Home / News / YAZARLAR / Sümeyye Avcı / Anne Olmak En Büyük Şerefe Nail Olmaktır!
islam devleti default

Anne Olmak En Büyük Şerefe Nail Olmaktır!

Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Bir gün birisi Resulullah’a sorar: “Ben kime iyilik yapayım.” Rasulullah “Annene” der. ’’Sonra kime’’ diye sorduğunda Rasulullah tekrar “Annene” der. Adam tekrar sorar; Rasulullah tekrar “Annene” der. Adam tekrar sorunca Resulullah bu sefer “Babana” diye cevap verir”(-El-Kafi, C.2, S.159.)

Başka bir hadiste: “Anne Cennet kapılarının ortasındadır.” (İbn Hanbel, V, 198);

Yine Rasulullah: “Cennet annelerin ayakları altındadır.” (Nesâî, Cihad, 6) diye buyurmuştur.

İslâm, kadına en büyük değeri vermiş, ona annelik vasfını vererek şerefli yaşamasını sağlamıştır. Kadının en büyük sorumluluğu evladını İslam’a göre eğitip onun salih kullardan olması ve böylece Allah’ın da kendisinden razı olduğu şekilde yetiştirmesi için gayret sarfetmesidir. Lakin ne acıdır ki, başımızda olan küfür düzen kadını bu değerli ve şerefli vasfından koparmış onu iş hayatına, para kazanıp kocasına muhtaç olmadan sözde ayakları üstünde durmaya sefketmiştir.

Bu yüzden de günün anneleri çocuklarını kreş veya okullara bırakarak, sırf daha çok para kazanıp, kariyer edinmek için sabahtan akşama kadar çalışıp çocuklarının eğitimini ihmal etmekteler. Çocukların okullarda aldığı eğitim ve çevresi dahi kontrol edilmemekte. Çocuklarını ihmal edenler çocukların okullarda öğrendikleri yanlış fikirleri ve düşünceleri görememekle birlikte o fasit fikirleri düzeltme imkanı dahi bulamamaktadırlar.

Çocuklarımız hayatlarının uzun bir süresini zorunlu okullarda geçiriyolar. Bu okul hayatı çocuklarımızı belki eğitiyor ama kesinlikle değiştiriyor. Gayeleri ve yaşam tarzları değişiyor, dostlukları dönüşüyor ve başka Ümmetlerin kültürleri arkasında yolunu kaybediyorlar.

Değerli Anneler! geleceğimiz yok olmadan kendimize sormalıyız: Geleceğimiz, neslimiz kimlerin ellerinde?

Eğitim için çocukların gittiği yuva ve okul son derece önemlidir. İslam’i eğitim üzerine hem Türkiye’de hem de Avrupa’nın birçok yerinde bir okullar açıldı. Tercihimiz elbette bu okullar olmalıdır. Lakin şöylede bir hakikat var ki hangi okula giderse gitsin istediğimiz bir İslam eğitimi alması güçtür. Çünkü bugün Allah’ın kanunları ile yöneten bir sistem henüz mevcut değil. Mevcut küfür sistem kendisini yıkacak fikirlerin sunulmasını, çocukların bu yönce eğitilmesine kesinlikle müsaade etmez. Bu durumda bizler bütün okulların eğitim metodunu araştırmalıyız ve en kötüsünün iyisini seçmek zorundayız. En azından Allah’ın kanunları ile yönetilen bir devlet kurulup okullarda İslam’i eğitimler sunulana kadar.

Okul yalnızca bilginin edinildiği yer değil, aynı zamanda çocuklarımıza kültür kazandırıldığı bir sosyalleşme mekanizmasıdır. Bu küfür akidesi üzerine kurulan kültür aşılamasına çocuklarımız sürekli maruz kalıyor. Çünkü zorunlu kılınan müfredat düşündüğümüz gibi eğitim uzmanları tarafından değil de UNESCO (Birleşik Milletler) tarafından çocukları değiştirmek amacıyla tasarlanıyor. Yani bütün okullarda yer alan sosyalleşme rastgele bir süreç değil. Bu sosyalleşme veya kültürleşme tasarlanmış ve ‘Herkes için eğitim’ diye adlandırılan bir eylem planın meyvesidir.

Bu gizli müfredat artık o kadar gizli değil. Her okulda vatandaşlık ve çocuk hakları eğitimi veriliyor. Ve bu küfür değerlerin dayatması altında çocuklarımız sorunlu anlar yaşayabilmektedir. Bu okul hayatın çocuklarımızın şahsiyetine işleyişini göz ardı edemeyiz ve bu problem tüm Müslüman ebeveynler tarafından ciddiyetle sorgulanmalı ve çocuklarımızı bu korkunç fitneden korumalıyız. Yoksa zamanla görürüz ki en kıymetli olan varlığımızı/çocuklarımızı kendi ellerimizle hedeflediğimiz İslam şahsiyetine değil de küfür şahsiyetine büründürülmelerine alet olmuşuz. Çünkü unutmayın bir Ümmetin kültürünü; evlatlarının gönüllerinde ve akıllarında muhafaza ettirmenin de kaybettirmenin de yolu öğretimdir. Böylece hedefimiz bilinçlendirmek ve İslam ışığında bu konuda bir çözüme varmaktır.

Zira Batılı kafirler evlatlarımızı bizden almak, temiz zihinlerini bulandırmak için çalışırken ve kendi necis fikirlerini okullarda, medya aracılığı ile çizgi filmlerde, dizilerde sunarken bizler adeta onların ekmeğine bal sürme misali evlatlarımızı kendi ellerimizle onlara teslim eder hale gelmişiz.

Şöyle ki; anne iş veya okuldayken çocuklar 5 ila 8 saat arası okul veya kreşlerde eğitim alıyor. Anne eve geldiği zaman ev işi, yemekle uğraşması gerektiği için evladına zaman ayırmadığından onu TV karşısına oturtup sistemin sunduğu eğitimi almasını sağlamış oluyor. O dizi veya çizgi filmlerde neler sunulduğuna bakılmıyor dahi.

Akşam vakti olup annenin, tam evladına zaman ayıracağı zaman ya çocuğun uyku vakti gelmiş oluyor ya da anne günün yoğunluğundan dolayı yorgun düşüyor ve asıl görevini de bu şekilde ihmal etmiş oluyor.

Günümüz pedagojisi çocuk eğitiminin anne karnında başladığını söyler. Bundan dolayı annenin hamilelik döneminde; yediklerine ve içtiklerine, bulunduğu ortama, aldığı nefese, kullandığı ilaçlara dikkat etmesi gerekmektedir. Hatta henüz anne karnındayken, bebeğiyle konuşmasının, ona sevdiği şeyleri dinletmesinin bebeğin gelişimi açısından önem arzedildiği söylenir. Bunun ne kadar doğru olduğunu Rabbimiz bilir fakat bunları yapmak bir anne için pekte zor değildir.

Asıl zorluk, asıl sorun bebek doğduğu zaman başlayacaktır. Bu zorluğun ne olduğu daha iyi anlamak için öncelikle çocuğun emanetolduğundan kavramamız gerekiyor.

Evet, bebek doğar doğmaz fıtrat gereği anne onu hemen alıp kucaklayıp sahiplenir. Odası, giyeceği elbiseler, kullanacağı eşyalar öncesinden hazırlanır. Hatta ileriye yönelik planlar dahi kurulur. Hangi okula gideceği, hangi mesleğe başlayacağı vs. Her şey hazırlanıp planlanır, lakin çocuğun hangi eğitim alacağı düşünülmez ve bu yönde planlar çok nadir yapılır. Bunun sebebi de çocuklarımızın Allah’ın emanetleri olduğunu unutmamış olmamızdan kaynaklanmaktadır.

Rabbimizin çocukları emanet olarak bizlere verdiğini ve zamanı geldiğinde geri alacağını pek düşünmüyoruz. Oysa Her Müslüman, emri altında bulunanlardan mesuldür. İbnu Omar (ra) anlatıyor. Rasulullah (sav) buyurdu ki;

‘’Hepiniz çobansınız ve hepiniz sürünüzden mesulsünüz. İman çobandır ve sürüsünden mesuldür. Erkek ailesinin çobanıdır ve sürüsünden mesuldür. Kadın, kocasının evinde çobanıdır, o da sürüsünden mesuldür..’’ (Muslim)

Bu hadisi tamamlayan bir başka rivâyet Ebû Hüreyre’ye aittir:

“Her çoban kıyamet günü hesaba çekilecektir: “Sürüsüne Allah’ın emrini tatbik etti mi etmedi mi?”

Çoban kelimesi Farsçadır. Büyük ve küçükbaş hayvanları otlatan, güden kimsedir. Mecazi manada peygamber, hükümdar, melik, lider, devlet başkanı manalarına gelir. Daha geniş manası ise sorumlu olan herkese çoban denir.

Devlet başkanından aile reisine, imamlarımızdan öğretmenlerimize kadar herkes hatta hizmetçilerimize kadar herkes çobandır.

Allah (cc) bizlere evlat verirken onlardan razı bir şekilde günahsız tertemiz verir. Zamanı geldiğinde bizlerden tekrar geri aldığında Rabbimizin bize verdiği gibi tertemiz ve onlardan razı olacağı şekilde eğitmemiz kaçınılmaz bir durumdur. Onları nasıl giydireceğimiz, nasıl besleyeceğimiz elbet önemlidir lakin bunlardan daha önemli olan bir mesele var ki oda onları nasıl eğiteceğimizdir. Bu sebeple, vereceğimiz kültür ve eğiteceğimiz ortam önem arzetmektedir. İşte asıl zorluk burada başlamaktadır ve işte anne olmak sahih bir eğitim vermekle gerçekleşebilir. Yoksa anne olmak sadece evladını sevip, koklaması ve ona merhamet etmesi değildir.

Anne evladına sadece nevi içgüdüsünü tatmin etmesi için, onu sevip, sarması için, değil Allah’ın bir emaneti olarak bakmalı. Ve yarın Allah’u Teâlâ’yla buluşup O’na hesap verebilecek şekilde eğitmelidir. Bunun için işe kendisinden başlamalıdır. Çünkü evlatlara verilecek en iyi eğitim üslubu örnek olabilmektir. Örneğin; anne kendisi yalan söylediği halde evladına yalan söylemesinin haram olduğunu açıklaması büyük bir çelişkidir ve bu yüzden çocuk bu konunun önemli olmadığını düşünür ve haliyle annesini ciddiye almaz.

Bu yüzden annenin kendisini eğitmesi araştırması ve İslam’ı hakkıyla yaşaması çok önemlidir. İşe öncelikle kendisinden başlamalıdır ki, evladına güzel örnek bir model olabilsin. Annenin yapmadığı herhangi bir ameli çocuğundan beklemesi son derecede anlamsızdır.

Allah (cc) buyuruyor:

’’Ey iman edenler! Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu cehennem ateşinden koruyun. Onun yakıtı insanlar ve taşlardır.” (Tahrim, 66/6)

Allah (cc) bizleri yakıtı insanlar ve taşlar olan Cehennem azabından korumamızı emrediyor. Sadece kendimizi değil aynı zamanda çocuklarımızı da korumamızı emrediyor. Çünkü aile sahibi kendisinden sorumlu olduğu gibi ailesinden de sorumludur. Zira konuyla ilgili Ebu Hayyan’ın kaydettiğine göre; “Hz. Ömer; “Ya Resulallah! Nefislerimizi koruruz, fakat ehlimizi nasıl koruyabiliriz?demişti. Bunun üzerine Allah’ın Resulü de şöyle buyurdu: “Allah’ın sizi nehyettiği şeylerden onları nehyedersiniz ve Allah’ın size emrettiği şeyleri onlara emredersiniz. İşte bu, onları korumak demektir.”

Bu hadisle de Rasulullah Cehennem azabından kendimizi çocuklarımızı korunmanın yolunu göstermiştir. Buda ancak Allah’ın emirlerini emrederek, men ettiklerini de alıkoyarak sağlanabilir.

Bir annenin evladına olan sorumluluğu yapması en elzem amelin ne olduğunu nasıl bir zihniyetle çocuğunu yetiştirmesi gerektiğini ve bunun sonucunun ne olduğunu gösteren çok güzel bir kıssayla konumu bitiriyorum.

Eba Kudame, Allah yolunda yaptığın cihadda gördüğü ilginç bir olayı şöyle nakletmektedir:

Rikka bölgesine gittiğim yıllardan birisinde silah taşımak için satın alabileceğim bir deve arıyordum. Bir gün bir yerde otururken bir kadın çıkageldi ve bana: -Ey Eba Kudame! Duyduğuma göre sen, cihad hakkında konuşuyor ve insanları cihada teşvik ediyormuşsun. Allah bana başka kadınlara vermediği ölçüde saç verdi. Ben onları kestim ve ördüm, atlar için onlardan yular yaptım. Herhangi bir kimsenin dikkatini çekmemesi ve ona bakmaması için de onu toprağa buladım. Onu beraberinde alıp götürmeni arzu ettim. Kafirlerin topraklarına vardığında kahramanlar koşuşturmaya, oklar ve mızraklar atılmaya kılıçlar şakırdamaya başladığında ihtiyaç duyarsan onu kullanırsın. Aksi halde onu bana gönder ki Allah yolunda toza toprağa bulanması için onu bir başkasına vereyim. Ben dul bir kadınım. Kocam ve ailemden birçokları Allah yolunda şehit oldular. Eğer bana cihad farz olsaydı elbette ki ben de cihad ederdim.” dedi.

Saçlarından örülerek yapılmış yuları bana ulaştırdı ve şöyle dedi:

Şunu bil ki ey Eba Kudame! Kocam öldüğü zaman geride; Kur’anı ezberlemiş, Farsça’yı ve ok atmasını çok iyi bilen, gecelerini namazla gündüzlerini ise oruçla geçiren onbeş yaşında çok yakışıklı bir çocuk bıraktı. Babasından ona büyük bir arazi kaldı. Allah’a hediye etmek üzere seninle birlikte gelmesi için onu sana göndereceğim. İslam’ın hürmetine arzu ettiğim sevaptan beni mahrum etmeyeceğini umarım.

Saçlarından örülmüş olan yuları ondan aldım ve bana şöyle dedi:

Gözlerimin önünde onu eşyalarının arasına koy ki kalbim mutmain olsun.

Onu aldım ve eşyalarımın arasına koydum. Sonra da Rikka’dan çıktım. Meslem b. Abdülmelik kalesine vardığımda arkamdan koşuşturan ve bana:

-Ey Eba Kudame! Allah sana rahmet etsin. Birazcık beni bekle diye seslenen bir atlı gördüm ve durdum. Atlı bana yaklaştı, beni kucakladı ve şöyle dedi:

-Beni senin arkadaşğından mahrum etmeyen, elleri boş olarak beni geri çevirmeyen Allah’a hamd olsun. Çocuğa; -Yüzündeki örtüyü aç. Eğer senin gibi bir çocuğun gazada bulunması gerekirse katılmasını emrederim. Eğer savaşması gerekmezse seni geri gönderirim, dedim. Yüzündeki örtüyü açtığımda karşımda yüzü ayın on dördü gibi güzel ve üzerinde zenginlik alametleri bulunan bir çocuk gördüm. Gence;

-Baban var mıdır? diye sordum.

-Hayır! Ben Allah yolunda öldürülen babamın intikamını almak üzere seninle birlikte geliyorum. Umulur ki Allah, babamı rızıklandırdığı gibi beni de şehitlikle rızıklandırır. dedi.

-Peki senin annen var mı?

-Evet.

-Öyleyse annenin yanına git ve ondan izin iste. İzin verirse gel, vermezse yanında kal. Annene itaat etmen cihaddan daha üstündür. Çünkü cennet, kılıçların gölgesinde ve annelerin ayakları altındadır.

-Ey Eba Kudame! Beni tanımıyor musun?

-Hayır.

-Ben, sana emanet veren kadının oğluyum. Yular sahibi annemin nasihatlarını ne kadar da çabuk unuttun. Ben Allah’ın izni ile şehid oğlu şehid olacağım. Senden isteğim Allah yolunda seninle birlikte gaza etmekten beni mahrum etmemendir. Ben, Allah’ın Kitabını, ezberlemiş, Rasulullah (sav)’ın sünnetini, Farsça’yı ve ok atmayı bilen birisiyim. Arkamda benden daha iyi at binen birisi yoktur. Yaşımın küçüklüğü nedeniyle beni küçümseme. Annem, sağ olarak geri dönmemem üzere yemin etti ve şöyle dedi:

Ey oğulcuğum! Kafirlerle karşılaşğın zaman arkanı dönüp kaçma. Kendini Allah’a hediye et. Allah’a, cennette olan babana ve babanın salih arkadaşlarına komşu olmayı iste. Allah seni şehitlikle rızıklandırdığı zaman benim için şefaatte bulun. Çünkü öğrendiğime göre şehit, ailesinden yetmiş, komşularından da yetmiş kişiye şefaatte bulunur. Sonra beni bağrına bastı, kucaklayıp öptü, ardından da başını semaya kaldırarak şöyle dua etti.

İlahi efendim ve mevlam! Bu benim oğlumdur, kalbimin reyhanı, gönlümün meyvesidir. Onu sana teslim ettim onu babasına kavuştur.

Çocuğun anlattıklarını duyduğumda; gençliğinin ve ahlakının güzelliğine, annesinin kalbindeki merhamete ve sabrına şaşırarak üzüntüden hüngür hüngür ağladım. Benim ağladığımı gören çocuk:

-Ey amca! Neden ağlıyorsun? Eğer yaşımın küçüklüğünden dolayı ağlıyorsan unutma ki Allah (cc), asi oldukları zaman benden daha küçüklerine de azap edecektir.

-Hayır, yaşının küçüklüğünden dolayı ağlamıyorum. Ben, senden sonra kalbinin nasıl bir hal alacağını düşündüğüm annene ağlıyorum.

Daha sonra yola koyulduk ve geceleyin bir yerde konakladık. Ertesi gün tekrar yola koyulduk. Genç ise Allah’ı zikretmekle sakinleşiyor ve durgunlaşıyordu. Durdum ve düşündüm, çocuk ata bindiği zaman bizden daha iyi at biniyor, bir yerde konakladığımız zaman ise bize hizmet ediyordu. Yürüdükçe, yol aldıkça kararlılığı daha da güçleniyor, canlılığı artıyor, kalbi netleşiyor ve üzerinde sevinç alametleri görünüyordu.

şriklerin topraklarına varıncaya kadar konaklamadan yolumuza devam ettik ve güneş batarken müşriklerin topraklarına vardık. Orada indik ve konakladık. Oruçluyduk, çocuk orucumuzu açmamız için bize yemek pişiriyordu. Bir müddet sonra uykusu bastırdı ve uzun bir uyku çekti. Uykusu esnasında bir ara gülümsediğini gördüm ve arkadaşlarıma çocuğu işaret ederek onlara: Şu çocuğun uykusunda gülümsediğini görüyor musunuz, dedim. Uyandığında ona:

-Sevgili dostum! Uykunda bir ara seni gülümserken gördüm, dedim. Çocuk:

-Bir rüya gördüm, beni çok şaşırttı ve güldürdü.

-Ne gördün? Diye sordum.

-Kendimi yemyeşil ve eşsiz bir bahçe içerisinde gördüm. Bahçede dolaşırken balkonları inciden, kıymetli taşlardan, kapıları altından yapılmış ve perdeleri indirilmiş gümüşten bir köşk gördüm. Ay yüzlü huriler perdeleri yüzlerine çekiyorlardı. Beni gördüklerinde bana:

-Merhaba, hoş geldin dediler. Elimi onlardan birisine uzatmak istediğimde bana:

-Acele etme, zamanın henüz gelmedi dedi. Sonra birbirlerine şöyle dediklerini işittim: -Bu adam kendisinden razı olunan bir kocadır. Sonra bana:

-İlerle, Allah sana rahmet etsin, dediler ve önüm sıra ilerlediler. Köşkün en üst kısmına vardığımda orada kırmızı altından odalar, ayakları beyaz gümüşten yapılmış yeşil zebercedden yataklar gördüm. Üzerinde yüzü güneş gibi pırıl pırıl parlayan bir cariye vardı. Eğer Allah gözlerimi korumasaydı gözlerim körelir, odaların ve cariyenin güzelliğinden dolayı da aklımı kaybederdim. Cariye beni gördüğünde bana:

-Merhaba, hoş geldin. Ey Allah dostu ve sevgilisi. Sen benimsin ben de sana aitim, dedi.

Onu bağrıma basmak istediğimde bana:

-Bekle, acele etme. Sen güveyi olmaktan şimdilik uzaksın. Benimle senin arandaki buluşma yarın öğleden sonra olacaktır. Müjdeler olsun sana.

Ebu Kudame çocuğu dinledikten sonra:

-Sevgili dostum, sen hayırlı bir rüya görmüşsün, hakkında hayırlı olsun, dedim.

Biz çocuğun anlattığı rüyanın şaşkınlığı içerisinde uykuya daldık. Sabah olduğu zaman hemen harekete geçerek atlarımıza bindik ve bu arada bir münadinin şöyle seslendiğini işittik:

-Ey Allah’ın askerleri, at binin, müjdeler olsun cennet var. Gerek ağırlıklı olarak gerekse hafif, yaşlı ve genç hep birlikte cihada koşun.

İşte savaşma zamanı gelmişti. Allah’ın zelil kıldığı küfür ordusu çekirgeler gibi hücuma geçti. Bizden onlara karşı ilk önce o çocuk hamle yaptı. Onların topluluklarını darma-dağın etti, aralarında daldı, birçoklarını öldürdü, onları yerden yere vurdu. Bu halde iken onu görüp karşılaşğımda atının yularını tuttum ve ona:

Sevgili dostum! Sen çocuksun, savaş hilelerini bilmiyorsun, dediğimde bana:

-Ey Amca! Sen Allah’ın şu sözünü duymadın mı? “Ey iman edenler. Toplu halde kafirlerle karşılaşğınız zaman onlara arkalarınızı dönmeyiniz” (Enfal: 15) ayetini okudu ve Benim cehenneme girmemi ister misin? diye sordu.

O, benimle konuştuğu sırada müşrikler saldırıya geçti. Çocukla arama bir adam girdi ve beni ondan uzaklaştırdı. Herkes kendi derdine düştü. Müslümanlardan birçok kişi öldürüldü. Topluluklar birbirlerinden ayrıldıklarında sayılamayacak kadar çok ölü vardı. Atımla öldürülenler arasında dolaşıyordum. Kanlar bir sel gibi akıyor, kandan ve tozdan yüzler tanınmıyordu. Ben öldürülenler arasında dolaşırken atların ayakları arasında çocuğu buldum. Üzerinde toprak vardı, kan revan içerisinde dönüyor ve şöyle diyordu:

– Ey Müslümanlar topluluğu! Bana amcam Ebu Kudame’yi gönderin.

Ona doğru yöneldiğimde onun haykırışını duydum. Yüzündeki kanın ve toprağın çokluğundan, atların ayakları altında çiğnenmiş olmasından dolayı onu tanıyamıyordum. Ona seslendim ve:

-Ben Ebu Kudame’yim, dedim. Bana:

-Ey Amca! Rüyam beni doğruladı, Kâbe’nin Rabbi beni tasdik etti. Ben yular sahibi kadının oğluyum, dedi.

Bu sırada kendimi onun üzerine attım, alnından öptüm. Yüzünün güzelliğini örten toprakları ve kanı sildim, ona:

-Sevgili dostum, amcan Ebu Kudame’yi unutma. Kıyamet günü senin şefaatine ihtiyacı vardır onun. Bana:

-Senin gibisi unutulmaz. Yüzümü elbisenle silme. Benim elbisem bu iş için senin elbisenden daha iyidir. Bırak onu ey amca. Böylece Allah Tealâ’ya kavuşayım. Ey amca! Daha önce sana niteliklerini söylediğim huriler başımın üzerinde dolaşıp duruyorlar. Ruhumun çıkmasını bekliyorlar ve bana:

-Acele et, ben seni Allah için çok özledim, diyorlar.

-Ey Amca! Eğer Allah seni sağ salim geri döndürürse kana bulaşş olan şu elbisemi, çocuğunu çok fazlasıyla seven zavallı ve mahzun anneme götür ve ona teslim et. Şunu bilsin ki ben onun vasiyetini zayi etmedim, müşriklerle karşılaşğım zaman korkaklar gibi kaçmadım. Selamımı ona ulaştır ve ona: Allah’a verdiği hediyeyi Allah’ın kabul ettiğini söyle. Ey amca! Benim on yaşında küçük bir kız kardeşim var. Ne zaman yanına varsam beni karşılar ve bana selam verirdi. Bir yere çıkacağım, gideceğim zaman benimle en son o vedalaşır ve bana: Ağbiciğim, geç kalma derdi. Onunla karşılaşğın zaman ona da selamımı ulaştır ve şöyle de: “Benden sonra kıyamete kadar benim yerime Allah senin vekilindir.”

Sonra tebessüm etti. Ardından da:

-Ben şahitlik ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur. O birdir, O’nun ortağı da yoktur. O, vadini yerine getirdi. Ben yine şahitlik ederim ki Muhammed Allah’ın elçisidir. Allah ve Resulünün bize vadettiği şey işte budur. Allah ve Rasulu doğru söylemiştir, dedi ve sonra da ruhunu teslim etti. Elbiseleri ile onu kefenledik ve gömdük. Allah ondan ve bizden razı olsun.

Ebu Kudame devamla şunları anlatır:

Bu gazveden dönüp Rikka’ya vardığımda benim için çocuğun annesinin evini bulmaktan başka bir dert yoktu. Evine vardığımda ahlak ve yüz güzelliğinde çocuğa benzeyen kız kardeşini evin kapısında ayakta bekler halde buldum. Yoldan gelip geçenlere:

-Ey amca! Nereden geliyorsun? diye soruyordu. Gazveden geldiğini söylediğinde ona:

-Kardeşim sizinle birlikte döndü mü? diye soruyor onlar da bilmiyoruz diyerek cevap veriyorlardı.

Bu sesi işittiğimde ona doğru yöneldim bana:

-Ey amca! Nereden geliyorsun?

Gazveden geliyorum.

-Kardeşim falan sizinle birlikte döndü mü? Herkes dönüyor fakat kardeşim dönmüyor, diyerek ağlamaya başladı. Ah başıma gelenler, diyerek hayıflandı.

Bu esnada beni bir hüzün kapladı. Bir müddet sonra kendime geldim… Sonra ona yönelerek:

-Kardeşinin kim olduğunu bana söyle dedim. Bu esnada kapıda olan kadın sesimi duydu ve dışarı çıktı. Birdenbire yüzünün rengi değişti. Ona selam verdim o da selamıma karşılık verdi. Sonra da bana:

– Müjde mi yoksa taziye mi?

– Ben de hem taziye hem de müjde var. Allah sana rahmet etsin.

– Eğer çocuğum sağ olarak döndüyse sen teselli eden birisisin. Eğer oğlum Allah yolunda öldürüldüyse sen müjde veren birisisin.

– Müjdeler olsun. Hediyen kabul oldu. Ağladı.

– Allah hediyemi kabul etti mi?

– Evet.

– Oğlumu kıyamet gününün azığı yapan Allah’a hamd olsun.

– Kız kardeşi nerede?

-O şimdi seninle konuşur. Kız kardeşi bana yöneldiğinde ona:

– Kardeşinin sana selamı var. Senin için: “Benden sonra kıyamete kadar benim yerime Allah onun vekilidir” dedi.

Bunun üzerine kız hüngür hüngür ağlamaya başladı. Yüzünü bir tuhaflık kapladı ve kendinden geçti. Bir müddet sonra onu salladığımda onun ölmüş olduğunu gördüm. Bu durum beni çok şaşırttı. Oğlunun annesine vermem için bana emanet olarak verdiği elbiseyi teslim ettim. Çocuğun ve kız kardeşinin hallerine üzülerek, annelerinin sabrına da şaşırarak oradan uzaklaştım.

Rabbim bizleri evlatlarını Allah yolunda yetiştiren saliha annelerden eylesin – Amin-

Sümeyye AVCI

28.10.2013

Ayrıca...

islam devleti default

Acılı Günün Yıl Dönümü: 3 Mart 1924

Alemlerin Yaratıcısı ve Rabbi olan Yüce Allah’a hamd olsun. Allah’u Tealâ’nın dünya ve ahiret saadetinin …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir