Home / News / YAZILAR / TEFSİR / TEFSİR: FATİHA SURESİ
islam devleti default

TEFSİR: FATİHA SURESİ

 بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

-2

FATİHA SURESİ

 

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ(1) الْحَمْدُ للّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ(2) الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ(3) مَلِكِ يَوْمِ الدِّينِ(4) إِيَّاكَ نَعْبُدُ وإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ(5) اهدِنَا الصِّرَاطَ المُستَقِيمَ(6) صِرَاطَ الَّذِينَ أَنعَمتَ عَلَيهِمْ غَيرِ المَغضُوبِ عَلَيهِمْ وَلاَ الضَّالِّينَ(7)

Rahman, Rahim olan Allah’ın adıyla. Hamd; alemlerin Rabbı Allah’a mahsustur. Rahman’dır, Rahimdir. Din gününün sahibi. Yalnız Sana ibadet ederiz ve yalnız Senden yardım dileriz. Bizi dosdoğru yola ilet. Nimete erdirdiklerinin yoluna, gazaba uğrayanların ve dalalete düşenlerinkine değil.” (Fatiha 1-7)

 

-3-

Besmele:

 

Genelde her Müslüman besmeleyi çekerek işine başlar. Fakat bazı Müslümanlar besmele ile başlamanın maksadını bilmez veya düşünmez.  Bunu şu davranışlarından anlarız; yapmaya kalkıştıkları birçok işleri besmeleye ters düşer. Bazen haram işi yapmaya kalkışırken besmele çekerler. Oysa Müslüman Allah’ın adıyla hareket edip işleri yürütmeye başlarken O’nun hükmüyle hareket edip işleri yürütür. Bu nedenle Allah’ın emrine muhalefet etmez ve ters bir iş yapmaz.

Demokrasiye inananlar halkın adıyla hareket edip işleri ona göre yürütürler. Nitekim mahkeme ve meclislerine bunu yazdırdılar. Halkın çıkarttığı hükümler veya kanunlarla hareket edip işleri ona göre yürütürler. Kral, lider veya önder saydıkları veya yücelttikleri büyük adamları olunca bunların adıyla ve hükmüyle hareket edip işleri yürütürler.

Müslümanlar demokrasiye inanmadıkları ve herhangi büyük bir adama tabi olmadıkları için yalnız Allah’ın büyüklüğüne inanırlar ve onun adıyla, hükmüyle hareket edip yürür ve işleri yürütürler. Bu hükmü uygularken hata edebileceklerinden dolayı Allah’ın rahmetini dilerler. Rahim’in manası; çok rahmetli, Rahman’ın manası; pek çok rahmetlidir. Böylece; Müslümanlar rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla işleri başlatıp yürütürler.

Besmelenin manası; Allah’ımız senin emrinle işlerimizi yürütüyoruz, eğer hata edersek veya kusur göstersek senin rahmetini diliyoruz bizi bağışla!

 

-4-

Allah’a hamdetmenin meyvesi:

 

Allahu Teala bu sureyi besmeleden sonra, kendisine hamdetmekle başlattı. Bu nedenle Müslüman herhangi bir konudan bahsedecekse en güzel açılış besmele ile Allaha hamd ile olmalıdır. Hamdetmenin manası; övmektir. Kişi hamdetmekle Allah’tan memnun ve razı olduğunu gösterir. Çünkü Allah’ı övmekte, hem de sürekli övmektedir. Nitekim insan bir şeyi veya başka insanı överse bu o şeyden veya o insandan razı ve memnun olduğunu gösterir. Eğer bir insan Allah’tan memnun değilse o kafirdir. Nitekim her zaman zararda ve darda, sevinçte ve üzüntüde Allah’tan memnun kalmak ve razı olmak gerekir. Çünkü O bizi en güzel suretle yarattı, biz O’na aidiz, O’nun mülküne dâhiliz, istemeseydi bizi yaratmazdı. Allah bize her tür nimet verdi. Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem şöyle buyurdu:

“Müminin kişinin durumu ne kadar şaşırtıcıdır. Onun durumu hep hayırlıdır. Bu ancak müminin durumudur, başkasınınki değildir; eğer ona bir iyilik dokunursa Allah’a teşekkür eder, bununla kendisine sevap yazılır. Kendisine bir zarar dokunursa sabredip (Allah’a hamdeder), bunda da kendisi için sevap yazılır. Müslüman için Allah’ın her takdiri hayırlıdır.” (Müslim,Kütüb-i Sitte, Muhtasarı Tercüme ve Şerhi s.208) 

Kâfir Allah’tan ve O’nun hükmü ve takdirinden memnun kalmadığı için kendisine iyilik dokunursa şımarık ve azgın olur, kendisine zarar dokunursa Allah’a isyan eder ve kızar, kendi kendini üzüntüden parçalar, hatta öldürür. Kâfirler kendi kendilerini över ve yüceltmeye çalışırlar. Bunu her şeyi kendilerinin bildiklerinden, güçlerinden, buluşlarından, becerikli, ilimlerinden ve zekâlarından ileri geldiğini iddia edip kibirlenirler.

Âlemlerin rabbi olarak Allah’ı kabul ettik ve O’na inandık. Bu kâinatta her tür ve her cins bir âlemdir. İnsanlar bir âlem, hayvanlar bir âlem, cinler bir âlem, melekler bir âlemdir… Bütün âlemlerin sahibi, maliki, yetiştireni, hâkimi ve yürüteni Allah’tır. Zira rabbin manası; sahip, malik, yetiştiren, hâkim ve yürütendir. İnsan buna inanca Allah’ın hâkim olduğuna inanıp yalnız O’nun hükmünü kabul eder ve uygular. O’nun hükümlerini kapsayan Şeriat’ıyla hükmeder. Bunu kabul etmezse kâfir olur. Buna göre; Allah’ı rab edinip hamdeden kimse O’nun hükmünü kabul eder ve uygular.

Mümin her hangi bir iş bitirirse veya bir yere varırsa tekrar Allah’a hamd eder. Allah Nuh’u ve müminleri kurtarıp, gemi Cudi dağı üzerine oturunca onlara şunu deyin dedi:

” فقل الحمد الله الذي نجانا من القوم الظالمين”     

“Deki; Allah bizi zalim insanlardan kurtardığı için ona hamd olsun.” (Müminun 28)

Cennet ehlinin son duası Allah’a hamd olsun:

وآخر دعواهم أن الحمد الله رب العالمين”

“Onların (cennet ehlinin) son duaları alemlerin rabbi olan Allah’a hamd olsun.” (Yunus 10)

 

-5-

Ahiret’e imanın insanı haram işlemekten alıkoyması:

 

Bütün beşeriyetin hayatında büyük hüküm icra eden bu hakikat, âhiretin varlığına itikad etmek esasına dayanır. Mâlikiyyet; istilâ ve hâkimiyet derecelerinin en ileri şeklidir. Din günü; Ahirette hesap günüdür. Çok kere insanlar Allah’ın ulûhiyyetine ve ilk olarak kâinatın yaratanı olduğuna inanmışlardır ama bunun yanında hesap gününe inananlar az olmuştur…

Bunlardan bazıları hakkında Kur’anı Azimüşşan şöyle buyurur:

وَلَئِن سَأَلْتَهُم مَّنْ خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ لَيَقُولُنَّ اللَّهُ

“Eğer onlara gökleri ve yeri kim yarattı? diye soracak olursan şüphesiz ki Allah derler.”  (Zümer 38)

Mülkün kıyâmet gününe tahsisi; diğer günlerden onu nefyetmez. Zira daha önce Allah’ın âlemlerin Rabbi olduğu haberi geçmişti ve bu, dünya ve âhirete şamil idi. Mülkün kıyâmet gününe izafe edilmesinin sebebi o gün hiç bir kimsenin bir şey söyleyememesi ve Allah’ın izin verdiklerinden başkasının konuşamamasından dolayıdır. Nitekim Allah Teâla şöyle buyurur:

يَوْمَئِذٍ يَتَّبِعُونَ الدَّاعِيَ لَا عِوَجَ لَهُ وَخَشَعَت الْأَصْوَاتُ لِلرَّحْمَنِ فَلَا تَسْمَعُ إِلَّا هَمْسًا

“O gün hiç bir tarafa sapmadan o davetçiye uyacaklardır. Sesler Rahmân’ın heybetinden kısılmıştır ve sen fısıltıdan başka bir şey işitmezsin.” (Tâhâ 108)

يَومَ يَأتِي لا تَكَلَّمُ نَفسٌ إلا بِإذنهِ فَمنهم شَقِيٌّ ومنهم سَعيدٌ

“O gün Allah gelince O’nun izni olmadan kimse konuşamaz. Onlardan kimisi bedbaht, kimisi de bahtiyârdır.” (Hûd 105)

Dahhâk der ki; İbn Abbâs “Din gününün mâliki” ifadesinin o günde Allah’tan başka hiç kimse mülk sahibi değildir, dünyadaki gibi mülkler bulunmayacaktır, demek olduğunu nakleder. Din günü mahlûkâtın hesap verdiği gündür ki, bu kıyâmet günüdür. Kıyâmet gününde amelleriyle insanlar cezalandırılırlar. Eğer amelleri hayır ise o gün de hayırdır, eğer şer ise o gün de şerdir. Ancak Allah’ın o gün affettikleri müstesnadır. İbn Abbas’tan başka, sahâbe, tâbiin ve selefi sâlihinden başka birçokları da böyle söylemişlerdir. Zahir olan da budur.  

Ahirete iman ve bunu sürekli şekilde hatırlamak insanı düzgün kılar ve temiz tutar, günah ve her kötülük yapmaktan alıkoyar. Zira insan dünya cezasından kaçarsa ahiretin cezasından kaçamayacağına imanını yenilendikçe ve hatırladıkça günah işlemekten uzak durur. Orada büyük mahkeme vardır, avukat ve savunucu yoktur. İnsanın azaları bile kendisine karşı şahitlik yapar ve hiç yardımcı bulamayacaktır. İnsan bunu hatırladıkça Allah’tan korkar ve günah işlemekten vazgeçer. Nitekim orada son karargah vardır; ya cennet–i naim ya da cehennem-i hariktir.

 

-6-

Allah’a Kulluk etmek ve Ondan yardım istemek, yalnız Allah’a kulluk edilmesi ve ondan yardın istenmesi:

 

 إيَّاكَ نَعْبُدُ وإيَّاكَ نَسْتَعِينُ

“Yalnız sana ibadet eder, yalnız senden yardım dileriz.” (Fatiha 5) 

Sûrenin ilk kısımlarındaki itikadı esasların özü olan itikat temeli işte budur. İbadet ancak Allah’a olur ve yardım da O’ndan istenir.

Burası da yine yolların ayrılış noktasını gösterir. Kula kul olmak, ona boyun eğmek diğer yandan, itikadın göstergesi olarak ortaya çıkan yaratanına yani Allah Celle Celaluhu’ya kul olmak. Bu nokta tam olarak beşeriyetin ayrılış noktasını belirler.

Evhamın esaretinden kurtuluş düşüncesi; kalıplaşmış köhne inançları yıkmak ve cahiliyet devri âdetlerinden sıyrılmayı gerektirir. Böylece yalnız Allah’ın Celle Celaluhu varlığına inanmak ve yardımı da yalnız O’ndan istemek suretiyle örf ve âdetlerin esaretinden, şahısların ve köhne nizamların köleliğinden insanın vicdanı kurtulmuş olur. Aynı zamanda insan, efsânelerin, evham ve hurâfelerin esaretinden de kurtulur.

Şimdi, bir Müslüman’ın tabii ve beşeri kuvvetler karşısındaki durumunu gözden geçirelim.

Beşeri kuvvet Müslüman’a göre iki kısma ayrılır:

1- Hidayet üzere olan kuvvet: Bu kuvvet Allah Celle Celaluhu’a iman etmek ve O’nun nizamına tâbi olmaktan doğar. Bunu takviye ederek hayra, hakka ve iyiliğe giden yolda kullanmak lazımdır.

2Allah Celle Celaluhu’dan yüz çevirip O’nun nizamına tâbi olmayan sapık kuvvet:  Bu kuvvetle mücadele ve mücahade etmek gerekir. Bu dalalet kuvvetinin büyüklüğü, azgınlığı Müslüman’ı korkutamaz. Çünkü o, zaten kendisini var eden Allah Celle Celaluhu’ın kudretini kabul etmekten uzaklaşınca hakiki kuvvetini kaybetmiş olur. Artık onu yaşatacak, ona daimi gücünü verecek olan gıdadan mahrumdur. Bu, tıpkı alev saçan büyük bir yıldızdan kopan parçanın hemen sönüp soğuması,  koptuğu kütle ne kadar büyük olursa olsun, ziyasını ve hararetini kaybetmesi gibidir. Aslıyla irtibatını kesmeyen en küçük parça bile, bu irtibat sayesinde kuvvetini, hararetini ve ziyasını kaybetmez.

 كَم مِّن فِئَةٍ قَلِيلَةٍ غَلَبَتْ فِئَةً كَثِيرَةً بِإِذْنِ اللّهِ

“…Nice az bir kitle vardır ki Allah’ın izni ile büyük ve kalabalık bir topluluğu yenmiştir…” (Bakara 249)

Az bir topluluğun büyük bir topluluğa galip gelişinin sebebini, onun kuvvetin esas menşeine bağlı oluşunda ve bütün kuvvetlerin bir yerden idare edilmesinde aramak lâzımdır.

Dahhâk, İbn Abbas Radiyallahu Anh’dan nakleder ki; “Yalnız sana ibadet ederiz.” ayetinin tefsiri, “Yalnız Seni bilir sayar, Senden korkar ve yalnız Senden isteriz ey Rabbimiz, başkalarından değil.” “Ve yalnız Senden yardım dileriz” âyetinin tefsiri de; “Sana ibadette ve bizim kendi işimizde yalnız Senden yardım isteriz.” demektir.

Tirmizi’nin metni şöyledir:

Adiyy İbn Hâtim’den: Boynumda altın bir haçla Resûlullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’in yanına geldim. Bana, “O putu boynundan çıkar at, ey Adiyy” buyurdular. Resûlullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’i “Onlar Allah’ı bırakıp hahamlarını ve rahiplerini rabb edindiler” ayetini okurken işittim. Şöyle buyurdular: “Elbette, onlar bilgin ve rahiplerine ibadet etmiyorlardı. Ama kendilerine bir şeyi helâl kıldıklarında onu helâl, haram kıldıklarında da haram kabul ediyorlardı.”

İşte, rab edinmek budur; İnsanların kendi heva ve heveslerine, adet ve örflerine, çıkarlarına göre bu şey veya bu iş helal ve serbesttir, o şey veya o iş haram veya yasaktır demeleri ve kanun haline getirmeleridir.

İbâdetlerin çeşitleri ve sınıfları vardır. İman da ancak yalnız Allah’a ibâdet edilmesiyle tamam olur.

Bir hadiste de şöyle buyrulmaktadır: “Bu ümmette şirk bir karıncanın hareketinden daha gizlidir.”  (Ahmed bin Hanbel, Müsned)

Bu hadisin metni Müsned’de şöyledir:  Ebu Musa elEş’ari şöyle demiştir: Bir gece Resûlullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem bize hitap ederek dedi ki; “Ey Nâs (insanlar), bu şirkten korkunuz, (korununuz). Muhakkak ki o bir karıncanın devinmesinden daha gizlidir (saklıdır).” Orada bulunanlardan birisi sordu: “Ey Allah’ın Rasûlü mademki bir karıncanın devinmesinden daha gizlidir ondan nasıl korunacağız?” buyurdular: “Ey Allah’ım bildiğimiz bir şeyle sana şirk koşmaktan yine Sana sığınır, bilmediğimiz bir şeyle sana şirk koşmaktan yine Sana sığınır, bilmediğimiz şeylerden dolayı da mağfiretini dileriz, deyiniz.”

 

-7-

 Sırat-ı Müstakim/doğru yol:

 

 إهدنا الصِّراطَ المُستقيمSIRÂT-I  MÛSTAKÎM/Bizi dosdoğru yola ilet.”

Gayeye ulaştıran doğru yolu bilmeye bizi muvaffak kıl. Bu yolu bulduktan sonrada o yolda sebat edenlerden eyle. Doğru yolu bilmek ve onda sebat etmek Allahu Teala’nın rahmet, hidayet ve himayesinin bir mükafatıdır. Bu mükâfatı talep etmek doğal olandır. Nitekim hadiste belirtildiği gibi Allah Celle Celaluhu “Fatiha’nın yarısı bana, yarısı kuluma aittir ve kulumun istediği kendisinindir.” (Müslim) buyrulmuştur. Bunun için “dosdoğru yol” ihtiyacın en iyi şekilde ifadesi ve ihtiyaca en iyi şekilde muhteviyat verilmesidir. Böylelikle Allah Celle Celaluhu kulunu dosdoğru yola hidayete yöneltmektedir.

İmam Ebu Cafer ibn Cerir el Taberi der ki; “Tevil ehlinin hepsi icma ettiler ki, sırat-ı müstakim, eğriliği büğrülüğü olmayan apaçık yoldur. Bu Arap lügatinde da aynı anlamdadır.”

Taberani der ki; Muhammed ibn Fadl el-Sakati Abdullah’tan nakleder ki o şöyle demiştir; “Sırat-ı Müstakim, Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’in bizi üzerine terk ettiği yoldur.” Bunun için İbn Cerir merhum şöyle der: “Bu ayetin yani “bizi dosdoğru yola ilet” ayetinin en uygun tevili onunla şunun kastedilmiş olmasıdır: Senin hoşnut olacağın yola sebat etmeye bizi muvaffak kıl, kullarından ve amelleriyle kendilerine nimet ettiğin sırat-ı müstakime bizi muvaffak kıl.” Çünkü ona muvaffak olan Allah’ın kendilerine nimeti ihsan ettiği peygamberlerin, sadıkların, şehitlerin ve salihlerin yoluna muvaffak olur. İslam’a muvaffak olur. Allah’a iman edip peygamberleri tasdik etmek, kitaba sarılmak Allah Celle Celaluhunun emrettiğini yapmak, yasakladığından kaçınmak salih kulların yolundan gitmek, bütün taguti güçleri hiçe sayıp, İslam dışı olan laik, kapitalist, demokratik ve batılı düşüncelerle mücadele etmek sırat-ı mustakim tabirinin içerisine girer. Burada İslam dışı tüm güçleri reddederek Allah Celle Celaluhu’ya yönelmek, tek yardım edicinin o olduğuna inanmanın neticesidir. Bu ise mü’minin Allah Celle Celaluhu’dan yardım olarak dilediği ilk ve en büyük arzusudur. Zira doğru yolu bulmak dünya ve ahiret saadetine ermenin teminatıdır.

 

-8-

Nimet ehlinin, gazaba uğrayanlar ve dalalete düşenlerle birleşmemesi:

 

صِراطَ الذَّينَ أنعمتَ عليهم غيرِ المغضوبِ عليهم ولا الضَّالين

“Nimete erdirdiklerinin yoluna, gazaba uğrayanların ve dalalete düşenlerinkine değil.”

“Nimete erdirdiklerinin”den maksat, Nisa suresinde zikri geçenlerdir:

ولهدينهم صراطاَ مستقيما.(68) ومن يطع الله والرسولَ فأولئك مع الذين أنعم الله عليهم من النبيين والصديقين والشهداء والصالحين وحسن أولئك رفيقا.(69) ذلك الفضل من الله وكفى بالله عليما.

“Onları dosdoğru yola iletirdik. Kim Allah’a ve Resûl’e itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddîklar, şehitler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır! Bu lütuf Allah’tandır. Bilen olarak Allah yeter.” (Nisa 68- 69-70)

Burada nimet verilenlerin vasfı ve nitelikleri onların hidayet ve istikamet ehli oluşlarıdırlar. Allah Celle Celaluhu’ya ve peygamberlerine itaat ederler emirlerini dinler, yasaklarını terk ederler.

“Gazaba uğrayanların yoluna değil”onlar iradelerini bozmuşlar, hakkı öğrendikten sonra ondan yüz çevirmişlerdir.

Hammad ibni Seleme Semmak kanalıyla Adiyy ibn Hatim’den nakleder ki; O Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’e gazaba uğrayanların kimler olduğunu sorduğunda, “Onlar Yahudiler” dedi, dalalete düşenlerin veya sapıkların ise; “Hıristiyanlar” olduğunu buyurdu.”

Buradan da anlaşılıyor ki; Müslümanlar ile Yahudiler, Hıristiyanlar fikir bazında ihtilaflıdır. Bu ihtilafta taban tabana zıttırlar. Müslümanlar Allah’ın doğru yolunda yürüyenleri hidayetlidir ve Allah’ın nimetine kavuştular. Yahudiler Allah’ın gazabına uğrayan kafirdirler, onlar lanetli ve Allah’ın rahmetinden kovuldular. Hıristiyanlar sapıktır olan kafirdirler, Mesih (İsa) Allah’ın oğlu demekle Allah’a büyük iftira attılar. Bu nedenle onları birleştiren hiç bir nokta yoktur. Onlar hakk olan Allah’ın dinine/İslam’a çağırmak gerekir. Allah’ın bize öğrettiği gibi… Kabul etmeseler dahi onlara biz “Müslüman’ız ve kafirlere lanet olsun” diyerek onlardan uzaklaşırız.

İşte Fatiha suresi, Allah’a hamd, övgü ve senâ ile başlamaktadır. Onun yüce sıfatlarının gerektirdiği yüce isimleri zikretmekte, kıyamet günündeki dönüşü hatırlatmakta ve kulları Allah’a kul olmaya ve uluhiyette/yüce Allah’ı tek olarak tanımaya teşvik etmektedir.

Bu sure salih amellere teşvik etmekte ve kıyamet gününde salihlerle beraber olmanın şartlarını belirtmektedir. Batıl yollardan sakındırmakta, batıl yolun yolcuları gazaba uğrayanlar ve sapıklar olduğunu beyan etmektedir.

مَن يُضللِ اللهُ فلا هاديَ لهُ، ويَذَرُهُم في طُغْيَانِهِم يَعْمَهُون

“Allah kimi şaşırtırsa, artık onun için yol gösteren yoktur. Ve onları azgınlıkları içinde şaşkın olarak bırakır.”(Araf 186)

Müslim’in Sahihinde A’la İbn Abdurrahman tarikiyle… Ebu Hüreyre Radiyallahu Anh Resûlullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’den nakleder ki; Allah Teâla şöyle buyurmuştur: “Ben namazı kulumla kendi aramda ikiye ayırdım, yarısı bana yarısı kulumadır.” (Hadisi Kutsi, Müslim) Kul: “Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsûstur” deyince ona her istediği verilir ve Allah buyurur ki; “Kulum beni ta’zim etti (yüceltti).” Kul: “Rahmân ve Râhim’dir”  deyince “Kulum beni övdü.” Kul “Din gününün sahibidir” deyince; Allah buyurur ki; “Kulum beni ta’zim etti.” “Yalnız sana ibadet eder ve yalnız Sen’den yardım dileriz” deyince; “Bu, benimle kulumun arasındadır. Kuluma istediği verilmiştir.” “Bizi doğru yola, kendilerine nimet vermiş olduklarının yoluna hidayet et. Gazaba uğramışların, sapıkların yoluna değil” deyince Allah buyurur ki; “Bu, kulumun isteğidir ve kulumun istediği kendisinindir.

Fatiha suresinin ikinci bölümü dualarla geçip bittiği için)  ( آمين amin deriz. Bunun manası Allah’ım bu dua ettiğimizi kabul et. Nitekim Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem her hangi bir ayet okursa orada ne geçiyorsa ona göre dua ediyordu. Misal olarak; Cennetle ilgili ayet geçiyorsa; “Allah’ım beni cennete koy” diye dua ediyordu. Cehennemle veya azapla ayet geçiyorsa; “Allah”ım beni cehennemden veya azaptan koru” diye duada bulunuyordu.

 

Müfessir: Esad Mansur

Ayrıca...

“Demokrasi İstişare Değildir!”

[131. Ders] Abdullah İmamoğlu İle Tefsîr-ul Furkân

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir