İSLAM’DA PARTİ
Parti; dünyada bu kelimeden anlaşılan ve kelime ile anlatılmak istenen şudur: Parti: Aynı siyasi gaye etrafında birleşenlerin meydana getirdiği kuruluş, fırka, hizbidir. Madem ki, “Parti” kelimesinden anlaşılan budur. Öyle ise, bu kelimeyi Müslümanların alıp kullanmalarında bir sakınca yoktur. Zira bu kelimenin tanımından da anlaşıldığı gibi; bu kelime belli bir din ve ideolojinin akidesinden kaynaklanan bir fikri görüşü yansıtmıyor. “belli bir siyasi gaye etrafında birleşmek” tabiri genel bir tabirdir. İslam bir ideoloji, hayat nizamı, olduğuna göre onun da hayata, yeryüzüne hakim olmak için belli bir siyasi gayesi var demektir. Öyle ise İslam’ın bu gayesi etrafında birleşmenin parti olarak isimlendirilmesinde hiç bir sakınca yoktur, caizdir. Üstelik bu kelime Kuranı Kerimde de zikredilmiştir. Fakat işte bu kelimeyi kullanırken isterse partileşmeye giderken Müslümanların uyması gereken bazı kanunlar, dikkat etmesi gereken noktalar vardır. Şöyle ki: dünyada yaşayan insanlar, ya tevhit inancındandırlar yada değildirler. Yani bir insan ya mümin, müslimdir yada değildir. Böylece iki toplum meydana gelmiştir.
İnananlar toplumu, bir de inanmayanlar toplumu. İnanmayanlar toplumu kendi aralarında sayılamayacak kadar çok görüş beyan ederek gruplara , partilere, cemiyetlere ve devletçiklere ayrılmışlardır.
Tevhit inancına sahip olan Müslümanlar ise, çeşitli devletçiklere bölünmeyerek tek bir devlet, tek bir görüşle Allah (cc)’ın gönderdiği Kitabı Kerime ve Resulullah’ın sünneti sen iyesine tam bir teslimiyetle teslim olmak zorundadırlar.
İtikatta, ibadette, muamelatta ve ukubatta da şeriata teslim olmalıdırlar. Bu sayılan dört unsurdan herhangi birine tam teslimiyet göstermeyen Müslümanlık vasfını kaybetmiş olur. Zira Allah (cc) şöyle buyuruyor.
“Hayır Rabbına ant olsu ki, aralarında çeliştikleri şeylerde seni (şeriatını) hakem yapmadıkça; sonra senin verdiğin hükmü içlerinde bir sıkıntı duymadan kabul etmedikçe ve tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar” (Nisa 65)
Bu ayeti celilede dikkati çeken başlıca şu manalardır. Allah (cc) yeminle şu üç şeyi yapmayanların mümin olmadıklarını beyan ediyor:
1 ) Davalarını şeriata götürmeyenler.
2 ) Şeriatın verdiği hükme razı olmayanlar.
3) Her hususta şeriata tam teslim olmayanlar.
Bu mesele çok derin ve bu hamur çok su götürür. Şöyle ki, İslam’ın idaresi ve Müslümanların Halifesi olmadıkça şeri mahkemeler de olmaz. Bu gün yeryüzünde şeriata göre kurulmuş mahkeme yoktur denilebilir. Zira hüküm verecek, kadıyı tayin edecek Halife yoktur. Herkes Halife olamaz ve Halifenin tayin etmediği kişi de kadı olamaz. Bu gün davalar tağutların kurduğu mahkemeler götürülüyor ve onlar kabul ediyorsa tağutlara ve tağuti düzenlere teslim olunmuş olunuyor demektir ki, Müslüman iradesiyle bunu yapamaz ve caiz değildir. Bu işi iradesi ile yapanlara müşrik denir.
Müşrik: Bir yaratanın var olduğunu kabul eder. Fakat bir çok şeylerde yaratana eş koşar. Ya Allah (cc)’a oğul, kız isnat eder. (Hıristiyanlar ve Yahudiler gibi) Veyahut ta yapması koyması Allah’u teala ya ait olan herhangi bir şeyi insanlara aitmiş gibi gösterir. Mesela: Teşrii olan meselelerde kanun yapma ve koyma hakkı Allah(cc) a ait olduğu halde: kanun yapanlar, yürürlüğe koyanlar ve yürütenlerin müşrik olduğunu Kuran ı Kerim şöyle ifade ediyor:
“Yoksa onların, kendilerine Allah’ın izin vermediği dini koyan ortaklarımı var? (kanun koymada) eğer (azabın ertelenmesine dair) hüküm sözü olmasaydı derhal aralarında hüküm verilir (işleri bitirilir) idi. Zalimler için muhakkak acı bir azap vardır” (Şura 21)
Bu ayeti celileden anlaşılıyor ki, Kuranı Kerimden başka kanun yapan, koyan, yürüten ve kabul eden kimselerde müşriktir.
Münafık: bunlarda Kelimei Şahadeti söylerler, namaz kılarlar, hacca giderler, Kuran okurlar, zikir meclislerinde bulunurlar ve kendilerinin Müslüman olduklarını söylerler. Fakat bunlarla beraber demokrasi ve cumhuriyeti canı gönülden sever ve kabul ederler.
Allah’u Tealanın inzal ettiği, Resulullah’ın tebliğ ettiği İslam şeriatını ve bu şeriata göre bulunması gerekli olan Hilafet Devletini sevmez kabul etmezler. Allah’u Teala bunlar hakkında şöyle buyuruyor:
“ Onlara (münafıklara) Allah’ın indirdiği (Kurana ve ahkamına) ve peygambere (gelen şeriata) gelin dediği zaman o münafıkların senden büsbütün uzaklaştıkların görürsün.” (Nisa 61)
Görülüyor ki, İslam şeriatından kaçan, tağut ve tağuti düzenleri benimseyenler münafıklardır.
Babasının hoca, kendisinin Müslüman olduğunu iddia ederek, bütün gücüyle küfür sistemini koruyan, işleten çok tağutlar ve bu tağutları Rab edinenler mevcuttur. Bunlara (Hizb-üş Şeytan) şeytan grubu, şeytan partisi denir. Allah (cc) şöyle buyuruyor:
Şeytan onları istila etmiş, onlara Allah’ı anmayı (Allah’ı zikretmeyi, zikri Kuranı, İslam dinini, İslam şeriatını) unutturmuştur. Onlar (unutanlar) şeytanın Hizbi (partisi)dir. İyi bilin ki, şeytanın Hizbi (Partisi) elbette hüsranda dırlar.”( Mücadele 19).
Kuran ve sünnete dayanmayan anayasaların hakim olduğu küfür sistemlerine göre idare edilen yerlerde; idare ve otoritenin tağutların elinde olduğu ülkelerde; küfür sistemlerine bağlı kalacaklarına dille söz verip noterden tasdikli yazı ile de taahhüt ederek sisteme açık resmi olarak kurulan ne kadar cemiyet ve parti varsa, isimleri niyetleri ne olursa olsun kurucuları, kim olursa olsun hepsi de İslam’a göre değildirler ve İslam’a hizmet veremezler.
Konunun temelini teşkil eden asıl meseleler şöyle sıralanır:
1) Müslüman’ım diyen namazlı niyazlı kişilerin, İslam’a hizmet vermek niyeti ile, parti ve cemiyet kurması için İslam nizamının dışındaki idarelerden izin istemesi caiz değildir.
2) Küfür idaresinin gözetimi altında, aynı idarenin yürürlükte olan kanunlarına dayalı parti ve cemiyet kurulması caiz değildir.
3)Küfür idaresinin hakim olduğu yerlerde, parti ve cemiyetlerin çalışmalarını gösteren tüzük ve yönetmeliklerinin tağuti düzenlerden almaları caiz değildir.
Hiç bir zaman tağuti düzenler, devlet işlerine ait olan meselelerde Müslümanlara herhangi bir şeyi şeriata göre yapmalarına müsaade etmezler. Müslümanlarda onlardan müsaade almaya boyun eğmemelidirler. Allah (cc) Kuranda şöyle buyuruyor:
“inkarcılara, ikiyüzlülere (münafıklara) itaat etme, (boyun eğme, tenezzül etme) eziyetlerine aldırma, Allah’a güven tevekkül et. Güvenilecek olarak Allah yeter”.
Resulüllah ve ashabı kiram parti veya cemiyet kurmak için müşriklerden müsaade ve izin istememişlerdir ve müşriklerin kanunlarına göre parti cemiyet kurmamışlardır. Bu baş bu vücutta oldukça bu davayı yürüteceğim diye buyurmuştur.
Mevcut sisteme göre, resmi parti ve cemiyet kurmak, demokratların işidir. Çünkü bu dini dünyadan ayırmak demektir. İbadeti İslam şeriatına göre, diğer meseleleri demokrasiye göre yapmak demek olur ki, bu da şeriatta kesinlikle yasaktır. Allah (cc) şöyle buyuruyor:
“Yoksa siz Kitabın bir kısmına inanıp, bir kısmını inkar mı ediyorsunuz? Sizden bunu yapanın cezası dünya hayatında rezil olmaktan başka nedir?” (Bakara 85)
Yani ibadete ait olan meseleleri Kitap ve sünnetten, diğer meseleleri de insanların koyduğu kanunlardan almak asla caiz değildir. Ancak ilme fenlere, sanata ait olan meseleleri Kitap ve sünnetin dışından da alabiliriz. Teşri olan kanunları ancak Kitap ve sünnetten almamız gereklidir. Şöyle ki:
Demokratik ahkam ve kanunlar insanların müşküllerini düzeltmek için alınan hükümlerdir. Bu itibarla teşridirler. Bu hususta yani teşri meselelerde başkalarının değil ancak Resul (s.a.v)’in getirmiş olduğu ahkam-ı şeriyyeden olan şeyler kabul edilir, alınır.
Resulüllah (s.a.v) getirmediği şeyleri almaktan bizi sarih bir şekilde men etmiştir. Müslim, Aişe (r.a) şu hadisi rivayet eder. Resulüllah (s.a.v) “ Kim dinde olmayan bir şeyi dinde icat ederse, icadı merduttur.” Ondan diğer bir rivayette: “ Kim dinin ihtiva etmediği bir işi yaparsa onun fiili merduttur.” Buharı Ebu Hureyre (r.a)’dan o da Nebi (s.a.v) şöyle rivayet eder: Ümmetim geçmiş nesillerin benimsediklerini karışı karışına, adım adımına, benimsemeden kıyamet kopmaz.”dedi. Ya Resulüllah İranlılar, Bizanslılar gibi mi? Dendi. O da İnsanlardan bunlardan başkasını nasıl kastederim “dedi.
Bu naslar (açıktan sarahaten buyrulan hadisler) başkalarından teşri hususundaki şeyleri almaktan bizi men eden sarih delillerdir. Allah (cc) “Resulün getirdiklerini kabul edin, men ettiklerinden kaçının”
Bunun manası: Resulün getirmediği şeyleri almayın demektir. Farzlardan da vaciplerden de, menduplardan da, mubahlardan da, sadece Resulün getirdiklerini alın, Resulün getirmedikleri şeylerden alınması hakkında yasak olanları da olmayanları da almayın demektir. Çünkü umumi metinler, İslam şeriatı dışında bir şeyi almamızı caiz görmüyor.
Netice ; biz Müslümanlar, parti kurmak için, tağutlardan müsaade almaya baş vurmayız. Tağutların kanunlarına göre parti kuramayız ve tağutların istediğine göre, kabul edecekleri şekilde tüzükler hazırlayamayız. İslam’da parti anlayışına gelince o şöyledir:
Tağuti sistemlerden müsaade almadan, küfür kanunlarına hiç bir suretle bağlı olmadan, yani ne seçimlerinde nede seçilmelerinde ve nede partilerini oluştururken onların kanunlarına dayanmadan, yapacakları işleri gösteren tüzükleri onların kanunlarına göre hazırlamadan (idareye küfür sistemleri hakimse) kendilerini küfrün idarecilerine tanıtmadan, isimlerini, adreslerini, yapacakları işleri, gösteren palanlarını kafir idarecilere vermeden ve kendilerine İslam’ın yasakladığı isimleri koymadan, sadece İslami esas ve fikirlere dayalı olarak kurulan ve yürüten parti kurulabilir. Mesela İslam’a göre kurulan İslam’a göre çalışmayı hedef alan partiler kendilerine şu aşağıdaki sıralayacağımız isimleri veremezler.
(Milli); bu kelimeyi taşıyan isimleri kendilerine ad olarak veremezler. Bu kelime bölücülük, kavmiyetçilik anlamını taşımakla vurgulanmaktadır. Mesela: Tağutların İslam devletini yıkmak için yaptıkları çalışmalarda bu mefhum çok büyük roller oynamıştır. Ve bu mefhum ile demokrasinin yaşanmasına hizmet etmişlerdir. Zamanımızda da tağuti düzenlere bağlı kaldıklarını ispat etmek için bazı kişi ve çevreler, bu kelimeyi kendilerine ad vermekte adeta yarışmaktadırlar. Bir kaç misal verelim: Milli piyango, Milli Ananemiz. Milli Birlik Komitesi, Milli Hudutlarımız, Milli Gelirimiz, ve Milli Bayrağımız, Milli Çözüm, Milli Görüş gibi.
Şu isimleri de veremezler:
Demokrat, Demokratik, Sosyal, Solcu, Sosyalist, Komünist, Kapitalist, Liberalist ve İzmle biten ne kadar kelime varsa. Mana ve mefhumunda demokrasi manası taşıyan isimlerde verilemez.
Şu isimleri de vermek de doğru olmaz:
Müminler Partisi, Müslümanlar Partisi, Hizbullah. Bu kelimeler bütün Mümin ve Müslümanlara aittir. Bütün Müslümanlar Hizbullahtır. Bunu bir partiye isim verince o parti olmayan Müslümanlar dışta kalmış olurlar. Hülasa: ismiyle kuruluşuyla, çalışmasıyla, Kitap ve sünnete uygun olarak topluluklar, örgütler meydana getirilebilir ve getirilmesi de elzemdir.
Kitap ve Sünnete uygun, İslam devletini ikame etmek İslam Halifesini nasb etmek için bir topluluk, bir cemaat teşekkül ettirmek ümmet üzerine farzı kifayedir. Farzı kifaye farzı ayından hafif değildir. Allah (cc) Kuranı Kerimde şöyle buyuruyor:
“Sizden hayra çağıran, mağruf ile emreden ve fenalıktan men eden bir cemaat (bir topluluk) olsun. İşte başarıya (Kurtuluşa) erenler yalnız onlardır.” (Ali İmran 104)
Allah’u Tealanın emrine uygun, teşekkül etmiş, kurulmuş bir topluluk varsa onunla beraber çalışmak ona destek olmak ona güç vermek ümmet üzerine vacip olur.
Yeryüzünde Allah’u Tealanın hükümlerini ümmete taşıyacak, uygulayacak, Ahkamı ilahiye’yi infaz edecek olan Hilafet devletinin teşekkülü için bir cemaatla çalışmak yoksa böyle bir gurup teşekkül ettirmek gereklidir.
İslam davasını idrak etmiş İslami ölçülere göre kitleleşmiş, ismiyle ve çalışma metoduyla Kitap ve sünnete uygun olarak kurulmuş olan bir hizbin (partinin) var olduğunu bilen Müslümanların onunla çalışmaları vacip olur.
Bu çalışmada asıl gaye: üzerimizdeki halifeyi nasb etme farziyetini ifa etmektir. Bu farzın ifası ise, ancak bu yolda şartların uygun bir kitle ile olur. Aksi taktirde niyette tutmakta delille söylemek farz, ifa edilmiş yerine getirilmiş olmaz.
İslam devletini ikame etmek, İslam Halifesini nasb etmek farziyyeti çok önemli bir iştir. Bir takım şeylerin yapılması, yerine getirilmesi Halifenin var olmasına bağlıdır. Mesela; zina edene gereken cezanın verilmesi, bütün hadlerin uygulanması, ordunun harbe sevk edilmesi, Cuma ve bayram imamın tayin edilmesi, muavinlerin, valilerin, kadıların tayin edilmesi, idarenin ve mahkemelerin şeri şerife göre olması için bir halifenin bulunması gereklidir. Halife veya vekili olmayınca bu meseleler şeri şerife göre yapılmaz ve şu anda da yapılmıyor. Halbuki, bu tüm Müslümanlar için hayati ve imanı bir meseledir.
Hilafet yıkıldıktan bu güne değin, İslam’ın bütün dünyada tekrar tek bir devlet olmasını isteyen fertler ve guruplar olmuştur. Fakat İslamiyet’i isteyenlerin büyük çoğunluğu kapitalizm sistemi içinde demokratik yollarla çalışmışlar ve halende öyle istemekteler ki bu kesinlikle caiz değildir ve İslam’ın dışındaki sistemlerle İslamiyet’e varılmaz. Hem küfür sisteminin dediklerini isteğiyle (ihtiyariyle) yapıp hem de İslamiyet’i istemek, ikisi bir arada olamaz. Bakınız bu hususta Allah (cc) şöyle buyuruyor:
“ Deki: Allah’tan başka yalvardıklarınıza (taptıklarınıza) kulluk etmekten men olundum. Sizin heveslerinize (arzularınıza, isteklerinize) uyamam ve (uymayacağım) şayet uyacak olursam o taktirde sapıtmış, doğru yoldan gidenlerden olmamış olurum”. (Enam 56)
Onların tağutların heva heveslerine koymuş oldukları kanunlarına uyulduğu taktirde insan doğru yoldan ayrılmış, sapıtmış olur. bir topluluk meydana getirirken de devlet kurarken de, devlet reisini seçerken de, ve bu hususta çalışırken de, Kitap ve Sünnetin dışındaki yollarla gidilemez. O gayri İslami olan yollara (kanunlara) benzese de tağutların koyduğu kanunlar alınamaz. Müslümanlara o kanunları kullanmak haramdır.
Rengiyle, büyüklüğüyle, eliyle ayağıyla, başıyla, bacağıyla, yürümesiyle, insan gibi iş yapmasıyla, hatta insandan daha fazla güce sahip olmasıyla insan şeklinde yapılmış bir robot düşünün. Bu robota insan denir mi? Farz edelim ki, ona insan dense, gerçekten o insan olur mu? Tabii ki olmaz.
Ahseni takvimde yaratılan, insanda akıl, fikir, can, ruh varsa; Allah (cc)’ın koyduğu kanunda da ruh vardır. Nasıl ki, bir robotta akıl, f,k,r, can, ruh, his, haya, vicdan yoksa insanların koyduğu kanunlarda da ruh yoktur. Bir robota insan diyen, ne kadar akılsız, ahmaksa: Kanuni İlahiye’ye benzese de, insanların koyduğu kanunları alıp kabul edenler de, robota insan diyenden daha akılsız ve ahmaktır.
Küfür sistemlerine göre kurulmuş bir parti mensupları, her hangi bir sebepten dolayı anlaşmazlığa düştükleri meselelerini tağuti düzene götürürler. Elbette ki, insanların koyduğu kanunlara göre teşekkül etmiş bir parti davalarını insanların koyduğu kanunlara götürecektirler. Oysa İslam dini davayı tağutların mahkemelerine götürmeyi yasaklıyor. Müslüman, davsını tağuti düzene götürmeyeceğini şu ayeti celile bütün çıplaklığıyla ortaya koyuyor.
“ Ya Muhammed, şunları görmüyor musun, onlar (o Kimseler) sana indirilene (Kurana) ve senden önce indirilenlere (diğer kitaplara) muhakkak ,inandıklarını iddia ediyorlar. (Onlar) tağutların (Allah’tan başka kanun koyanların) önünde mahkeme olunmalarını istiyorlar, oysa kendilerine o tağuti inkar etmeleri emredilmişti. Şeytan da onları derin bir sapıklığa saptırmak istiyor.” (Nisa 60)
Bu ayeti celilede (yuridıne) lafzıyla gelecekte, tağuti mahkeme olmak istiyorlar. Yani öyle bir şey yapıyorlar ki, o sonunda tağuta baş vurmaya mecbur kılıyor.
Gerçek imanı kamil Müslümanlar parasız pulsuz da kalsalar, tek başına yalnız da kalsalar, kapitalistlerin demokratların safına katılamazlar, onlarla işbirliği yapmazlar. Resulullah’ın buyurduğu gibi: “ Ağaç kökünü ısırarak da kalsalar, tağutlara taviz veremezler. Tavizsiz Müslümanların topluluğuna karışırlar. O Müslümanlar az da olsalar.” Allah (cc) şöyle buyuruyor:
“Ey İnsanlar, Allah’tan korkun ve doğru olanlarla beraber olun”
Müslüman çok dikkatli olmalı, Allah’tan korkmalı, bu tavizsiz doğru olanları bulmalı, onlarla beraber davayı omuzlamalı ve farz olan görevini eda etmelidirler. Kurtuluş yolunu takip eden Müslümanlara katılmalıdırlar.
Bütün Müslümanlarca kabul edilen bir gerçektir ki, bugün bulunması gerekli olduğu halde Hilafet devleti mevcut değildir. İşte bunu getirmek üzerimize farzdır. Bu iş tek başına bir kişinin yapacağı bir iş değildir. Müslümanların cemaatına katılmak lazımdır. Resulüllah da Müslümanların cemaatına katılmamızı emretmişlerdir. Allah (cc) Kuranı Keriminde şöyle buyuruyor:
“Allah’a ve ahir et gününe inanan bir milletin, babaları, oğulları, kardeşleri, veyahut akrabaları da olsa Allah’a ve Resulüne düşman olanlarla dostluk ettiğini görmezsin. Onlar o kimseler ki, Allah kalplerine iman yazmış ve onları kendinden bir ruh ile (kalp nuru ve Kuran ile) desteklemiştir. Onları altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacak, orada ebedi kalacaklardır. Allah onlardan razı olmuş, onlarda ondan razı olmuşlardır. İşte onlar Allah’ın hizbi (partisi) dir. İyi bil ki, kurtuluşa ulaşacak olanlar, Allah’ın hizbi (partisi)dir.” (Mücadele 22)
Aynı bu sürenin 19. Ayetinde (ülaike hizbüşşeytan) nazmi celilinde onlara şeytan taraftarları (partisi) dirler. Yine aynı sürenin 22. Ayetinde (Ülaike Hizbullah.) cümlesinde de, onlar Allah taraftarları (partisi) dirler. Buyruluyor.
Kurana Türkçe Meal yazanlardan bazıları (hizb) kelimesine parti anlamını vermişlerdir. Bazıları da taraftarlar anlamını vermişlerdir. Bazıları da gurup anlamını vermişlerdir. (Hizb) kelimesinin Türkçe karşılığı parti, gurup, bölük, fırka, vs.
(Hizb) Kuranı Kerimin bir kaç yerinde geçiyor ve yukarıda yazılan manaları taşıyor. Kuranı Kerimin ifadesinden çok açık, net bir şekilde anlaşılıyor ki, Kuranı Kerim küfür inancına , küfür kanunlarına şeri şerifi unutup, bırakıp şeytanın istediğine göre teşekkül etmiş toplumlara (şeytan partisi) diyor.
Yine Kuranı Kerim İslam akidesinden fışkıran fikirler, duygular, değer ölçüleri ve İslam Nizamına uygun şekilde teşekkül etmiş topluluğa da Allah (cc) partisi diyor.
İslam akidesine, İslam nizamına göre bir araya gelmiş İslam cemaatına parti demekle; demokrasiden olunmaz, tıpkı tağuti düzene göre kurulmuş partilere de İslami bir isim vermekle İslami olmadıkları gibi.
Biz Müslümanlar, kitlelerin hangi akideye göre kurulduğuna, nasıl bir metot takip ettiğine bakarız ve bakmalıyız. İslam nizamına göre toplanmış ve Resulüllah (s.a.v) ‘in takip ettiği metodu takip eden, İslam dünyasının muhtaç olduğu tek İslam devleti ve İslam’ın devlet reisini (halifeyi) getirmek için çalışan topluluğa (parti) deniyor diye o toplulukla beraber çalışmaktan ayrılamayız. Yukarıda da yazıldığı gibi söz konusu çalışmak farz ve böyle bir topluluğa katılmak ta vaciptir.
Tağuti düzenlere uymadan, az veya çok taviz vermeden, zamanımızın kafir idarecilerden ne maddeten ve nede müsamaha (taviz) alma yönünden, hiç bir yardım beklemeden, Allah’ın Resulünün ve Ashabı Kiramın uyguladıkları metot (asılda) hiç bir değişiklik yapmadan ve tavizsiz, çalışanların sayı itibarı ile azınlıkta kaldıkları, meydanda olan vakıadır. Fakat bilinmeli ki en kuvvetli olan da odur.
İşin ilginç tarafı şudur: Allah’ın boyasıyla boyanmış bir toplumu eleştirenler ya küfür sistemine göre kurulmuş bir parti ve cemiyettir. Davayı yüklenmeyerek orada burada dolaşanlardır.
Gayemiz: Üzerimizdeki farzı eda ederek Allah’ın rızasına ulaşmaktır.
Metodumuz:Resulüllah (s.a.v)’in ve Ashabı Kiramın üzerinde bulundukları metodudur.
Hedefimiz: Bütün Müslümanları Kelimei Tevhit bayrağı altında cem edecek, İslam Alemini küfrün her türlü siyasi askeri, kültürel işgali ve istilasından kurtaracak, Allah’ın Kitabı ve Resulüllah ‘ın sünneti ile hükmederek İslami hayatın her sahasına tekrar hakim olacak İslam davetini alemin sair beldelerine taşıyacak olan HİLAFET DEVLETİNİ kurmaktır.
Allah’ın selamı Hak Yolda olanların üzerine olsun.
Kaynak: Raşidi Hilafet Dergisi, Sayı 8