmiş îmânlı kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde, îmân edenlere karşı hiçbir kin bırakma! Rabbimiz! Şüphesiz ki sen çok şefkatli, çok merhametlisin. (haşr 10)

 “Peygamber size ne verdi ise onu alın, neyi de yasakladı ise ondan sakının. Allah’tan korkun, çünkü Allah, azabı çok çetin olandır.”  (Haşr 7) 

Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde selim akıl sahipleri için elbette ibretler vardır. (Ali imran 190)

Göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda bilenler için elbette ibretler vardır. (rum 22 )

Gaşiye suresinde;

 

  1. Deveye bakmıyorlar mı, nasıl yaratılmıştır! 18.Göğe bakmıyorlar mı, nasıl yükseltilmiştir! 19.Dağlara bakmıyorlar mı, nasıl dikilmişlerdir! 20.Yeryüzüne bakmıyorlar mı, nasıl yayılmıştır

 

Bir çok ayeti kerimelerde Allah cc bizlerin dikkatini hissedile bilen eşyanın üzerine çekmektedir düşünmemizi akılla iman edilmesi gerektiğini açıklamaktadır. Ve iste Hz.  İbrahim Allah’ın yardımı ile aklen Allah’ın varlığına nasıl iman ettiğini bizlere kuran bildirmektedir. Bütün insanların bundan ders çıkarması lazım değilimdir.

Hangi Müslüman eşyaya bakarak Allah’ın varlığını kanıtlamaya çalışmıştır.

 

Üzerine gece bastırınca, bir yıldız gördü: “Rabb’im budur.” dedi. Yıldız batınca da:” Ben batanları sevmem.” dedi. (enam 6)

 

 Ay’ı doğarken gördü: “Rabb’im budur.” dedi. O da batınca: “Yemin ederim ki, Rabbim bana doğru yolu göstermeseydi, elbette sapıklığa düşen topluluktan olurdum.” dedi.  (Enam 77)

 

 Güneş’i doğarken görünce: “Rabb’im budur, bu hepsinden büyük.” dedi. O da batınca dedi ki: “Ey kavmim! Ben sizin (Allah’a) ortak koştuğunuz şeylerden uzağım.” (enam 78)

 

 “Ben yüzümü tamamen, gökleri ve yeri yoktan var edene çevirdim ve artık ben asla Allah’a ortak koşanlardan değilim. (enam 79)

 

“İnsanın fıtri özelliklerinden biri olan takdis iç güdüsünü akli olarak tam olmasa da yerine getirilmesi gerektiğini bildirdiği halde bizler ise duyduklarımıza örf ve adetlerimize bakmaya Özen göstermekteyiz Şimdi bir Müslüman nasıl Müslüman olduğunu Şu teraziye vurması lazım ki gerçek istenen Müslüman olduğunu anlasın, Hazreti Resul sav Efendimiz ‘in, Kur’ân ayetlerinin yanı sıra kendi ifade ve beyanlarıyla da tebliğ ettiği, sonra da İnsan-ı Kâmil oluşuna muvafık bir keyfiyette mükemmel bir temsille ortaya koyduğu ve Ashâb-ı Kiram efendilerimizin de Rehber-i Ekmel’den öğrenip uyguladıkları Müslümanlıktır, Gerçek Müslümanlık. Yoksa ben Müslümanım demekle iş bitmiyor bu teraziye ÖRF ve adetlere göre değil kitap ve sünnete uymadıkça Müslüman olunmaz. Müslüman adetlere göre değil İslam’a göre olunur.
Kişi hayatiyet taşıyan ‘nasıl yaratıldığı’ gibi soruları kendisine sormalı, cevap verirken de insaflı davranmalı, cevaplarda kesinlik ve katiyet aramalıdır. Bu kesinlik ve katiyet onda imanı meydana getirecektir. İman kelimesi şeksiz, şüphesiz emin olma anlamına gelir. Allah’a iman; yani onun varlığına iman, bizler için atalarımızdan kalma geleneksel bir iman olmaktan çıkıp, daha delilli ve tahkiki olmalıdır. Yani insan, Allah’a iman etmesi gerektiğini araştırma, incelemeler sonunda ikna olarak anlamalı ve bundan emin olmalıdır.(ibrahim Rabbine:

 

Ey Rabbim! Ölüyü nasıl dirilttiğini bana göster, demişti. Rabbi ona: Yoksa inanmadın mı? dedi. İbrahim: Hayır! İnandım, fakat kalbimin mutmain olması için (görmek istedim), dedi. Bunun üzerine Allah: Öyleyse dört tane kuş yakala, onları yanına al, sonra (kesip parçala), her dağın başına onlardan bir parça koy. Sonra da onları kendine çağır; koşarak sana gelirler. Bil ki Allah azîzdir, hakîmdir, buyurdu. (Bakara, 260)

 

İşte kalbin mutmain olsun ki  Bizi İbrahim’i imana götürsün aksi takdirde ise insanı meçhule götürür. Bu açıdan şöyledir iman insani doğru olduğu zaman doğru amele götürendir. Yoksa durum şu sekil olur. Kur’anı ezberleyen kişi, devesini bağlayıp kontrol altına alana benzer. Deve bırakıldığında kaybolduğu gibi, ilim sahibi de ilmine itina göstermediğinde ve ilmiyle amel etmediğinde ilmi unutulup gider. İlim dışa yansıyan ve amel ile açığa çıkan sağlam bir akide haline geldiği zaman iman olur ve sahibini korur.

 

Bu günümüzde olduğu gibi  maalesef ki ümmete hakim olan akide akli akideden ve nakli akideden  uzak Müslümanlar genel olmasa da İbrahim’i bir akide olmadan çok  uzaktır. Hani İbrahim Rabbine:

Ey Rabbim! Ölüyü nasıl dirilttiğini bana göster, demişti. Rabbi ona: Yoksa inanmadın mı? dedi. İbrahim: Hayır! İnandım, fakat kalbimin mutmain olması için (görmek istedim), dedi. Bakara260.

 Haşa İbrahim inanmadığından değil şüphesinin gitmesi için kalbinin mutmain olması için,  Günümüzde bir insanın araştırmacı değil de gelenekçi olan  bir Müslüman’ın, kalbinin mutmain olmadığını hep şüphe içerisinde olduğunu görmemekteyiz. İşte Allah (cc) buyurduğu gibi

 

 Dediler ki: Biz, babalarımızı bunlara tapar kimseler bulduk. (enbiya 53)

 Doğrusu, siz de, babalarınız da açık bir sapıklık içindesiniz,  (enbiya 54)  dedi. Bu konuda daha ileri gidersek Müslümanların bu hale gelmesindeki  en büyük etken önce ebeveynleri sonrasında ise gerçekleri bildikleri halde susanlardır, Lakin konumları gereği bu konuda en fazla gayret göstermesi gerekenler, Rasulullah’ın varisleri olan âlimler olması gerekirken tersini yapmaktadırlar.

 

Üç kuruş dünya menfaati için hakki gizleyenlerdir. Dünyevileşen âlimlerin bünyemizdeki tahribatları çok büyük olmuştur. Peygamberimiz,(SAV)

“İleride ineklerin otlanması gibi, dinleriyle yiyecek ve menfaat (çıkar) bekleyecek bir sınıf gelecektir. Onlardan sakınınız!’

buyurmuşlar. Yine Peygamberimizin

“Dünyalık ve şöhret düşkünü kişinin, dinine verdiği zarar, bir sürüye musallat olan iki aç kurttan daha fazladır”

Uyarısını hiç unutmamamız icap eder. bakara suresi 159  Ayette buyurduğu gibi İnsanları hidayete ulaştıracak Allah’ın ispat vasıtalarını gizleyen insanlar, sadece kendi günahları sebebiyle değil, başka insanların da dalâletine sebep oldukları için hem Allah’ın lânetine hem de bütün lânet edenlerin lânetine muhatap olacaklardır. Ama bunları demek topu taca atmak gibi olmasın, birilerini sorumlu tutarak bizleri bunlardan farklı görmek değil bizlerde üzerimize düşeni yapmadıkça sorumluyuz.

 

Bu ferdi meseledir iman konusu  ve  bugün Müslümanların bir çoğundaki iman tabiri caizse koca kari imanıdır. İşte bir örnek verelim nasıl iman edildiğini;   Günümüz Müslümanlarında  kişinin Müslüman anne ve babadan doğması bir avantaj kabul edildiği için olsa gerek ki her şeyi doğru bilir mantığı ile hareket edilir sorular ona göre sorulur cevapta ona göre olur elbette ki toplum ve aile Müslümansa çocukta Müslüman olur. Ne bir delile ne bir akla ihtiyaç duyulmaz öyle olunca da (küfürden) kurtlunmuş olur. Âmâ gerçekte hiçte öyle degildir. 

 Dediler ki: Biz, babalarımızı bunlara tapar kimseler bulduk. (enbiya 53)

 

Bugün bizde babalarımızı Müslüman olarak bulduk anlaşılmaktadır gerçek ne kadar doğru aranmaz. Ya yanlışsa baba ve analarımız yanlışsa?

 Doğrusu, siz de, babalarınız da açık bir sapıklık içindesiniz. (enbiya 54)

Dedi. İnsanoğlu aciz bir varlıktır.

 Ey Rabbim! Ölüyü nasıl dirilttiğini bana göster, demişti. Rabbi ona: Yoksa inanmadın mı? dedi. İbrahim: Hayır! İnandım, fakat kalbimin mutmain olması için (görmek istedim), dedi. (Bakara260).

Kalbin mutmain olduktan sonra İnsanoğlunda mevcut olan içgüdülerden tapınma içgüdüsü onu bir yaratıcıya kulluk etmeye zorlar.

 Müslüman’ın akidesini teslimiyetçi bir yolla değil, akılla öğrenmesi farzdır. Akidenin esası ile ilgili her şeyin öğrenilmesi gerekmektedir. Şunu iyi bilmek gerekir ki Bir şeyi öğrenen kimse öğrendiği şeye kendisi ile amel edecek derecede inanması gerekir. Yani akidesi ile ilgili olduğu sürece hiçbir şüpheye yer bırakmaması ve öğrendiği şeyle ilgili hakikatleri kesinlikle tasdik etmesi gerekir. işte İbrahim’i iman eden bir insan bu şekil iman ederse iman olur. İman ise; vakıaya uygun delile dayalı  kesin tasdik demektir. zira tasdik delilsiz olursa iman olmaz. Delilden kaynaklanmadıkça kesin tasdik gerçekleşmiş olmaz. Eğer delil olmaz ise kesinlikte olmaz. Böyle bir durumda ise sadece bir haber doğrulanmış olur ki, buda iman sayılmaz. Buna göre tasdikin kesinlik kazanabilmesi yani iman haline gele bilmesi için elbette bir delille dayanması gerekir. Bu nedenle iman edilmesi istenen her şeyin tasdikinin iman haline gele bilmesi için delilin varlığı zorunludur. Evet imanın oluşumundaki temel Sart delilin varlığıdır. Delil ise ya akli olur, ya da nakli olur. Delilin akli veya nakli olup olmadığını, kendisine iman edilmesi için hakkında kendisi ile delil getirilen konunun vakıası belirlemektedir. Kişi tahkiki imanı gerçekleştirdiği takdirde ebeveyn ne olursa olsun ister Yahudi bir anne babadan veya dinsiz bir anne babadan olması onu etkilemeyecektir. Çünkü o araştırması sonucu Allahu Teala’yı tespit edecektir

 

İslâm akidesinin iman edilmesini istediği şeyleri inceleyen kimse görür ki; Allaha imanın delili aklidir. Çünkü Allaha iman konusu duyularla algılanır. Zira duyular, varlıkların hepsini yaratanın var olduğunu hisleriyle idrak eder. Bu bağlamda bugün genelde olmasa bile ümmetin iman etme şekli bir haberi doğrulamaktan başka bir şey değildir hiç bir zaman Hz. İbrahim’i imana benzer yanında yok İbrahim’i iman ise aklı esas almaktadır. Mahdut olanın akılla mahdut olmayana ulaşması demektir. İşte budur İbrahim’i iman. His organları sağlıklı çalışan birinin iman etmesi için bir yerlere gitmesi gerekmiyor bilakis akıl baliğ olması, sağlıklı duyu organları olan bir insan her nerede olursa olsun akli imanla Allah’ın varlığına kurana ve peygambere iman edebilir.

 Buraya kadar olan akli olarak olması gereken Allaha imandır. Bizlere anlatılan ise örfü gelenek haline gelmiş akli iman esaslarına uymayan akli iman esaslarıyla nakli imanın karıştırılmasıdır. İşte genel olmasa da Müslümanların birçoğu imanı akli iman olarak değil nakli ve rivayet yolu ile iman etmişlerdir. Yani Türkçe tabiriyle koca kari imanıdır. Bu imanda insani mutlu değil mutsuz kılar. Mutsuz olan bir toplum ise kendisini mutlu edebilecek bazı batıl İslam dışı hurafelere itmektedir. İşte bu şekil bir imanın neticesinde de bidat ve hurafelerin hakim olduğu Müslümanlar İslam’dan uzaklaşmış İslam dışı kültürlerin etkisinde kalmış Müslümanların da örf, adet ve alışkanlıkları da değişmiştir İslam’ın hakikatinden uzaklaşan Müslümanlar güzel alışkanlıklarından da uzaklaşmışlardır. İnandığın gibi yasamazsan yaşadığın gibi inanırsın düşüncesi insanlara hakim oldu ve insan kendinde bulunan mefhumlarmış fikirlere göre yaşamaktadır. yaşadığımız zaman itibariyle de her türlü batıl  fikirlerin bidat, hurafeler ne kadar İslam dışı fikirler varsa İslam adına bunlara sahip çıkar olmuşlardır. Ey iman edenler iman edin dendiği halde İman etmenin neticesinde neler yok ki  işte örnek alınması gereken Hz. Muhammed ve İbrahim’i iman neticesinde imanda Allah’a itimat vardır, güven vardır, emniyet ve teslimiyet vardır. Zaten “iman” emniyetin, “İslam” teslimiyetin öbür adı değil midir?

 

İbrahim’i imanda yalan yoktur, danışıklı döğüş yoktur, tereddüt  yoktur, bahane yoktur, mazeret yoktur, taviz yoktur. Sisteme ne olursa olsun yalaklık yoktur. İbrahim’i iman sahibi bilir ki, imanda taviz İslam’dan çıkma alametidir. İmanından taviz veren felah bulmaz. İbrahim’i imanda, ateşe atlanması gerekiyorsa göz kırpmadan atlanmasıdır. İşte gerçek istenen iman budur. Ama günümüzde maalesef kuranda açıklanan gerçeklere iman ettiğini söyleyen yığınla insan yaşıyor dünyada. Oysa inançlarının ayrıntılarını biraz kurcalayacak olsanız çoğu bocalar. Nelere inandıkları da nedenleri de daha zihinlerinde netleşmiş değildir.. İşte gerçek İman sahipleri, İse putçular nezdinde put kırmanın bedelinin çok ağır olduğunu bilirler. İşte günümüzde istenen İbrahim’i iman esasları olmayan bir toplum ne hale gelir.

Ümmetin bugün hayatında hakim olan İslam değil hurafelerdir İslam diye inandıkları İbrahim’i iman esaslarına dayanmayan ve son din olan İslam kuran ve sünnet değil İslam’dan gösterilen bidatlerdir.

 

 İŞTE IBRAHİM’İ İMANIN TEZAHÜRÜ ŞUDUR.

 

 Ateşe atlarken,  “şaka” yapmak için değil “yanmak” için atlarlar. “Nasıl olsa yanmam” diye değil “yandım” diye atlarlar. Allah’la pazarlığa girişmezler. “Rabbim, ben senin için kırdım putları. Senin için reddettim nemrutları. Razı olman için inkar ettim tağutları. Şimdi sıra sende, hadi, sen de beni gör, gözet, kolla” demezler, pazarlık etmezler.

          İbrahim’i imana sahip olmak, Allah’a fatura çıkarmamaktır. Hele kullara hiç çıkarmamaktır. Allah için yaptığının faturasını kullara çıkaran Kafirleşme temayülüne girmiştir.

          Eğer biri böyle yapıyorsa, ya yaptığını, iddia ettiği gibi Allah için yapmamış; kullar için, el gördü lük yapmış, şan-şöhret için yapmış bunun sonucunda da “ecrini” Allah’tan beklemek yerine işin ucuzuna kaçarak insanlardan devşirme yoluna gitmiştir. Bu, imanda pazarlık, yani Yahudileşmektir, İslam’dan çıkmaktır.

          Eğer ateşe pazarlıksız atlarsa, asıl o zaman yanmayacaktır. Yanmayacak, çünkü ateşin yakma gücünü yaratan ona seslenecek:

          “Ey ateş! İbrahim’e serin ol, selamet ol! (enbiya 69)

          Bu, Allah’a pazarlıksız iman edenlere eşyanın kendi lisanınca teşekkürüdür.

          Bu, imanda pazarlık yaparak “Yahudileşenlere”, ateşin verdiği soylu bir derstir.

          Pazarlıksız imanın Hz. İbrahim’de bir başka örneğini daha görüyoruz.

          İsmail’ini, uzun süren evlat hasretinden sonra ömrünün sonunda kavuştuğu ciğerparesini Rabbine kurban verirken sergilediği tavır.

          Allah biliyordu ki, İbrahim, öz evladının boğazına bıçağı çalarken “gitti yavrum!…” diye çalıyordu.

          “Şike” yoktu. Bu bir imtihandı. Hz. Yahya da peygamberdi ama koç gibi boğazlanmıştı.

          “Şaka” yoktu Allah’ın sünnetinde. Bu bir sınavdı ve sınavların en çetiniydi. Ateşe atlamaktan bin beterdi çok sevdiği yavrusunu kurban etmek. Kurban, ateşle sınanan imanın son çetin sınavıydı.

          Ben İsmail’i yatırırım, tam kurban edecekken Allah koçu gönderiverir, diye düşünmemişti İbrahim. Çünkü o, Rabbinin ifadesiyle “çok vefalı” idi.  Bir baba olarak, hem de çocuğunu çok seven bir baba olarak çalmıştı bıçağı.

          Pazarlık yapmamıştı. Ben tam kurban edecekken, sen koçu gönderiverirsin Ya Rabbi, dememişti. Pazarlık yapmadığı için koç yetişivermişti.

          Bu örnek de, Allah’a pazarlıksız iman edenlere hayvanın verdiği soylu bir dersti. Sen Allah’a candan kurban olursan, senin için kurban olacak koçlar gönderilecektir, mesajıydı bu; kurban olanlara, kurban olunur mesajıydı.

 

PAZARLIKSIZ İMANA KUR’ANİ BİR ÖRNEK

         

Pazarlıksız imanın nasıl olması gerektiğini imanda pazarlık yaparak Yahudileşen İsrail oğullarına firavunun sihirbazları vasıtasıyla öğrenmişti Allah.

          Kur’an’ın pazarlıksız imana gösterdiği en çarpıcı örneklerden biri olan firavunun sihirbazları olayı, sadece olayı bizzat izleyen İsrail oğullarına verilen bir mesaj değil, aynı zamanda gelecekte İnsanlığın imam toplumu(ümmet) olma görevini İsrail oğullarından devralacak olan Muhammed Ümmetine de bir mesajdır; imanda pazarlık ederek Yahudileşmeyin mesajı… Örnek bunun için Kur’an’a alınarak ölümsüzleştirilmiştir.

          Olayın öyküsü, ikisi de Mekke’de indirilen Şuara ve Araf surelerinde yer almıştır.

          İsrail oğullarının Yahudileşme sürecini uzun uzun işleyen ve Medine’de indirilen Bakara suresinde bu olaya yer verilmemiştir.

          Olayın, daha Mekke döneminin ilk yıllarında ele alınması çok anlamlıdır. Bununla, bin bir işkence ve acı ile imanın imtihanından geçen Mekke dönemi Müslümanlarına pazarlıksız imanın tarihi örnekleri gösteriliyor ve adeta “siz de öncekiler gibi, asılsanız da, kesilseniz de imanınızda pazarlığa yanaşmayın” deniliyordu.

          Sümeyye, Bilal, Habbab, Zinnire gibi isimlerin uğradığı işkenceler karşısında sergiledikleri soylu tavır, Allah’ın bu örnekle verdiği mesajın, Mekke’nin imanı işkencelerde sınanan yiğit Müslümanlarınca iyi alındığının bir delilidir.

          Bilindiği gibi Allah, Hz. Musa’ya, İslam’ı toplumun siyasi önderlerine tebliğ etmesini, eğer reddederlerse kavmini alıp müşrik toplumdan ve onların önderinden beraat edip uzaklaşmasını emreder. Hz. Musa bu emri uygulamak için kendisini “en büyük rab” ilan eden Mısır kralına çıkar ve “ben alemlerin Rabbinin bir elçisiyim” der. Allah adına yalan söylemediğini, elinde bunu ispat edecek beyyine olduğunu söyler. Firavun mucizeyi görmek isteyince Musa, Allah’ın kendi elinde yarattığı “yed-i beyza” ve “asa” mucizelerini gösterir. Firavun, iman etmek yerine olaya “akılcı” ve “kuru mantıkla” yaklaşarak, mucizeleri “sihir” olarak niteler.

          Firavun olayı millet meclisine getirir. Meclisin kararı, Hz. Musa ve kardeşi Harun’un göz hapsinde tutulması, tüm ülkenin en ünlü sihirbazlarının çağrılarak Musa’nın, Allah’tan vahiy alan bir peygamber değil de yalancı bir büyücü olduğunun ispatlanması yolundadır.

          Sihirbazlar galip gelmeleri halinde alacakları ödül için Mısır kralıyla pazarlığa girişirler. Kral, ödül yanında fazladan olarak onları maiyyetine memur olarak alacağını vaat eder. Sihirbazlar bir takım kimyasal maddelerden yaptıkları ‘göz boyacılık’ ve ‘el çabukluğuna’ dayalı marifetlerini sergileyince, Hz. Musa, Allah’ın kendisine verdiği mucize olan “asa”yı kullanarak sihirbazları mağlup eder. Tabi tüm ümidini sihirbazlara bağlamış olan firavun ve hükümeti halkın önünde rezil-rüsva olurlar.

          İşte bu anda hiç beklenmedik bir olay gerçekleşir; firavunun nefretinden deli edecek bir olay. İddialı bir biçimde sahneye çıkan sihirbazlar, mağlup etmek için çıktıkları meydanda yenilmekle kalmamışlar, olayı izlemek için oraya toplanmış bütün bir halkın gözleri önünde imanlarını ilan etmişlerdir. Olayı Kur’an’ın dilinden takip edelim:

 

Sihirbazlar hemen secde ederek yere kapandılar.

 “Âlemlerin Rabbine îmân ettik.” dediler.


Musa (A.S) ve Harun (A.S)’ın Rabbine (îmân ettik).

 

 (Firavun): “Benim size izin vermemden evvel, siz O’na îmân ettiniz. Muhakkak ki O, size sihri öğreten büyüğünüz (ustanız). Artık yakında elbette bileceksiniz. Ellerinizi ve ayaklarınızı mutlaka çaprazlama kestireceğim. Ve sizin hepinizi mutlaka astıracağım.” dedi.

 

 “Önemli değil. Muhakkak ki biz, Rabbimize dönücüleriz (dönecek olanlarız).” dediler.

Muhakkak ki biz, mü’minlerin ilki olduk diye Rabbimizin, hatalarımızı mağfiret etmesini umuyoruz (istiyoruz). (şuara 46-51)

 

 

İşte budur pazarlıksız iman. Allah’tan emin olup iman ermek, Allah’a teslim olup İslam’a girmek budur.

          Sihirbazlar, oracıkta Musa(as)’ ın gözüne bakıp pazarlığa girişebilirlerdi. En azından, “biz senin Rabbine iman edersek bize ne var?” diyebilirlerdi. Ya da, eğer firavuna değil de senin Rabbine iman edersek, bizi firavunun zulmünden korur mu? Demediler. Dedikleri tek şey vardı:

          İman ettik alemlerin Rabbine …

          Böylece Mısır’ın “sahte rabbini” inkar etmişlerdi. Kendini “rab” ilan eden Mısır lideri, onları asıp-kesmekle tehdit ettiğinde, bir an tereddüde kapılmadılar. İmanlarının imtihanını verme vaktinin geldiğini anlayarak, pazarlık yapma yerine şunu söylediler:

          Olsun, nasıl olsa Rabbimize döneceğiz.

          Ve rıza halkasını boyunlarına geçirip dünyanın en özgür insanı oldular, canı verene can verecek kadar özgür…

          Tek istekleri vardı, şan değil, şöhret değil, devlet değil, refah değil, ‘hizmet’ adı altında makam ve mansıp değil, tek istek: İmanla ölmek için sabır:

          Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır da bizi Müslümanlar olarak öldür!”

          Olayın Şuara suresinde anlatılan kısmında burada olmayan bir ayrıntı var. Bu ayrıntıdan sihirbazların iman ettikleri için değil pazarlık yapmak, engin bir tevazu ve Rabb karşısında duydukları haşyetle “Biz, inananların ilki olduğumuz için Rabbimizin hatalarımızı bağışlayacağını umarız.” Diyorlardı.

          Pazarlık yapmadıkları gibi hava da atmıyorlar, fatura çıkarmıyorlar. Musa’nın gözüne bakıp “hadi göster marifetini de bizi kurtar ölmeden de demiyorlar. Ya ne diyorlar firavunun tehdidine karşılık:

          Boş ver, Zaten biz Rabbimize döneceğiz. Biz inananların ilki olduğumuz için Rabb’imizin bizi bağışlayacağını umarız.

          Ödül yerine af istemek…

          Hava atmak yerine boyun bükmek…

          Pazarlık yapmak yerine teslim (islam) olmak…

          İşte emniyet, işte hürriyet!…

          İmanın en garantili güvenlik, İslam’ın en büyük özgürlük ve barış olduğunu kanlarıyla tarihe yazıyorlar…

          Bu örneklerin anlatıldığı Mekke’de de imanda pazarlığa yanaşmadıkları için canlarından olan insanlar vardı. Bunların başında Yaser ailesi geliyordu. Mekke’nin kodamanları onlara işkence ettikçe Rasulullah onları kızgın kayalıkta ziyarete geliyor ve şöyle teselli ediyordu:

          Sabır ey Yasir ailesi! Randevunuz cennette!

          Konuyla ilgili tüm kaynakları taradığımızda şu ilginç sonuçla karşılaşıyoruz: Bu ağır işkenceler altındaki insanlar Rasulullah’tan “bizi kurtar”, “bizi koru” gibi hiçbir talepte bulunmuyorlar. Gördükleri işkenceyi onun başına kakmıyorlar. Rasulullah da onlara “ahiret” dışında hiçbir şey vaat etmiyor.

          Taraflar, ne karşılığında neyin elde edileceğinden eminler.

          Pazarlık yok.

          İman var.

          Rasulullah’ın bir gece yarısı operasyonuyla pekala kurtarıp şehir dışına çıkartabileceği bu insanların cennetine engel olmamasını şartları açısından değil de akide ve terbiye açısından ele almak daha izah edici olacaktır. Çünkü dönem imanın imtihanını verme dönemiydi.

 

 “EY İMAN EDENLER, İMAN EDİN!”

 

Ey iman edenler, iman edin…

          Yani, ey pazarlıklı iman edenler, yüzdelikli iman edenler, yarım yamalak iman edenler, pazarlıksız, yüzde yüz, adam gibi iman edin…

          Ey, Allah’la biraz Müslüman biraz laik olmak için pazarlık edenler!

          Ey, göklerin hakimiyetini Allah’a, yeryüzünün hakimiyetini tağutlara verenler!

          Ey, Allah’ıma da inanırım, falcıma ve burcuma da diyenler!

          Ey, Allah rızası için yaptığını söyleyip, karşılığının tümünü kullardan bekleyenler!

          Ey, Allah yolunda çektiği eziyet ve belaların faturasını Allah’a çıkarıp, Rabb’ına “şantaj” yapanlar!

          Ey, ölünceye kadar isyan içinde yaşayıp sonunda vereceği “sus payı”(ıskat) ile kurtulacağını sananlar!

          Ey, Allah rızası için yaptığını söyleyip, afişe adı yazılmayınca yan çizenler!

          Ey, cahili hayatı terkedip İslami hayatı benimseyince, kendisi gibi nefislerini değiştirememiş Müslümanlardan el bebek-gül bebek muamelesi görmek isteyip de göremeyince imanını donduranlar.

          Ey, ihtida ettiğinin senesinde, sözde Müslümanların zılgıtını yiyince, Allah’a, “biz seninle böyle anlaşmamıştık” dercesine eski tanrılarına rücu edenler!

          Ey, mücadelesinde başarıya ulaşmayınca işi tam Yahudiler gibi ticarete bozup Allah’a kahredemediği için davasına kahredenler!

          Ey, ahmaklığı yüzünden İslam’ın terbiyesinden geçmemiş Müslümanlara kendisini teslim ettiği için kündeye gelip sırtı yere değince, Allah’tan tazminat isteyenler!

          Ey, peygamber varisi alimleri, İslami önderleri Yahudiler gibi soru yağmuruna tutup, sorgu hakimi kesilenler!

          Ey, kulluğunu ifa etmek için rüyasında bir ak sakallı nur yüzlü piri faninin elinde bade nuş etmeyi gözleyenler!

          Bu tavırlarınız hep birer Yahudileşme alametidir. Yahudileşmeyin. İmanda pazarlık olmaz.

          İman etmek gök oluğunun altına başı tutmaktır. O oluktan ne akarsa kabul etmektir.

          İman etmek kayıtsız şartsız Allah’a teslim olmaktır, tıpkı İbrahim(as)  gibi:

          Rabbi kendisine “teslim ol!” dediğinde

          Dedi: “Teslim oldum alemlerin rabb’ine!”

Rabbimiz, bizi sana teslim olmuş kullardan et, soyumuzdan da Müslüman bir ümmet izhar eyle. İbadet yerlerini, ibadetimizin yolunu yordamını göster bize. Tövbe ettikçe tövbemizi kabul et. Şüphe yok ki sen, tövbeleri kabul eden rahimsin (bakara 128)

 

Ey Allah’ım sabır kalelerimizi sağlamlaştır, faniliğini algılamakta zorlandığımız dünyada bizleri her zaman tevekkül zırhıyla zırhlandır.

*Allah’ım söz ve fiillerinde samimi, suskunluklarında münzevi ve adımlarında muttaki olmanın kararlılığını lütfet bilincimize…

*Allah’ım bizlere bir vücudun âzâları gibi olma bilincini bahşet…

*Allah’ım kapıldığımız dünyanın faniliğini, ölümün aniliğini, hesabın şeditliğini bizlere hatırlamayı nasip et…

*Allah’ım bu ümmete zalimlerin, kâfirlerin ve işbirlikçilerinin tasallutundan kurtulup tek bir devlet tek bir halife etrafında daha önce başardığı gibi dünya sahnesinde izzet ve şeref dolu senin rızana lâyık bir tarih yazmayı lütfet.

Ey Mülkün sahibi!

Ey nuru yerleri ve gökleri kuşatan Allah’ım!
Senin vâdini gerçekleştirmek için ayaklarımızı sabit kıl. Allah’ım biz mustazaflara yardımını ulaştır, rahmetini ve merhametini eksik etme üzerimizden

 

Bu konuda sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki; Müslümanların uzunca bir tarih süzgecinden erken uğradıkları değişim sürecindeki yanlış itikat, bidat ve hurafelerle dolu hayat tarzının etkisini kısa bir zaman diliminde Müslümanlar içerisinden söküp atmak ve bu hastalıkları tedavi etmek mümkün değildir. Bu hastalıklardan kurtulmak için bütün tepki ve kötü ithamlara göğüs gerecek, hiçbir kınayıcının kınamasından yılmayacak imanda pazarlık yapmayacak Allaha güvenecek , itimat edecek güvenecek teslim olacak dava adamlarına ihtiyaç bulunmaktadır. İşte İbrahim’i imanlı olursa bir toplum neden hayatında köklü değişim olmasın. İşte bu şekilde olan bir toplumda anca İbrahim’i iman olur ki hem de ne iman olur.

 

Bunların arkasından gelenler şöyle derler: Rabbimiz! Bizi ve bizden önce gelip geçmiş îmânlı kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde, îmân edenlere karşı hiçbir kin bırakma! Rabbimiz! Şüphesiz ki sen çok şefkatli, çok merhametlisin. (haşr 10)

 

Ebu Zehra           

Ayrıca...

islam devleti default

İslam’da Hükümlere Mantık Eklemek Ne Kadar Doğru?

Hükümlere mantık eklemek ümmette düşünme metodu haline gelmiş, ancak hükümlerde mantığı kullanmak İslam’a aykırı ve …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir