Home / News / YAZARLAR / Mehmed Aydın / İhvan’ın darbe öncesi ve sonrasındaki tutumunun Şer’i analizi
islam devleti default

İhvan’ın darbe öncesi ve sonrasındaki tutumunun Şer’i analizi

İhvan hareketini ve onun çizgisini takip eden diğer benzeri hareketlerinin (örneğin Milli Görüş hareketi) varlığından herhalde haberdar olmayan pek azdır. Özellikle İhvan-ı Müslim hareketinin tarihsel oluşumu ve Hilafetin yürürlükten kaldırılışından dört yıl sonra kurulması (1928), birçok İslami hareketin örnek almasına veya ondan etkilenmesine sebep olmuştur.

İhvan hareketinin tarihsel süreci esnasında çeşitli evreler geçirdiğini ve farklı ülkelerde değişik alimler açısından farklı anlaşılmasına sebep olması, onun uluslararası konumu bakımından homojen olmadığını bize gösteriyor. Lakin İhvan hareketinin doğum yeri olan Mısır’da onun geçirmiş olduğu sürece baktığımızda gerçekten de insanın üzülmemesi veya daha doğru bir ifade ile kızmaması mümkün değil.

Müslüman Kardeşler hareketinin oluşumundaki etkenleri ve Hilafet Devleti’nin ilgasından önce gerçekleşen unsurları göz önünde bulundurmamız gerekiyor. Ve yine Müslümanların Hilafet Devleti’nin ilgasından sonra karşı karşıya kaldıkları yeni sorunlar ve engellerinin üstesinden gelmek için girişmiş oldukları mücadelede mercek altına alınması gerekiyor. Hilafet Devleti’nin yıkımından sonra gerçekleşen hatalı girişimleri daha iyi anlayabilmemiz için, Hilafet Devlet’i öncesini azda olsa incelememiz gerekmektedir.

İslam tarihini ele aldığımızda, Allah Resulü’nün sahabesi ile inşa etmiş olduğu İslam Devleti’nin, kafirlerin yoğun çabaları ile 1924 yılında hayattan kaldırıldığına şahit olmaktayız. Medine’de kurulan İslam Devleti’nin daha sonra çeşitli evreler geçirdiğini bilmekteyiz. Bu evreler esnasında inhitar ve inhitat sürecinin var olması, belki de Hilafet Devleti’nin kafirler tarafından kolay bir hamle ile yıkılmasına sebep olan öncelikli nedenlerdendir. İnhitar ve İnhitat lafızlarının içerisini dolduracak olursak, şu tespiti yapmamız mümkün. İnhitar süreci Raşid Halifeler’den sonra kendisini hissettiren yavaş düşüş anlamına gelmektedir. İnhitat ise özellikle miladi olarak 18. yüzyılın ortalarından sonra, yani özellikle 1789 Fransız ihtilalinin akabinde kesin ve derin düşüş anlamına gelmektedir. Yavaş düşüş (inhitar) ve kesin/derin düşüş (inhitat) sözcüklerinin bir mecazi tanım ile özetleyecek olursak, şöyle bir örnek verebiliriz. Aslan yürekli, güçlü kuvvetli bir mücahid üzerinden inhitar ve inhitat sözcüklerini anlamaya çalışalım. Bu kuvvetli ve güçlü mücahidin sağlığı ve fiziki yapısı elverdiği müddetçe karşılaştığı her türlü engel ve tuzağın üstesinden gelebilecektir. Yani her düşüşün ardından tekrar ayağa kalkması sorun olamayacaktır. Onun bu düşüşleri enerji ve zaman kaybına sebep olsa da, onun ayağa kalkmasına ve mücadelesine devam etmesine engel olmayacaktır. Lakin bu mücahidin inhitat sürecine geldiğinde, onun bu düşüşünün çok daha kesin ve şiddetli olmasına sebep olacaktır. Ardından ise tekrar ayağa kalkması çok güç ve imkansızlaşacaktır. Hatta bu düşüşler onun yatalak olmasına sebep olacaktır. Sebebi ise onun dış darbelerden daha ziyade iç organlarının hastalıklı ve sorunlu olmasıdır. Yani inhitat sürecinde bu mücahidin iç organları iflas etmiş ve çeşitli mikrop ve bakterilerin istilasına maruz kalmıştır. İnhitatın son ölümcül darbesi ise 1924 yılında kafir batının, özellikle İngiltere’nin uşağı ve ajanı olan Mustafa Kemal üzerinden, Hilafet’in ilgası ile gerçekleşmiştir.

Özetle inhitar sürecinde Hilafet Devleti İslami bir fikre ve Şer’i bir nizama sahip olduğundan tüm dış saldırıların (Moğol, Haçlı saldırılarının vs.) üstesinden gelebilmiştir. Lakin inhitat sürecinden fikirler ve dolayısıyla ondan fışkıran nizamlar hatalı olduğundan, yeni çıkan sorunlar karşısında bir nevi felç olmasına sebep olmuştur. Örneğin çok basit konularda, kahve matbaa ve farklı başka örneklerde sahih İslam anlayışını oluşturamamıştır.

Tüm bu tarihi aşamalardan ve tarihte ilk kez gerçekleşen İslam devletinin ilgasından sonra İslami hareketlerinin belki de ilkini teşkil eden İhvanı Müslim’in hareketi oluşturmaktadır. Bu hareketin çeşitli İslam beldelerinde örnek alınması ve batının ısrarla üzerinde durması herhalde tesadüf olmasa gerek. Bu hareketin eylemlerinin batı için bir menfaat içermiş olması veya ondan istifade etmiş olması, biz Müslümanları düşündürmesi gerekmektedir.

İhvan hareketinin kurucusu olan Hasan el-Benna ve ideallerinin ne olduğunu kısaca ele aldıktan sonra konumuzu Temmuz 2013 yılında gerçekleşen askeri darbeye yoğunlaştıracağız.

İhvan hareketinin kuruluşu ve mücadelesi ile alakalı onun sosyokültürel bir yapıya sahip olduğunu ve mücadelesi esnasında genelde bu çizgisini terk etmediğini söylemek mümkün. Hasan el Benna’nın bu konu ile alakalı şu sözü de bunu çağrıştırıyor:

“Selefî bir mesaj, Sünnî bir yöntem, tasavvufî bir hakikat, siyasal bir örgüt, atletik bir grup, bilimsel ve kültürel bir bağ, ekonomik bir girişim ve toplumsal bir fikir.” 

İhvan hareketini biraz daha yakından tanıyabilmemiz için şu özeti yapmamız yeterli olsa gerek:

Hasan el-Benna 1928 yılı Mart ayında Süveyş Kanalında çalışan Hafez Abdel-Hamid, Ahmad Al-Hossary, Fuad Ibrahim, Abder-Rahman Hasab-Allah, Ismael Ezz ve Zaki Al-Maghraby isimli arkadaşları ile birlikte Mısır’ın İsmailiye kentinde İhvan-ı Müslimin’i bir sosyal toplum hareketi, siyasi hareket ve dinsel hareket adı altında kurdu. Hasan el-Benna’ya göre, “İslam Dünyası batı etkisinden dolayı sosyal hükmünü kaybetmiştir. Şeriat kanunları, geçmişte olduğu gibi Kur’an ve Sünnet üzere olmalı ve toplumun her kesimini; devlet işlerinden günlük problemlere değin her şeyi kapsamalıdır.”

Hasan el-Benna işçilerin haklarını, zalim sömürgeci yabancı şirketlere karşı savunduğu için etrafına ün salmıştır. Birçok hastane, eczane okul gibi hizmet kurumunun kurulmasına vesile olmuştur. El-Benna, Kadın hakları, kadın eşitliği gibi konularda kadına karşı adil olunması yönünde son derece muhafazakar bir tutum içerisindeydi. Müslüman Kardeşlerin üye sayısı; 1936 yılında 800, 1938 yılında 200,000, 1948 yılında 500,000 kişiye ulaşmıştır.

Bu kısa özetten sonra Ihvan hareketinin kuruluşundan 2013 yılına kadar karşı karşıya kalmış olduğu baskıları ve gayri İslami siyasi mücadelesini şu şekilde sıralayabiliriz:

1940 ve 1950’lerde çeşitli suikast girişimlerinin arkasında Ihvan hareketi olduğu ileri sürüldüğünden birçok üyesi tutuklandı ve idam edilenler oldu. Mısır hükümeti 1965 yılında da Müslüman Kardeşlere karşı sıkı önlemler aldı, ardından Seyyid Kutub’un idam edilmesi Kutub’u örgüt üyelerinin ve bölgedeki pek çok kişinin gözünde şehit mertebesine yükseltti. Müslüman Kardeşler, 1980’li yıllarda siyasal bir harekete dönüşebilmek ve politikada aktif rol alabilmek için çeşitli denemelerde bulundu. 1984 yılında Wafd partisi, 1997 yılında İşçi Partisi ve Liberal Parti ile ittifaka giderek Mısır’ın en güçlü muhalif gücü haline dönüştü. Müslüman Kardeşler, 2000 yılındaki seçimlerde mecliste 17 sandalye kazanmayı başardı.

Gelelim 2011 yılında Hüsnü Mübarek’in devrilmesinden sonra İhvan hareketinin konumuna.Ihvan hareketi kurmuş oldukları yeni siyasi partisi ile (Özgürlük ve Adalet Partisi) 30 Eylül 2011 seçimlerinde 50% oyla iş başına geldiler. İkinci büyük partinin İslami duyarlılığa sahip olan Nur Partisi’nde katacak olursak parlamentonun 70% İslami duyarlılığa sahip olan kişiler tarafından yönetiliyordu. Ardından cumhurbaşkanı seçimlerinde de aday olarak Müslüman Kardeşlerin delegeleri 2012 yılında Cumhurbaşkanı olarak Muhammed Mursi’yi seçti. Mübarek döneminden sonra ilk Mısır seçimlerinde, Müslüman Kardeşlerin üyeleri, Muhammed Mursi’yi yüzde %51.73 oy ile seçmişlerdi. Rakibi eski Hava Kuvvetleri Komutanı Ahmet Şefik ise % 48.27 oy almıştı.

Tarihler Temmuz 2013 yılını gösterdiğinde demokratik yollarla seçilmiş bir cumhurbaşkanının askeri darbe ile dönemin Genelkurmay Başkanı ve Savunma Bakanı olan Abdulfettah el-Sisi tarafından indirildi.

Şimdi ise bu gelişmenin hem siyasi arka planını hem de Şer’i analizini beraberce yapalım. Mısır’ın özellikle Abdünnasır döneminden sonra ABD’nin güdümünde olduğunu ve sözde İsrail Devleti ile barış antlaşmasını ilk imzalayan ülke olması açısından batı için oldukça önem arzeden bir ülke konumundadır. Stratejik öneme sahip olan Süveyş kanalının Mısır’dan geçmiş olması ve İslam beldelerinde nüfus açısından kalabalık bir nüfusa sahip olması Mısır’ın önemine batı açısından yine güçlendirmektedir. ABD’nin 2001 yılında Türkiye’de hayata geçirmiş olduğu ılımlı İslam projesinin Mısır’da 2011 yılında Ihvan hareketi ile bir nevi denemiş olması bunun Türkiye ile aynı konumda olduğu söylenemez. Sebebi ise zannımca şu olsa gerek. Türkiye’deki ordunun İngiliz güdümlü olması ve ABD’nin ılımlı İslam projesi ile bu güdümü kırabilmiş olması, Mısır için geçerli bir gerekçe olmamaktadır. Mısır ordusu Türkiye ordusundan olduğu gibi İngiliz güdümüne bağlı değildi. Bununla beraber Mısır İsrail’in komşusu konumundadır. Yani kısacası ABD’nin Türkiye için oynamış olduğu ılımlı İslam projesinin Mısır için geçerli bir kart olmadığı ortaya çıktı.

Meselenin Şer’i boyutunu ele alırken Allah Resul’ünün şu hadisi ile başlamak istiyorum:

Buhârî ve Müslim’in beraberce naklettiği bir hadîste Muhammed (sav): “(Akıllı ve olgun) Mü’min aynı delikten iki defa sokulmaz, ısırılmaz.” (Buharı, Edeb, 83; Müslim, Zühd, 63) buyurmuştur.

Hadisin meşhur bir sebebi vardır: Resulüllah Aleyhissalatü Vesselam, Bedir harbinde Ebu İzze namındaki şairi esir almış ve kendisine iyilik yaparak serbest bırakmış. Müslümanlar aleyhine kimseyi kışkırtmayacağına ve kendisini hicvetmeyeceğine dair ondan söz almıştı. Fakat Ebu İzze kavminin yanına varınca sözünde durmamış, kışkırtma ve hicivlerine tekrar başlamıştır. Daha sonra Uhud  harbinde yine Müslümanların eline esir düşerek tekrar serbest bırakılmasını istemiş, Resulüllah (s.a.v.) da: “Mü’min, bir delikten iki defa ısırılmaz.”

Yani ihvan ve onu örnek alan benzerleri Müslümanların maslahatı gereği Şer’i hiçbir mesnedi olmayan davranışlarını bu hadis çerçevesinde dahi değerlendirmiş olsalar belki de gerçekleri görebilecekler. Lakin taassup gafletinde bulunmuş olmaları ve vakıayı yanlış analiz etmeleri, onların gerçekleri görmelerine engel olmaktadır. Halbuki Rabbimiz taassup hastalığı hakkında şunu buyurmaktadır:

“Hani kâfirler kalplerinde o taassub ve kibri, yani cahiliye taassup ve kibrini koymuşlardı da Allah da hemen huzur ve sü­kununu Rasulünün ve müminlerin üzerine indirmişti. Onlara takva sözü üzerinde sebat vermişti. Onlar zaten buna daha la­yık ve buna ehil idiler. Allah her şeyi çok İyi bilendir.” (Fetih 26)

Vakıa yanlış analiz eden ve hedefi doğru tanımlayamayan ihvan ve benzerlerinin bataklık içerisinde bocaladıkları müddetçe, Rabbimizin tevfiki gelmeyecektir. Dolayısıyla eylem ve fiiller İslam ile taban tabana ters olduğu müddetçe istenilen hedefe ulaşmak mümkün olmayacaktır. Özellikle Mısır’da gerçekleşen son darbe hamlesi, bu gayri İslami yolun, yani demokrasi ve onun unsurlarının hedefe ulaşmak için kullanılacak bir araç olarak kullanılamayacağımızı artık anlamış olmamız gerekiyor. Rabbim bu basireti elde eden kullarından bizleri eylesin ve tez zamanda dört gözle beklemiş olduğumuz ikinci Raşidi Hilafet Devletini bizlere nasip eylesin.

Kardeşiniz Mehmet Aydın

Ayrıca...

yazar

Neden Kobani değil de Afrin Operasyonu?

Hatırlayacağınız üzere İŞİD Ağustos 2014 tarihinde Kobani’yi (Ayn El Arap) kuşatmış ve 17 Eylül 2014 …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir