Home / News / YAZILAR / TEFSİR / TEFSİR: BAKARA SURESİ | Bölüm 8
islam devleti default

TEFSİR: BAKARA SURESİ | Bölüm 8

 بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

Bakara Suresi

 

-46-

Bir kişi ne zaman mümin sayılır:

 

إن الذين آمنوا والذين هادوا والنصارى والصابئين من آمن بالله واليوم الآخر وعمل صالحا فلهم أجرهم عند ربهم ولا خوف عليهم ولا هم يحزنون

“Şüphesiz iman edenler; Yahudiler, Hristiyanlar ve Sâbiîler; Allah’a ve ahiret gününe hakkıyla inanıp salih amel işleyenler için Rableri katında mükâfatlar vardır. Onlar için herhangi bir korku yoktur. Onlar üzüntü çekmeyeceklerdir.” (Bakara 62)

Burada iman eden Müslümanlardan bahsediliyor. Ayrıca zikredilen Sabii gurubunun ne olduğuna dair ihtilaf vardır. Hıristiyan-Mecusi karışımı, yıldızlara tapan, Yahudi-Mecusi karışımı veya hiçbir dine sahip olmayanlardır diyenler vardır. Kısaca, bunlar kafir bir gruptur. Fakat Yahudiler veya Hıristiyanlar, mümin iseler ve salih amel işlemişlerse Allah Celle Celaluhu tarafından kabul edilirler ve ödüllendirilirler. Bu ayette, Allah’u Teala imanın temelini gösterdi: Bu ise, Kendisine ve kıyamet gününe imandır. İnsan Allah’a inanırsa Allah’ın her istediğine ve emrine inanmak demektir. Bunun gereğince Allah’ın gönderdiği Resullere ve indirdiği Kitaplara inanmak gerekir. Nitekim Allah’ın Resulü peygamber ve Kitaplarına inanmayı çağırdı ve inanmayanın kafir olduğunu bir çok ayette vurguladı. Hatta bazı insanlar ve özelikle Yahudiler; “Resullerin bir kısmına inanırız ve bir kısmını inkar ederiz” dediler, bunların da kafir olduklarını Allahu Teala Nisa suresinde 150-151. Ayetlerinde belirtmiştir. Bazı ayetlerde konuya göre imanın bir kısmını gösterir. Birçok ayette Allah’a imanla beraber Resulullah Hz. Muhammed’in imanı üzerinde durmaktadır.   Çünkü Resulullah’a iman etmeyen kimse kafir olduğu gibi Kur’an’ı inkar eder ve İslam’ı da uygulamaz. Zira Kur’an Hz. Muhammed’e indirildi. Eğer Resulullah’ı inkar ediyorsa bu ayeti Yahudiler ve Hristiyanların mümin olduklarına dair olarak nasıl bir delil olarak gösterir?! Ayrıca bir çok ayette Allahu Teala Yahudilerin ve Hristiyanların veya Ehl-i Kitab’ın kafir olduklarını gösterdi. İsa’nın Allah’ın ta kendisinin veya onun oğlu olduğunu, O’nun üç olduğunu, İsa ve annesi olan Meryem’in birer ilah olduğunu söyleyenlerin kafir olduklarını vurguladı. (Maide suresinin 72,73,75. Ve 116. Ayetlerine bakın.) Bu nedenle; “önemli olan Allaha ve ahirete inanmak, diğer kısımlarına inanmak önemli değil veya bu iki konuyla yetinilir” demek tam kâfirliktir. Burada sadece ayetin siyakı bunu bu şekilde gösterdi. Başka ayetlerin siyaklarında imanın diğer kısımlar gösterilmiş ve üzerinde durulmuştur. Misal olarak;

إنما المؤمنون الذين آمنوا بالله ورسوله ثم لم يرتابوا وجاهدوا بأموالهم وأنفسهم في سبيل الله

“Müminler ancak Allah’a ve Resûlüne iman eden, ondan sonra asla şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla savaşanlardır. İşte doğrular ancak onlardır.” (Hucurat 15)

إنما المؤمنون الذين آمنوا بالله ورسوله وإذا كانوا معه على أمر جامع لم يذهبوا حتى يستئذنوه، إن الذين يستئذنونك أولئك يؤمنون بالله ورسوله فإذا استئذنونك لبعض شأنهم فأذن لمن شئت منهم واستغفر لهم الله إن الله غفور رحيم

“Müminler, ancak Allah’a ve Resûlüne gönülden inanmış kimselerdir. Onlar, o Peygamber ile ortak bir iş üzerindeyken ondan izin istemedikçe bırakıp gitmezler. (Resûlüm!) Şu senden izin isteyenler, hakikaten Allah’a ve Resûlüne iman etmiş kimselerdir. Öyle ise, bazı işleri için senden izin istediklerinde, sen de onlardan dilediğine izin ver; onlar için Allah’tan bağış dile; Allah mağfiret edicidir, merhametlidir.” (Nur 62)

لكن الراسخون في العلم منهم والمؤمنون يؤمنون بما أنزل إليك وما أنزل من قبلك والمقيمين الصلاة والمؤتون الزكاة والمؤمنون بالله واليوم الآخر أولئك سنؤتيهم أجرا عظيما

“Fakat içlerinden ilimde derinleşmiş olanlar ve müminler, sana indirilene ve senden önce indirilene iman edenler, namazı kılanlar, zekâtı verenler, Allah’a ve ahiret gününe inananlar var ya; işte onlara pek yakında büyük mükâfat vereceğiz.” (Nisa 162)

إنما المؤمنون الذين إذا ذكر الله وجلت قلوبهم وإذا تليت عليهم آياته زادتهم إيمانا وعلى ربهم يتوكلون

       “Müminler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen, kendilerine Allah’ın âyetleri okunduğunda imanlarını artıran ve yalnız Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir.” (Enfal 2)

…………فآمنوا بالله ورسوله النبي الأمي الذي يؤمن بالله وكلماته واتبعوه لعلكم تهتدون

“Öyle ise Allah’a ve ümmî Peygamber olan Resûlüne –ki o, Allah’a ve onun sözlerine inanır- iman edin ve ona uyun ki doğru yolu bulasınız.” (Araf 157- 158)

فإن آمنوا بمثل ما آمنتم فقد إهتدوا وإن تولوا فإنما هم في شقاق فسيكفيكهم الله وهو السميع العليم

“Eğer onlar da sizin inandığınız gibi inanırlarsa doğru yolu bulmuş olurlar; dönerlerse mutlaka anlaşmazlık içine düşmüş olurlar. Onlara karşı Allah sana yeter. O işitendir, bilendir.” (Bakara 137)

فآمنوا بالله ورسوله والنور الذي أنزلنا والله بما تعملون خبير

“Onun için Allah’a, Peygamberine ve indirdiğimiz o nura (Kur’an’a) inanın. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.”(Teğabün 8)

ياأيها الذين آمنوا اتقوا الله وآمنوا برسوله

“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve Peygamberine inanın.” (Hadid 28)

الذين استجابوا لربهم واقاموا الصلاة

“Yine onlar, Rablerinin davetine icabet ederler ve namazı kılarlar.” (Şura 38)

Buna benzer birçok ayet vardır. Ayetlerin siyaklarına ve münasebetlerine göre imanla ilgili konular gösteriliyor. Yoksa sadece bir kısmına inanırlarsa cennete gireceklerdir anlamı çıkmaz. Hayır, hepsine inanacaklar ve bu imanın gereğince yapacaklardır. Yalnız Allah’a Celle Celaluhu ve kıyamet gününe inanıp, Resul Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’e meleklere, Kur’an veya Peygamber Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’e inanmazlarsa cennete mi girecekler?! Hayır! Cennete giremezler. Böylesi kişiler kafirdir. Hatta bir ayeti inkar ederse kafir olur ve asla cennetlik olamaz. Onun için ecri yoktur. Allah’a Celle Celaluhu ve Resulüne Sallallahu Aleyhi Ve Sellem isyan edenler ebediyen cehennemde kalırlar. (Cin 23) Resulün Sallallahu Aleyhi Ve Sellem hükmünü kabul etmeyenler mümin olamazlar (Nisa 65). Bir çok ayette “Ehli kitap kafirdir” denilerek, kafirlikleri pekiştiriliyor. (Ali İmran 70, 98,110), (Nisa 57, 59,65), (Beyyine 1,4,6), (Tövbe 31), (Maide 17)

İşte, tefsirini göstermeye çalıştığımız (Bakara 62) ve benzeri (Maide 69)’da geçen ayette, akidenin bir kısmı gösteriliyor, imanın tamamı gerçekleşmezse insan mümin olamaz. Bu ayette:

ياأيها الذين آمنوا ! آمنوا بالله ورسله والكتاب الذي نزل على رسوله والكتاب الذي انزل من قبل ومن يكفر بالله وملائكته وكتبه ورسله واليوم الآخر فقد ضل ضلالا بعيدا

“Ey iman edenler! Allah’a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği Kitab’a ve daha önce indirdiği kitaba iman (da sebat) ediniz. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve kıyamet gününü inkar ederse tam manasıyla sapıtmıştır.” (Nisa 136)

İman ettik diyenlere hitap ederek “Eğer iman etmişseniz bunlara iman edin, bunları reddederseniz kafir olursunuz” demektedir. Kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkar edenlerin de kafir olduklarını beyan etmektedir. (Nisa 150-151)

Bir konu hakkında hüküm göstermek isteyen, o konu hakkında geçen bütün ayetlere bakmalıdır. Yoksa bir ayete bakıp diğer ayetlere göz yumarsa, gerçeği öğrenemediği gibi sapabilir ve başkalarını da saptırabilir. Sonra ortaya yanlış bir anlayış çıkar ki; Yahudiler ve Hıristiyanlar mümindirler ve cennetliktirler kanaatine varılır. Oysa birçok ayette bunlar lanetlendi, kötülendi ve bunların cehennemlik oldukları gösterildi. Hatta İslam’a girince veya İslam hakimiyetine boyun eğinceye kadar onlarla savaşmayı Allah Celle Celaluhu Müslümanlara emretti. (Tevbe 30)

Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem döneminde İslam’a giren baş haham olan Abdullah bin Selam ve gurubu gibi bazı Yahudi ve Hıristiyanlar İslam’a girince onlar övüldü. Allah Celle Celaluhu, onlar hakkında bu ve benzeri ayetleri inzal buyurdu. Artık Yahudilikten ve Hıristiyanlıktan çıktılar ve mümin oldular. Ayette; “Kim bunlardan mümin olursa ve salih amel yaparsa…” yani, daha önce mümin değillerdi. Hatta müminim diyen kimse, Allah’a Celle Celaluhu ve kıyamet gününe inanmazsa ve salih amel yapmazsa cehennemlik olur.

İşte, ayetler birbirini tefsir ediyor. Hadisi şerifte Kur’an’ı tefsir ediyor. Hadisler, Ehli kitabın kafir olduklarını ve cehennemlik olduklarını açıklıyor. İsrailoğulları’yla ilgili Bakara suresinde geçen ayetleri işledik. Bunların kafir, lanetli ve cehennemlik olduklarını açıkladı. Müslümanları ve diğer insanları, İslam’dan uzaklaştırmak için çalıştıklarını bir takım ayetlerde gösterdi. (Bakar 109) ve (A-li İmran 100). İleriki ayetlerde Ehli kitabı diğer kafirleri İslam’a çağırmalıyız diye emredildiğimizi göreceğiz.

Kafirlerle diyalog kuranlar, sadece bu ayete dayanarak hüküm vermesinler. Diğer ayetlere de baksınlar. Misal olarak; Tövbe süresinin 30. Ayeti, Yahudiler ve Hıristiyanlar dahil olmak üzere bütün kafirlerle savaşmamızı Allah Celle Celaluhu emrediyor. Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem Yahudilerle, Hıristiyanlarla ve müşriklerle savaştı. Devletinin tek metodu cihad idi. Cihad işleri sürerken de onları en güzel bir şekilde İslam’a davet ederiz. İcabet ederlerse bizim gibi olurlar. Kabul etmezlerse İslam hükmüne boyun eğinceye ve cizye verinceye kadar onlarla savaşın İslam devleti Allah’ın emri yerine getirir.

 

-47-

Allah İsrailoğuları’ndan misak alırken onların üzerlerine Tur Dağı’nı yükseltmesi:

 

وإذ أخذنا ميثقكم ورفعنا فوقكم الطور خذوا ما آتيناكم بقوة لعلكم تتقون.(63) ثم توليتم من بعد ذلك فلولا فضل الله عليكم ورحمته لكنتم من الخاسرين

“Sizden (Misak) sağlam bir söz aldık, Tûr dağını sizin üzerinize yükselttik, size verdiğimizi kuvvetle tutun, onda bulunanları daima hatırlayın dedik, umulur ki, takvalı olursunuz.

Ondan sonra sözünüzden döndünüz. Eğer sizin üzerinizde Allah’ın ihsanı ve rahmeti olmasaydı, muhakkak zarara uğrayanlardan olurdunuz.”(Bakara 63-64)

Allah’u Teala, İsrailoğulları’ndan indirdiği Tevrat’ı uygulamalarını istedi. Hem de kuvvetli şekilde ona sımsıkı sarılmaları şartı ile. Bunun için onlardan söz ve ahd aldı. Bu ahdı alırken üzerlerine Tur Dağı’nı kaldırdı. Başka bir surede yüce Allah Celle Celaluhu şöyle buyurmuştur:

وإذ نتقنا فوقهم الجبل كأنه ظلة وظنوا أنه واقع بهم خذوا ما آتيناكم بقوة واذكروا ما فيه لعلكم تتقون

“Bir zamanlar dağı İsrailoğulları’nın üzerine gölge gibi kaldırdık da üstlerine düşecek sandılar. ‘Size verdiğimi (Kitabı) kuvvetle tutun ve içinde olanı hatırlayın ki takvalı olasınız (korunasınız) dedik.”  (Araf 171)

Burada Allah Celle Celaluhu onlara tehdit göndermektedir. Eğer, sözünüze sadık olmazsanız ve sımsıkı şekilde ve bütün gücünüzle size verilene, Allah’ın sözlerini yerine getirmez iseniz bu dağ sizin üzerinize düşürülecektir. Çünkü Allah Celle Celaluhu’a söz veren kimse sözü yerine getirecektir, yoksa Allah’ın azabını hak etmiş olur. Allah Celle Celaluhu’a verilen söz ise iman ve onun gereğince amel etmektir. Kim derse Allah’a, Resulüne, Kitabına ve kıyamet gününe inandım derse, Allah’a söz vermiş olur. Öyleyse, bu imanın gereğince amel etmek zorundadır. Allah’ın Resulüne indirdiğine sımsıkı bağlanacak ve kitap içinde geçen bütün emirlere uyacak ve bütün nehiylerden uzak kalacaktır ve hep Allah Celle Celaluhu’nun azabını hatırlayacaktır. Kıyamet gününde hesaba çekilecek ve sonu ya cennet ya cehennem olacaktır. O hayat (ahiret hayatı) ebedidir. Dünya hayatı ise geçicidir. Bu şekilde insan takvalı olur, Allah’ın azabından korunmuş olur. Hep aklında bu imanı tutarsa, Allah’tan korkar ve dünyada ne kadar kazanırsa kazansın dünya hayatının geçici olduğu, ahiret hayatının ise sonunun sınırsız ebedi olduğu hakikatini sürekli düşünecektir. Ancak İnsan bu dünyada hep yaşamak ister, bunun için kendini korumaya çalışır, fakat eceli gelince gider. Buna karşı en ufak bir şey yapamaz, çünkü buna gücü yetmez.

İsrailoğulları gevşeklik gösterdiler, Allah’ın emirlerine sımsıkı bağlanmadılar, daha önce gösterdiğimiz ayetlerde Allah Celle Celaluhu’a isyan ettiler, Allah Celle Celaluhu onlara azap indirdi sonra onlara rahmetini indirdi. Yani, onları affetti ve kurtardı. Allah’ın fazlı, insanların bir iyilik yaptıklarından dolayı değil, Allah’tan insanlara bir fazlalık, bir ziyadedir. Yoksa onlar bunu hak etmiyorlar. Buradaki rahmet, onları azaptan kurtarmaktır. Yoksa kıyamet gününe kadar hep hüsranda kalırlardı. Burada Allah Celle Celaluhu insanlara bir fırsat veriyor ki tövbe etsinler ve verdikleri sözü hatırlayıp, ona tekrar bağlansınlar. Kitapta geçenleri tekrar tekrar hatırlasınlar ki takvalı olabilsinler. Zira insanlar bazen saparlar veya isyan ederler. Allah Celle Celaluhu onlara geçici ve hatırlatıcı bir azap indiriyor ki dinlerine tekrar sımsıkı bağlansınlar ve davetini taşısınlar. Allah Celle Celaluhu İsrailoğulları’na karşı defalarca böyle davrandı. Öyle olmasaydı, o kavmi helak ederdi de bir daha tövbe etmek için fırsat bile bulamazlardı.

Allah Celle Celaluhu bunu İslam ümmetine de uygulamaktadır. İslam ümmeti dinine bağlılıklarında gevşeklik gösterip, davasını ihmal ettikçe ve dünyaya fazla meyil gösterdikçe geçici azaba müstahak olacaklardır. Endülüs’te Müslümanlar dünyayı; müzik, şarkı, eğlence, güzel bina tesis etmek, lezzetli şeyleri elde etmek için fazla meyil gösterince, bölününce, her bölgede ve her şehirde sanki ayrı devlet olunca, cihadı ve daveti ihmal edince vahşi kafir olan Hıristiyan  İspanyollar onlara saldırıp onları ezdi. Zira kafirler bu fırsatı bekliyorlardı. Abbasilerin son dönemlerinde Müslümanlar, cihadı ve daveti ihmal edince, vilayetlerde valiler bağımsızca hareket etmeye ve sadece ismen halifeye bağlı kalınca onlara vahşi Haçlı Hristiyanlar onlara saldırdı, akabinde vahşi Moğollar saldırdı. Haçlılar Kudüs’te o kadar büyük vahşet yaptılar ki kendilerinin anlattıklarına göre atlarını kan gölüne sokuyorlardı, kan atların dizlerine kadar çıkıyordu ve at üzerindeki vahşi atlı kahkaha atıyor ve zehir olan içki kadehini havaya kaldırıyordu. Vahşi Moğollar ise Bağdat’ı yıktılar, Müslümanların yazdıkları eserleri Dicle Nehri’ne attılar, mürekkepten dolayı nehir sim siyah oldu. İspanyolların vahşeti hiç anlatılamaz. Bu azaplardan sonra Müslümanlar dinlerine döndüler, ona sımsıkı bağlandılar, cihadı ve daveti tekrar başlattılar. Haçlıları ve Moğolları yenilgiye uğrattılar. Ondan sonra, Avrupa’da fetihleri başlattılar. Osmanlı Devletinin ikinci döneminde (1700’lerden itibaren) daveti ve cihadı ihmal edince kafirler Müslümanlara musallat oldular. Ruslar bir taraftan Kırım’ı işgal ederlerken, diğer taraftan İngilizler Hindistan’ı, Fransızlar da Mısır’ı ve ondan sonra Cezayir’i, Hollandalılar ise Endonezya’yı işgal etti.

Bütün Avrupalılar yeni haçlı savaşı açıyorlar ve İslam memleketlerini tek tek işgal ediliyorlardı. 1918’de Hilafet Başkenti olan İstanbul’u ve aynı senede Müslümanların gelin tacı sayılan Kudüs’ü tekrar işgal edinceye kadar yeni haçlıların saldırıları devam etti ve Hilafeti yıktılar. Böylelikle İslam dinini devletten ve toplum hayatından uzaklaştırdılar. Küfür olan Laik sistemleri kurdukları yeni rejimleri yerleştirdiler. Osmanlı devleti son döneminde değişik fetvalar adı altında Batıdan küfür kanunları ithal ederek uyguladı. Faiz sistemi, bankalar, ceza kanunları, demokrasi, mahkemeleri bölmek v.s bu sebeple de cihadı ve daveti ihmal ettiği için yıkıldı. Kafirler kendi adamlarını kahraman yapıp hazırladılar ki, onların vasıtasıyla İslam sistemi olan Hilafeti yıktırıp, İslam’ı devletten ve toplumdan uzaklaştırdılar. Böylece İslam’a zıt olan ve Müslümanların hayatını ve huzurunu bozan laik sistemini tesis edebildiler.

Şimdi ise Müslümanlar devlette ve toplumda İslam’ı uygulamadıkları, bölündükleri, vatancı ve milliyetçi oldukları, cihad etmedikleri, İslam davetini yüklenmedikleri, zalimlere karşı gelmedikleri ve küfür rejimlerine boyun eğdikleri için, üzerlerinden azap ve belalar hiç eksik olmuyor. Zelzeleler, depremler, fakirlik, açlık, sıkıntılar, bölünmeler, kafirlerin saldırıları, Bosna ve Kosova’da vahşi Sırplar, Kafkaslarda Ruslar ve Ermeniler, Filistin’de Yahudiler, Hindistan’da Hindular, Buma’da Budistler v.s.

Umulur ki Müslümanlar Allah Celle Celaluhu’ya dönerler, tekrar sımsıkı şekilde dinlerine bağlanırlar, İslam’ı tekrar devlette ve toplumda uygularlar, tek İslam devleti çatısı altında bir vücut olurlar, daveti yüklenirler ve bütün dünyayı fethetmek için devlet yoluyla cihadı başlatırlar. O zaman Allah Celle Celaluhu onları kurtarır ve felaha kavuşturur. Onun fazlı ve rahmeti onların üzerlerine iner, yoksa İsrailoğuları’nın akıbetine uğrarlar. Nitekim İsrailoğulları Allah’a isyan edip Allah’ın dinini devletlerinde ve toplumlarında uygulamadıkları gibi iki bin seneden fazla zillet ve azapta kaldılar, hangi memlekete giderlerse de horlanıyor, zillete uğruyor ve eziliyordu.

 

-48-

Günah işleyenlerin maymuna çevrilmesi:

 

ولقد علمتم الذين اعتدوا منكم في السبت فقلنا لهم كونوا قردة خاسئين.(65) فجعلناها نكالا لما بين يديها وما خلفها وموعظة للمتقين.

“Cumartesi günü sizden Allah’ın emrine isyan edenlerin ne duruma düştüklerini bildiniz onlara birer alçak maymunlar olun dedik (oluverdiler).

Onlara öyle ceza verdik ki bu ceza etrafta bulunanlara ve ondan sonra gelenlere bir ibret olsun. Aynı anda takvalılar için bir öğüt (hatırlatma) olsun.”(Bakara 65-66)

Allah’u Teala İsrailoğulları için cumartesi gününü kutsal bir gün olarak kılmıştır. O günde çalışmak veya balık avlamak yasaklandı. Bu halkı imtihan etmek için cumartesi gününde balıklar ve yunus balıkları bolca geliyordu. Diğer günlerde yunus balıkları hiç gelmiyordu. Çıkarcılık onlara galip geldi ve şöyle yapmaya başladılar. Cuma ile cumartesiyi birbirine bağlayan gecede ağları ve diğer av aletlerini kuruyorlardı ve Pazar gününde gidiyorlar ağlarına düşen balıkları alıyorlardı. Hem bunlardan yiyorlar hem de arta kalanı satıyorlardı. Onlardan bir takım müminler onları nehyetmeye başladılar. Onlar bu müminlere şöyle derler: “Biz cumartesi günü avlanmıyoruz, Pazar gününde bunları aldık.” Bir takım müminler onlara dedi ki; “ama bu avlar ağlarınızda cumartesi gününde gerçekleşti.” Bu şekilde bir takım takvalılar ile denize yakın olan köyde oturanlar arasında tartışmalar sürüyordu. Onlardan bir grup dedi ki; “Bırakın bu insanları, artık onlara nasihat vermeyin, çünkü Allah Celle Celaluhu onları helak edecek veya şiddetli azaba uğratacaktır”. Bununla ilgili ayeti kerimelerdeki açıklama şöyledir:

وسئلهم عن القرية التي كانت حاضرة البحر إذ يعدون في السبت إذ تأتيهم حيتانهم يوم سبتهم شرعا ويوم لا يسبتون لا تأتيهم، كذلك نبلوهم بما كانوا يفسقون.(163) وإذ قالت أمة منهم لما تعظون قوما الله مهلكهم أو معذبهم عذابا شديدا، قالوا معذرة إلى ربكم ولعلهم يتقون.(164) فلما نسوا ما ذكروا به أنجينا الذين ينهون عن السوء وأخذنا الذين ظلموا بعذاب بئيس بما كانوا يفسقون.

“Onlara, deniz kıyısında bulunan köyün halkının durumunu sor. Hani onlar cumartesi gününe saygısızlık gösterip haddi aşıyorlardı. Çünkü cumartesi tatili yaptıkları gün, balıklar meydana çıkarak akın akın onlara gelirdi, cumartesi tatili yapmadıkları gün de gelmezlerdi. İşte böylece biz, yoldan çıkmalarından dolayı onları imtihan ediyorduk.

İçlerinden bir topluluk: “Allah’ın helâk edeceği yahut şiddetli bir şekilde azap edeceği bir kavme ne diye öğüt veriyorsunuz?” dedi. (Öğüt verenler) dediler ki: Rabbinize mazeret beyan edelim diye bir de sakınırlar ümidiyle (öğüt veriyoruz).

Onlar kendilerine yapılan uyarıları unutunca, biz de kötülükten men edenleri kurtardık, zulmedenleri de yapmakta oldukları kötülüklerden ötürü şiddetli bir azap ile yakaladık.” (Araf 163-164-165)

İsrailoğulları Allah’ın bu emrine ve nehyine muhalefet ettiklerinden ve böyle hile yaptıklarından dolayı bunların akıbetini beyan ediyor. Bununla beraber Allah Celle Celaluhu kendisine isyan edenlerin böylece akıbetlerini bildiriyor ki, diğerleri Allah’a isyan etmekten veya Allah’ın emirlerine ve nehylerine hile yapmaktan sakınsınlar da öncekilere müstahak olan azap kendilerine müstahak olmasın.

Allah’u Teala insanlara bazı cazibeli ve faydalı şeyleri yasaklıyor ki onların kendisine isyan edip etmeyeceklerini ortaya çıkartmakla imtihan etsin. Balık faydalı ve karlı bir şeydir. İsrailoğulları başka günlerde pek balık bulamıyorlardı. Böyle bir hile yaptılar. Allah Celle Celaluhu bu nedenle onlara ceza verdi. Osmanlı devletinin son yetmiş sene içerisinde yöneticiler, hakimler ve alimler zaruret, maslahat ve şartlar bahane göstererek Şeriata karşı değişik hileler yaptılar. Allah Celle Celaluhu bu nedenle devleti facirlerin elleriyle yıktırdı. Şimdiye kadar Müslümanların bir kısmı bu hileleri kullanmaktadır.  Zaruret veya maslahat veyahut başka bahaneler altında faizi yiyorlar, halkın hakimiyeti olan demokrasiyi savunuyorlar, değişik bahaneler göstererek zalimlerin hükümetlerine katılıyorlar vs. Bunların gösterdikleri bahaneler hem de türlü türlü fetvalar adı altında İsrail oğullarının balığı avlama hadisesinde yaptıkları hileye benzer birer hilelerden ibarettir. Bu nedenle, Müslümanların başlarına birer ceza olarak bunca musibetler gelmektedir.

Buna göre, daveti taşıyan kimseler, insanlar kendilerine icabet etmezse ümitsizliğe kapılmasınlar ve bıkmasınlar. Önemli olan kendilerine düşen görev ve sorumluluğu idrak edip, bu bilinçte bütün güçleriyle çalışmaktır. Diğer insanların buna icabet etmemelerinden dolayı kendilerinin ayrıca bir sorumlulukları ve günah yoktur. Kıyamet gününde Allah Celle Celaluhu karşısında sorumlu olmazlar. İsrailoğulları arasında daveti yüklenenler azaptan kurtuldu. Bu gün daveti yüklenenler marufu emredip ve münkeri nehyedince Allah Celle Celaluhu onları kurtarır. Allah Celle Celaluhu’ya isyan edenlerden etkilenmesinler. Çünkü isyan edenlerin sonu hüsrandır. Allah Celle Celaluhu kafirlere ve isyan edenlere belirli mühlet verir. Fakat buna rağmen tövbe etmezler ve İslam’a yönelmezler ise onlara ceza vermeyi asla ihmal etmez.

 

-49

Bir Bakara (inek)’ği kesmekle ilgili verilen emir:

 

وإذ قال موسى لقومه إن الله يأمركم أن تذبحوا بقرة، قالوا أتتخذنا هزوا قال أعوذ بالله أن أكون من الجاهلين.

“Musa, kavmine: Allah bir inek kesmenizi emrediyor, demişti de: Bizimle alay mı ediyorsun? Demişlerdi. O da: Cahillerden olmaktan Allah’a sığınırım, demişti.”(Bakara 67)

Allah bizi uyarmak ve aynı hataya düşmemek için İsrailoğulları’ndan misaller veriyor. Çünkü bütün insanlar tabii yaratılış itibarı ile birdir. Her insan aynı özelliklere sahiptir. Aynı içgüdüler ve uzvi ihtiyaçlarla donatılmıştır. Bu nedenle aynı arzu ve hedefler edinirler. Onları değiştiren ve doğru yola sokan ancak doğru inançları ve buna dayalı olan doğru mefhumlardır. Yoksa Araplar ile İsrailoğulları, Türkler ile Ruslar, Zenciler ile İngilizler ve diğer insanlar arasında hiçbir fark yoktur. Ancak onları birbirinden ayıran akideleri ve akideden kaynaklanan mefhumlardır. Ve de doğru yola ileten de doğru akideden fışkıran doğru mefhumlardır.

Kabil ve Habil Adem Aleyhisselam’ın ilk çocuklarıdır. İkisi de aynı baba ve aynı annedendirler. Biri kötü diğeri iyidir. İnsanlar hep böyledir. Bu nedenle, insanlar falan ırktan oldukları için iyidir ve ya üstündürler demek şeriata, akla ve de gerçeğe aykırıdır.

Allah’u Teala burada İsrailoğulları’nın düştükleri bir hatayı gösteriyor. Onlara peygamber olarak gönderilen Musa Aleyhisselam kendilerine bir ineği kesmelerini Allah’ın emri olarak bildiriyor. Onların imanları tam yakîni olsaydı Musa Aleyhisselam’ın Rabin’den getirdiği emir hakkında tereddüt etmezlerdi. Onlar; “bizimle alay etmek mi istiyorsun” dediler. Halbuki peygamberler kesinlikle Allah’ın emirleriyle oynamaz, şaka yapmaz. “Size Allah şöyle veya böyle emrediyor” diyerek daha sonra insanlar o emri yerine getirmeye kalkışınca, peygamberler; “durun ben şaka yapıyorum” gibi gayri ciddi bir şey asla yapmazlar. Zira böylesi halde onun tebliğine karşı şüphe ve şek girer. İnsanlar bu emirlere karşı ciddi olmazlar ve uygulamazlar. Bu sebeple Allah’u Teala’nın bütün emir ve nehiylerini o denli titizlik ve ciddiyetle insanlara tebliğ etmek zorunludur.

Bunlara uymayanlar sanki bu emirler ve nehiyler ciddi ve kati değilmiş gibi duyarsız kalıp, uygulamıyorlar. Namaz kılmayan birine neden namaz kılmıyorsun dediğiniz de, der ki; “tembelim veya daha erken, yaşlanınca kılarız veyahut Allah bizi affetsin kusurluyuz” derler. Birine; “neden içki içiyorsun bu Allah’ın nehyettiklerindendir, haram bir şeydir” dediğinizde derki; “bir kere alıştım, bırakamıyorum ve sonra bırakacağım” iddiasında bulunur. Böyle kişiler sanki Allah’ın emir ve nehiylerini ciddiye almıyorlar. “Allah’ın hükmünü uygulamak için İslam devletini kurmak farzdır niye bunun için çalışmıyorsunuz” dersen cevaben; “zalim yöneticiler, laik rejimler, cani yöneticiler, diktatörler,  bizi hapse atar veya öldürür” derler. Bunlara; “zalimler, laik kimseler, caniler ve diktatörlerden mi korkuyorsunuz, Allah’tan korkmanız gerekir, onları yok etmeye Allah Celle Celaluhu elbette kadirdir, Allah ecelinizi takdir etmediği müddetçe onlar sizi öldüremezler, Allah takdir etmezse size zarar veremezler” dediğinizde korkak insanlar değişik tevillerle karşınıza çıkar. Bunlar sanki Allah’ın emri pek önemli değil de, zalim, cani, laik rejimler ve diktatörlerin nehyi (yasağı) daha önemliymiş gibi onlara ciddiyetle sadakat gösterirler. Yine onların anlayışına göre Allah’ın azabı hafif, zalimlerin azabı daha büyüktür. Böylesi insanların imanı ve kavrayışları çok zayıftır.

Musa Aleyhisselam İsrailoğulları’na dedi ki; “Allah’a sığınırım, nasıl sizinle alay ederim?” Alay etmek ve Allah’ın emirleriyle şaka yapmak veya bu emirleri ciddiye almamak cahillerin işidir. Böyle olmaktan Allah’a sığınırız. Bu bize bir uyarıdır. Allah’ın emri tereddütsüz kabul edilir ve uygulanır. Bu nedenle Nisa suresi 65. Ayette Allah Celle Celaluhu direkt bize hitap ediyor ki; Resulün verdiği hüküm yani Allah’ın hükmünü hüküm olarak kabul etmezsek, aramızda çıkan ihtilaflarda o hükmü uygulamazsak ve hükme tereddütsüz, sıkıntı duymadan tam teslimiyet göstermezsek mümin olamayacağımızı bildiriyor. Yine Allah o ayette kendine yemin ederek işin ciddiyetini beyan ediyor.

Tefsirini yaptığımız bu sure kendi adını bu olayda başrol oynayan Bakara (inektir). Bu olay basit değildir. Nitekim Allah-u Teala İsrailoğulları’nın önemli kötü sıfatlarını bu hadisede özetledi:

1. Peygamberi hemen dinlemez ve ona tam güvenmezler. Çünkü bizimle mi alay ediyorsun ya Musa dediler.

2. Yapmamak için bahane arıyorlar, hep ineğin ıfatlarını soruyorlar ve sonra diyecekler öyle ineği bulamadı.

3. Çok fuzuli ve gerek soru sormanın onların kötü adetlerindendir. Gerçeği saklarlar; öldürülen kimsenin katılını sakladılar.

4. Mucizeleri görmeleri halde isyanlarını devam ettirirler nankör ve katı kalpli kalırlar.

 Allah Müslümanlara bu insanların kötü sıfatlarını sergilerken onların bu sıfatlara sahip olmalarından sakındırmaktadır.

Müfessir: Esad Mansur

Ayrıca...

“Demokrasi İstişare Değildir!”

[131. Ders] Abdullah İmamoğlu İle Tefsîr-ul Furkân

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir