AŞIRI DİNCİLİK (RADİKALCILIK) VE ILIMLILIK
Resulullah (S.A.V.) buyurdular ki:
“Allah, hudutları belirledi, onları aşmayın. Farzları belirledi, onları terk etmeyin. Haramları belirledi, onları işlemeyin.”
Bu günlerde; idareciler, düşünürler ve iletişim araçları (basın) “radikalcilik”, “radikal Müslümanlar” ve “ılımlılık”, “ılımlı Müslümanlar” tabirlerini; İslâmî Hareketler, İslâmî fikirler özellikle İslâm’ın siyasî fikirleri hakkındaki konuşmaları esnasında, sık sık kullanmakta, tartışmaktadırlar. Bu terimlerin genellikle; İslâm’ı ve İslâm davası için çalışmayı kötülemek maksadıyla; kullandığı gözlenmektedir.
Bu durum; İslâm ümmetinin, içinde bulunduğu sıkıntılarından; İslâmî hayata yeniden başlamaktan, Hilâfeti ikâme etmekten, İslâm’ın idareye, devlete ve bütün ilişkilere tekrar dönmesinden başka kurtuluşun olmadığını görmeye başlamasında sonra meydana geldi. Zira bundan sonra, Müslümanların çoğu İslâm için çalışmaya ve onun hükümlerine yapışmaya başladılar. Küfür nizamlarından, batının (günümüzde de var olan) haçlı saldırılarıyla içimize sızan, bulaşan küfür fikirlerinden kurtulmak; yürürlükteki anayasa ve kanunları reddederek kaldırıp atmak, küfür fikirlerinden olan demokrasi, kavmiyetçilik, vatancılık, sosyalizm, sosyal adalet, şahsi hürriyet, hümanistlik,vb. reddedip yok etmek, bu fikir ve nizamların yerine, İslâm siyasetini, fikirlerini ve nizamlarını hakim kılmak için kitleler, teşkilâtlar ve partiler kuruldu.
Bunların gerçekleşmesi ufukta görülmeye başlayınca; kâfirlerin ve küfür devletlerinin durumu aynı şekilde Müslümanların başlarındaki idarecilerin, batı kültürünün hayranları ve taşıyıcılarının durumu değişti. Bu gelişmeyi, ilerleyişi durdurmak için çareler yollar aramaya başladılar.
Bu gelişmenin önüne geçebilmek için başvurdukları yollardan, vasıtalardan birisi fikri yönden İslâm’a vurmaktır. Şöyle ki: İslâm’ın hükümlerini çirkin göstermek, Müslümanları İslâm davasından tiksindirmek, küfür fikirlerinin ve nizamlarının kökünden sökülüp atılması, insanları ezmekte olan tağutların zulmünü ve zulmetini ortadan kaldırmak için çalışmaktan Müslümanları uzaklaştırmak için tedbirler almaktalar. Sonra da Müslümanları, Hilâfetin ikâme edilmesine ve Allah’ın indirdikleri ile hükmedilen nizamın geri getirilmesine doğru gidişlerinden uzaklaştırmaya çalışmaktadırlar.
Radikacılık (aşırılık) radikalistler ve ılımlılık, ılımlılar tabirleri genellikle; İslâm için çalışan Müslümanlar için kullanılmakla tanınmışlardır. Fakat, bu tabirler, terimler içlerinde kötü, çirkin niyetin, maksadın bulunduğu anlarda kullanılmaktadır. Şöyle ki; Müslümanların başlarındaki idarecileri, zulüm yapmaktan, küfür hükümleri ile hükmetmekten, tağutluk yapmaktan nehyedene, bu idarecileri reddedene, inkâr edene ve Hilâfetin, Allah’ın indirdiği nizamın ikâme edilmesi için çalışana radikal (aşırı dinci) denildi.
Fakat, onları kendisine idareci olarak kabul eden ve onlardan razı olana, küfür nizamının hakimiyeti devam ederken kısmî ıslahat için çalışanlara ise “ılımlı” denildi. İşte onlar ‘İslâm düşmanları) böyle tedbir alıp icraatta bulunuyorlar. “Ilımlılığı” kendi nefisleri ve devletleri için fikirlerin ve görüşlerin kendisinden kaynaklandığı kaynak ve ideal kılmaktalar.
Halbuki Allah’u tealâ Müslümanlara İslâm’ın hükümleriyle kayıtlı olmalarını, Allah’ın kitabı ve Resulullah (S.A.V.)’in sünnetinden başkasına bağlanmamalarını vacip kılmaktadır.
Fakat o idareciler gelip kendi nefislerini Rab, devletlerini de din yerine koydular. İşte bu dalâlettir, sapıklıktır. İşte Allah’tan başka Rububiyet iddiasında bulunmaktır. Daha sonra onların batı kültürü ile kültürlenmiş uşakları, yardımcıları ve bazı şeyhler en büyük cürüm (suç) olduğu halde dalâlete, sapıklığa sözcülük yapmak için kendilerini hazırladılar, adadılar.
Resulullah (S.A.V.), Müslümanlara, zalim idarecilere karşı çıkmayı, onları reddetmeyi, inkâr etmeyi, zulümlerinden vazgeçirmek için onları görevlerinden almayı vacip kıldı. Nitekim Ebu Emâne Nebî (S.A.V.)’den şunu dediğini rivayet etmiştir:
“Allah yolunda cihadın en sevimlisi, gaddar, zorba bir idarecinin karşısında hak sözü söylemektir.”
Ebu Said el-Hudri’nin Nebî (S.A.V.)’den yapmış olduğu rivayette de şöyle buyrulmaktadır:
“Cihadın en efdal olanı; zorba, gaddar bir Sultan’ın yanında hakikatı söylemektir.” (Ebu Davud, Tirmizi)
Abdullah B. Mesudun rivayetinde ise:
“(Cihadın en efdal) zalimin zulmüne mani olmak ve onu hakka çevirmek için çalışmak”
Huzeyfe ise bu hadisin sonuna doğru şunu da rivayet etmiştir:
“…Değilse, Allah size azap gönderir, sonra dua edersiniz de sizin duanızı kabul etmez.” (Tirmizi)
O tağutlar; İslâm davası için tağutları makamlarından alaşağı etmek için çalışanları, onları inkâr, red edenleri “Radikacılık” ile itham etmekteler, ayıplamaktalar. Yani onlar İslâm’ın kendisini özellikle, onları yerlerinden ve koltuklarından, makamlarından uzaklaştırmayı isteyen İslâm’ın siyasî yönünü “radikalcilikla” ayıplamakta itham etmektedirler. Evet onlar böylesi ithamlarla direkt İslâmî kötülemek istiyorlar. Mesele, onların böylesi ithamları şu hadisi şerifi hiç saymak, red etmek anlamına gelir.
Resulullah (S.A.V.) buyurdu ki:
“Boynunda (bir halifeye) biat olmadan ölen kişi cahiliyye ölümü ile ölmüş olur.”
Daha sonra (o zalim idareciler) tağutlar; ihanetlerinde devam ettiler. Onlar; kâfirlerin dostluklarını ve kâfir devletlerden, Amerika, İngiltere, Rusya ya da Fransa’yı ve onlardan yardım dilenmelerini red eden, men eden herkesi radikal, karanlık düşünceli, mutaassıp olarak adlandırdılar. O idarecilerin, o kâfir devletlerden yardım dilemelerini ve dostluklarını kabul edeni ise; ılımlı, anlayışlı, müspet kişi olarak adlandırdılar.
İslâm ise; Müslümanlara ister Yahudi olsun ister ise Hıristiyan olsun kâfirlerle dostluk kurmalarını haram kılmakta. Onları dost ve yardımcı edinmelerini men etmektedir. Allah’u tealâ buyurmaktadır ki:
“Müminler müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesinler. Kim ki müminleri bırakıp kâfirleri dost edinirse; o Allah’tan ilişiğini kesmiş olur.” (Al-i İmran: 28)
“Ey iman edenler; Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin, onlar birbirlerinin dostlarıdırlar.” (Maide:51)
“Allah’a ve ahiret gününe iman eden hiç bir kavmi; Allah ve Resulüne düşmanlık edenleri; ister babaları olsun isterse çocukları, isterse kardeşleri ya da aşiretleri olsun; sever bulamazsın.” (Mücadele:22)
Sonunda, onlar bizi; İsrail ile sulh yapmayı kabullenmeye, onu tanımaya, onun Hayfa, Tel Aviv vb. Filistin’deki toprakları işgal etmesini ve mülk edinmesini hoş görüyle, ılımlı ve anlayışla karşılamaya zorluyorlar. işte İsrail ile sulh yapmayı men eden, reddeden ve onu tamamen yok etmeye çağıran müspet ve realist olmayan, radikal kişi denilmektedir.
Halbuki İslâm, İslâm topraklarına saldıran her kâfire karşı koymayı, reddetmeyi kâfirlerin İslâm topraklarından gasp etmiş oldukları, işgal ettikleri her karış toprağı geri almayı Müslümanlara vacip kılmaktadır. Bütün bunlar dinin açık hükümlerindendir. Bunları ancak kâfir ve cahil olan inkâr eder.
Şu kesin ki; onlar (kâfirler, İslâm düşmanları) siyasî, İslâmî harekete radikalcilikle (aşırı dincilikle) vasıflandırıyorlar. Siyasî olmayan İslâmî hareketleri, vatancılık, kavmiyetçilik hareketlerini ise; ılımlılık ile vasıflandırıyorlar. Çünkü bunlarda onların devletleri ve kendileri için tehlike yok.
İşte onlar böyle bu iki kelimenin (radikalcilik ve ılımlılık) manalarını bozuyor, değiştiriyorlar, çarpıtıyorlar. bu kelimelerle; Dinle, lügatle, bu ümmetin tamamının geleceği ile oynadıkları gibi bu kelimelerle de oynuyorlar.
Zira lügatte; ılımlılık; orta yol, orta haldir. Aşırıya karışmamak ölçüsü olmaktır. Keyfiyet ve kemiyet içinde bu duruma uyan her şey ılımlılıktır.
Radikacılık ise, köke bağımlı olmak, aşırı olmak, haddi aşmaktır.
Fakat ılımlılık(itidallik) şeri ıstılahta; şeri hükümler ile kayıtlı sorumlu, şerî hükümlerin gösterdiği istikamet üzerinde, Allah’ın vaz ettiği kanunlar çevresi içinde olmaktır. Radikacılık ise; şerî bir ıstılah değildir. Çünkü bu lafız, naslarda (kitap ve sünnette) varit olmadı. İslâm fakihleri bunu kullanmadılar. Onun için, bu kelimenin sözlük anlamından başka bir anlamı yoktur. Eğer biz bu kelimeyi şer3i açıdan kullanmak istersek, deriz ki; Radikacılık, Şeriatın koyduğu hudutları, sınırları aşmaktır. Yani, İslâm’ın hükümlerine muhalif olmaktır.
İşte Radikacılık ve işte ılımlılık. Farz namazların rekatlarını arttırmak ya da umre tavafını on tur yapmak ya da bizimle yaptıkları savaşa iştirak eden kâfirlerin çocuklarını öldürmekten men etmek ya da kendisinden şarap yapıldığı için üzümün yenilmesini haram kılmak ya da Allah’a yaklaşmak maksadı ile sert, katı elbiselerden giymeyi kendisine vacip kılmak ya da siyasî çalışmaları haram sayıp İslâm’ı iman, ibadet, ahlâk ve bazı muamelatla sınırlı kılmak ya da nafile ibadetten ve gece namazlarından alıkoyacağını düşünerek kendisini evlenmekten men etmek. işte bütün bunları, (İslâmî açıdan) aşırılık, Radikacılık, bağnazlık olarak kabul edilir. Çünkü, onlar vaaz edilmiş olan şeri hükümlerin belirlediği hudutları, sınırları aşmaktadır.
Bir şahsın ya da bir cemaatın; hayatın herhangi işi ile ilgili şeri delillerden sahih bir içtihatla elde edilen şeri hüküm, fikir ve görüşe bağlanması ya da İslâm davasını yüklenmesi, aşırılık, Radikacılık, bağnazlık değildir. Zira Müslümanlar tamamen İslâm’ın hükümleriyle kayıtlı olmaya, tamamına teslim olmaya ve Allah’ın kulları için vaaz ettiği kanunlara eksiltmeksizin ve arttırmaksızın bağımlı kalmaya zorunludurlar.
Anayasalar, kanunlar idarecilerin istekleri, kendi arzu ve hevesleri, adetleri, maslahatları ile çelişse dahi, Allah’ın hudutlarında durmak, onları aşmamak Müslümanlara vacip kılındı.
Allah’ın dinidir kendisine tabi olunması gereken en doğru yol. Allah’ın hudutlarıdır kendileriyle kayıtlı kılınması gereken. İslâm’ın hükümleridir, devlet idaresinde tatbik edilmesi ve kendisine çağrılması ve Müslümanları etrafında birleşmeleri ve hayata tekrar geri getirilmesi için çalışılması gereken. Allah’u tealâ buyuruyor ki:
“Aralarında Allah’ın indirdikleriyle hükmet, onların arzularına uyma. Seni Allah’ın indirdiği bazı hükümlerden uzaklaştırmaları, saptırmalarından sakın.” (Maide:49)
Her kim ki, bunları yerine getirirse; o (İslâmî açıdan) tutucudur, sorumludur, ılımlıdır (mutedildir). Fakat kim de bunlara karşı gelir, onlarla harb ederse, aşırı, haddi aşan (radikaldir), azgın, karşı gelen ve günahkar olandır. Zira Allah’u tealâ buyuruyor ki:
“İşte bunlar Allah’ın hudutlarıdır. Onları aşmayın. Kim ki Allah’ın hududunu aşarsa işte onlar hep zalimlerdir.” (Bakara: 229)
Bu saptırıcıları, bozguncuları, hakikatları çarpıtıcıları tanımaları onların sözlerinden, görüşlerine kanmaları, kulak asmamaları bilakis, onların sözlerini görüşlerini suratlarına fırlatmaları ve Allah’ın kitabı, Resulullah (S.A.V.)’in sünnetine sarılmaları Müslümanlara vacibdir. Zira Allah’ın kitabı ve Resulullah’ın sünnetindedir (hayat için devlet için) nizam ve Hak ile batılı ayırt eden kesin ölçü. İşte onlardan sapıldığında gerçekten felâket ve perişanlık var.
Kaynak: Raşidi Hilafet Dergisi, Sayı 6