İslamcı hareketler, geleneksel İslami hareketlerin aksine, prototest direniş hareketleri olarak başlamıştır. Yani bir tür tepkisel hareketlerdir. Sömürgeciliğe, Batı’ya ve modern hayata direniş protest yönün en önemli kalemleridir. İslamcı hareketlerin üzerinde mutabık olduğu en önemli ortak yönlerden biri ise İsrail karşıtlığı hatta İsrail düşmanlığıdır.
İsrail’in Filistin’de Müslümanlara uyguladığı insanlık dışı politikalar, İslamcı hareketlerin en önemli gündem maddesini oluşturmuştur. Hatta varlık nedenini sadece Filistin’in, Kudüs’ün kurtarılması olarak gösteren İslamcı hareketler bile olmuştur.
20. yüzyıl boyunca İsrail karşıtlığı sadece İslamcı hareketleri değil, neredeyse tüm İslami hareketleri birleştiren ortak bir dava haline dönüşmüştür. İslami hareketler içinde İsrail’i ‘dost’ olarak nitelendiren herhangi bir hareket hatırlamıyorum. İsrail’i müttefiki ilan eden bir İslami hareket de hatırlamıyorum.
İsrail, Müslüman ülkelerle iyi ilişkiler geliştirmek istese de, Mısır gibi İsrail’le iyi ilişkiler kurmaya çalışanlar olsa da ‘dost’, ‘müttefik’ gibi kelimeleri açıktan kullanan Müslüman devlet bulmak da zordur…
Türkiye, daha doğrusu ‘İslamcı’ diye bilinen Erdoğan ve hükümeti şu sıralar tüm bu tabuları yıkıyor ve çok farklı bir İslamcı hareket profili çiziyor.
Hatırlayacaksınız, geçtiğimiz yılın son ayında AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik, İsrail’i “Türkiye’nin dostu” ilan etti.
Bir dönem Türkiye’de İslamcılığın teorisyenlerinden biri olarak da bilinen Çelik, “Kuşkusuz İsrail devleti ve halkı Türkiye’nin dostudur” dedi.
Çelik, bu ifadesini daha sonraki günlerde de tekrar etti, yani bunun bir dil sürçmesi olmadığını, kendisinin ve partisinin samimi görüşü olduğunu kabul etmiş oldu…
Doğrusunu isterseniz ben de hiçbir devletle çatışma istemem. Barışta ve iyi ilişkilerde her zaman fayda görürüm. Ancak bir devlet için ‘dost’ kelimesini kullanmak için önce bazı şartların yerine gelmesi gerekir. İslamcı bilinen Ömer Çelik ve Erdoğan’ın İsrail’i “dost” sayarken hangi kriterleri dikkate aldıklarını doğrusu merak ediyorum…
“İSRAİL’E İHTİYACIMIZ VAR”
Ömer Çelik’in konuşmasından kısa bir süre sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan çıktı meydana ve dedi ki “İsrail’e ihtiyacımız var”.
Gerçi Erdoğan aynı zamanda İsrail’in de bize ihtiyacı olduğunu söyledi ama cümlenin özü İsrail’e muhtaç olduğumuz idi.
Yaşanan onca sıkıntıya rağmen, bir ülkenin devlet başkanı hâlâ “İsrail’e ihtiyacımız var, onunla ilişkilerimizi düzeltmeliyiz” diyorsa o ülke İsrail’e muhtaç demektir. Türkiye gerçekten İsrail’e muhtaç mı? Yoksa İsrail’e muhtaç olan Erdoğan mı?
“İSRAİL MÜTTEFİKİMİZ”
Ömer Çelik ve Erdoğan’ı geçtiğimiz hafta Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi izledi ve Zeybekçi şu tarihi sözleri söyledi:
“Bizim için İsrail önemli bir müttefik gerek ekonomik gerek askeri gerek stratejik anlamda işbirliği amaçladığımız, ülkemizin menfaatlerini en üst düzeyde maksimize edecek ilişki seviyelerinde olmak kaydıyla, böyle bir müttefik ülke, iş birliği yapmamız gereken bir ülke.”
Zeybekçi “müttefik” kelimesini bilerek kullanıyor ve Türkiye ile İsrail’in hem askeri alanda hem de ekonomi alanında Türkiye’nin müttefiki olduğunu iddia ediyor…
Benim bildiğim kadarıyla hiçbir İslamcı/İslami hareket İsrail hakkında bu kadar ileri gitmemişti. Erbakan mezarından doğrulsa ve bu cümleleri duysa herhalde duyduklarına inanamaz, çok ağır sözler söylerdi…
İsrail dostu ve müttefiki, İsrail’e muhtaç bir İslamcılığın dünyada eşi ve benzeri yok… Bu anlamda Erdoğan ve arkadaşları dünyada bir ilki başarıyorlar… Belki de Erdoğan tam da bunu yapmak istiyor, yani İslamcı olmadığını, Batı için korkulacak biri olmadığını kendi diliyle anlatmaya çalışıyor…
MAVİ MARMARA ANLAŞMASI: BÜYÜK BİR YENİLGİ
Birkaç gün önce bu köşede yazdığımız gibi İsrail ve Türkiye Mavi Marmara ile başlayan krizi sona erdirdiler ve bir anlaşmaya vardılar. Hükümet yanlısı gazeteler anlaşmayı Türkiye’nin zaferi olarak gösterip, “her istediğimizi aldık” diyorlar.
Bu doğru değil!
Mavi Marmara katliamının kanı yerde kaldı…
Hepsi maalesef boşu boşuna ölmüş oldular…
Türkiye Cumhuriyeti devleti o insanları koruyamadığı gibi, ölülerinin hakkını da koruyamadı.
İsrail’le yapılan anlaşma sonucunda katliamı yapanların yargılanmamasını kabul etmiş olduk. Yani 9 kişiyi bilerek ve isteyerek, Türkiye’ye gözdağı vermek için katleden, bunun emirlerini veren hiç kimse hapis yatmayacak, ceza çekmeyecek. Aleyhlerine dava bile açılamayacak…
İsrail’in ölenlerin yakınlarına ödemesi istenen 21 milyon dolar bile doğrudan İsrail’den geliyor görünmeyecek. İsrail bu parayı bağımsız bir fona aktaracak, ödeme oradan yapılacak. Böylece İsrail ölümlerden sorumlu olduğunu tazminat yoluyla bile kabul etmemiş olacak.
Bunun anlamı şu; katledilen ve hayatları karartılan insanların bedeli 21 milyon dolar. Hepsi bu… İsrail, yeniden katliam yapmak isterse hemen ardından Türkiye’ye dönüp diyecek ki, “dur hemen kızma, kaç paraysa hemen ödeyeyim.”
Anlaşma gerçekten onur kırıcı…
Bu arada İsrail Başbakanı Netanyahu’nun ABD’nin baskısıyla özür dilemesi de güme gitti. Öyle bir hava oluştu ki sanki Türkiye özür diledi.
GAZZE ABLUKASI
Mavi Marmara’dan sonra Türkiye, İsrail’le ilişkilerini koparmıştı. O günlerde Erdoğan, yeniden barışmak için 3 şart öne sürdü. Bu şartlar (1) özür, (2) tazminat ve (3) Gazze ablukasının sona erdirilmesiydi.
O günlerde de yazdım, İsrail Gazze’ye ablukanın kaldırılmasına asla izin vermez. Çünkü ablukanın kalkması Gazze’nin gerçek anlamda bağımsız olması ve güçlenmesi demektir. Bunu ise İsrail göze alamaz. Zaten Mavi Marmara Krizi de bu yüzden çıkmadı mı. İnsani yardım filosu doğrudan Gazze’ye gitmek yerine bir İsrail limanına uğrasa, oradan izin alıp Gazze’ye geçmiş olsaydı İsrail için sorun kalmayacaktı. Ama Mavi Marmara ve diğer gemiler doğrudan Gazze’ye gitme meydan okumasında bulundular ve İsrail de bu girişimi kanlı bir şekilde durdurdu.
Peki, Türkiye-İsrail Anlaşması, Gazze’ye ablukayı durduruyor mu?
Kesinlikle hayır!
Tam tersine Türkiye, İsrail’in Gazze üzerindeki otoritesini resmen tanıyor, ablukayı İsrail’in bir hakkı olarak görüyor. Nitekim Türk yetkililer abluka kelimesini artık ağızlarına almıyorlar, bunun yerine Gazze’ye insani yardım hakkı aldıklarını söylüyorlar. Bu kapsamda Türkiye Gazze’ye insani yardım gemileri yollayacak, ama doğrudan değil. Türk gemileri önce İsrail’e uğrayacak, oradan izin alıp, yani İsrail’in otoritesini tanıyıp, ardından izin verildiği şekliyle Gazze’ye gidebilecek.
Türkiye, anlaşmanın neden olduğu utancı azaltmak için Gazze’ye kesenin ucunu açacak, Gazze yardımları bir şova çevrilmeye çalışılacak.
Gazze’ye daha fazla insani yardım elbette beni de sevindiriyor. Ancak şunu da biliyorum, Türkiye’nin yapacağı hastane, enerji tesisi ve diğer yatırımların ömrü sadece 2 yıldır. Tıpkı geçmişte olduğu gibi Türkiye’nin ve diğer ülkelerin büyük umutlarla yaptıkları yatırımlar en fazla 2 yıl içinde İsrail jetleri veya füzeleri vuracak ve Gazze yeniden harabeye dönecek. Yardımlarla Gazze yeniden kurulacak ve sonrasında İsrail yine Gazze’yi harabeye çevirecek. Nereden biliyorsun, derseniz geçmişte bunu defalarca yaşadık. Gazze’yi harabe halinde tutmak İsrail’in devlet politikası.