Çocuk eğitimi anne karnında iken başlar. Çünkü bir bebeğin beyni işitme sistemi anne karnında 26. haftasından sonra algılayabilir. Biz anneler ve babalar o andan itibaren eğitimi vermemiz gerekir. Çünkü Rasulullah (sav) bu hususta şöyle buyurmuştur:
“Hepiniz bir sürünün çobanı gibisiniz. Çoban sürüsünü koruduğu gibi siz de evlerinizde ve emriniz altındakileri cehennemden korumalısınız! Onlara Müslümanlığı öğretmelisiniz. Öğretmezseniz mesul olacaksınız.” (Buhari)
Yani çocuklarımızın anne ve baba üzerindeki hakları da bundan biridir. Bir bebek anne karnında duymaya başladığı andan itibaren seslere karşı tepkiler verebildiğini bilimsel açıdan kanıtlanmıştır, her zaman söyledikleri gibi.
İslam öyle bir dindir ki her şey ince ince düşünülmüş ve bize bildirilmiştir. Hiçbir şey bize ait değildir, hiç bir şeyi de biz istediğimiz gibi yapamıyoruz. Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmeye mecburuz. Öyle ki; kendi çocuklarımız dediğimiz çocuk bile bize Allah’ın bir emanetidir ve bizim imtihanımızdır. Nitekim bir ayeti kerimede Allah Teala şöyle buyurdu:
“Mallarınız ve evlatlarınız sizin için bir imtihandır.” (Tegabun, 64/15)
Bu imtihanı iyi bir şekilde geçebilmemiz için onları imanla ve güzel bi ahlakla yetiştirmekten sorumluyuz. Bir anne bebeğini düzgün ortamlarda bulundurmak zorunda. Mesela kötü sözün söylendiği, dedikodunun gezdiği, günah konuşulduğu ortamlardan uzak durmalıdır. Hem Allah için hem de bebeği için onları terk etmelidir. Bir babanın bebekle iletişim kurması ve bebeğin onun sesini duyduktan sonra tanıması, anne karnında iken oluşur. Bu nedenle bebeğin tekmelerinde, bebeğin futbolcu veya afacan olarak yorumlamaktan uzak durulmalıdır. Bu tekmeler bir babanın bir annenin Allah’ın razı olacağı bir aile olabilecek miyiz? Onu Kur’an ve Sünnetle yetiştirebilecek miyiz? gibi sorular uykumuzu kaçırmalıdır.
Bir bebeğin anne karnındayken hiç bir zaman Kur’an’ı Kerim kelamı duymayıp ta doğduktan sonra Kur’an dinletip te bazı beklentileri olması da hatadır. Evde ‘ben yapamıyorum, camiye gönderelim Kur’an dersleri için’ demekte ayrı bir hatadır.
Hamileliği süresinde bir kere bile Kur’an’ı eline almayan veya dinlemeyen bir anne, çocuğun camilerde Kur’an dersleri sureler ezberlemesi vs.. gibi şeyler vicdan azabından olsa gerek. Çünkü hiç bir anne ve hiç bir baba evinden çocuğumu ben yetiştiremiyorum, eğitemiyorum diyemez. Çünkü bir çocuk zaten anne ve babasının hal ve hareketlerine, davranışına bakarak bir eğitim içinde. Samimi ve tutarlı dindar bir baba, şefkatli temiz huylu ve fedakar bir anne, televizyon nadir acılan, Allah için sohbetler, ne kötü söz ne yalan olmayan bir evde yetişen bir çocuk zaten nasıl bir çocuk olur.. Bizler önce bir bunu düşünmeliyiz. Peygamber efendimiz (sav) bu konudaki emir ve tavsiyelerden bazıları ise;
“Hiç bir baba, çocuğuna güzel terbiyeden daha değerli bir bağışta bulunmamıştır.”(Tirmizi)
“Çocuklarınıza ikram ediniz ve onları güzel terbiye ediniz.” (Ibn Mace)
Rasulullah (sav) çocuklara her zaman şefkat, sevgi dolu ve hoşgörülü davranmıştır. Onun hayatından bazı örnekleri bir ele alalım:
Peygamberimiz (sav) Medine’ye geldiğinde on yaşlarında olan Hz. Enesi yanına aldı ve on yıl onunla ilgilendi. Hz. Enesin yapabileceği birtakım işleri Peygamber efendimiz ona yaptırırdı ve bunları ona yaptırırken hiç azarlamazdı. Hep güler yüzle işleri yapmasını sağladı. Bir defasında Efendimiz Hz. Enesi bir iş için göndermişti oda dışarıda çocuklarla oyuna dalmıştı ve gecikmişti. Merak eden Peygamber efendimiz durumu öğrenmek üzeri dışarı çıkar. Hz. Enesi oynarken görür, arkasından yaklaşır ve gülerek gönderdiği yere gidip gitmediğini sorar. Oda evet gidiyorum diye cevap verir. Peygamber Efendimiz (sav), Hz. Enesin ifadesine göre o on yılda kendisini hiçbir şekilde azarlamadığını belirtmiştir. Efendimiz bir şeyi problem hale getirmezmiş ve anlayacağı şekilde ikaz edermiş. Bazen ise ona; “Ey iki kulaklı!” diye takılır (Ebu Davud), bazen de perçeminden (sacını, kâkülünü) çekerek saka yapardı. (Ebu Davud, Tereccul,15).
Çocukları gördüğünde selam veren Efendimiz, namaz kıldırdığı esnada çocuk ağlama sesi duyduğunda, kıraati kısa tutacak kadar da hassastır. (Buhari, Ezan 65)
Hz. Peygamber’in çocuklara karşı ilgi ve sevgisi konusunda özellikle torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin ile olan örnekler göze çarpmaktadır.
Bu konuda meşhur örneklerden birisi de Peygamber Efendimiz (sav) torunu Hz. Hasanı sevgi ve şefkatle sevip operken gören Akra’b. Habis’in, “Benim on çocuğum vardır, onların hiçbirisini öpmedim.” Sözlerine karşılık Hz. Peygamber, bunu bir merhametsizlik olarak değerlendirip “Şayet senin kalbinden Allah merhameti söküp atmışsa ben ne yapayım?” buyurduktan sonra “Merhamet etmeyene merhamet edilmez.” diyerek karşılık vermiştir. (Buhari, Edep 18;Muslim, Fedail 65)
Bir başka seferde ise;
“Küçüklerimize sevgi, şefkat ve merhamet, büyüklerimize de saygı göstermeyen bizden değildir.” (Tirmizi,Birr 15;Ebu Davud, Edeb 66)buyurarak, İslam toplumunda bu konunun ne kadar önemli olduğunu ifade etmiştir.
Kısaca Peygamber Efendimiz, çocuklara karşı her zaman sevgi ve hoşgörüyle davranmıştır. Çocukları anlaya bileceği şekilde ikaz etmiştir ve iyiye yönlendirmiştir. Onlarla birlikte oyun oynayıp şakalaşmıştır. Bu davranışlarıyla da çocuk eğitiminde en güzel örnekleri ortaya koymuştur.
Şimdiki zamana bakacak olursak ne imkanlar içinde hiç caba göstermeden, özenmeden çocuklarımızı sokağa, kötü ortamlara sokarak onların ahlakını etkileyecek şekilde boş bırakarak çok hata yapıyoruz. Bunları aşmamız için çocuğun on-on bir yaşlarını değil, ana rahmindeyken önce kendimizi düzelterek, sonrada dünyaya gelen her şeyi görüp algılayabilen evlatlarımızı o andan itibaren eğitmek ve Şer’i hükümlerden kaynaklanan güzel ahlakı evimizin içinde verebilmektir. Yine Peygamber Efendimizin sözlerine bakınca;
“Çocuk yedi yaşına gelince namazı emredin. On yaşına gelince (gerekirse) namaz hususunda dövün.” (Ebu Davud)dediği sözdeki emri ele alınca, şefkat ve sevgi dolu Peygamber efendimizin “gerekirse dövün” sözünde demek ki ne kadar önemli olduğunu da bilmemiz gerekir. Çocuklarımıza İslam’ı, namazı öğretmekle beraber sevdirmemiz lazım. Bunu yedi yaşında değil, doğduktan sonra başlamamız lazımdır. Çünkü bir çocuk namaz kılınmayan bir evin içinde büyüdüğünde ve ebeveynlerin ondan sonra o ibadeti yaptırmayı zorladığında çocuğundan da onu yapmasını beklemek büyük hatadır.
Ve her şeyden önce hedeflerimizi ve niyetlerimizi iyice düşünmemiz ve bilmemiz gerekir. Allah için mi yapıyoruz? Ne istiyoruz? Amel defterimiz kimler tarafından açık kalacak? gibi soruları bir gözden geçirelim ve kendimize gelelim. Kendimize geldikten sonra bu dünyadaki hedefimizi ve niyetimizi Allah’ı razı etmek için yapmamız gerekir. Ancak bu sorunu hallettikten sonra yolumuza devam edebiliriz. Küçük bir örnek verecek olursak en baştan çocuğumuza koyacağımız isim, koyacağımız o isim bile senin hedefinin ve niyetinin neye dayalı olduğunu belirtebilir. Rasulullah (sav) güzel isim koymanın önemini şöyle açıklıyor:
“Sizler kıyamet günü isimlerinizle ve babalarınızın isimleriyle çağrılacaksınız. Öyleyse isimlerinizi güzel yapın.”(Ebu Davud, edeb 69)
Böylece isimde bile bu hedef ve niyetimizi ispat edebiliriz. Bizim hedefimiz Allah’ı razı etmek ve O’nun davası için çalışmak ise bunu hakkıyla yapmamız gerekir.
Konumuzu tekrar özetleyecek olursak, çocuğumuz doğmadan önce anne rahminde iken eğitimine başlamalıyız. Anne, rahminde çocuk olduğu için ağzına koyduğu gıdaya dahi dikkat etmesi gerekiyorsa işimizin ciddi olduğunu söyleyebiliriz. Öyle ki o çocuğun doğumuyla beraber ona sağlayacağımız en iyi ve en uygun çevreyi oluşturmamız lazım. İyi bir hedefin ve niyetin iyi metotlarla birleşip bir bütün haline gelmesi lazım. Bunun için davamıza ve evlatlarımıza sımsıkı sarılıp kendimizi dünya hayatının içinde kaybolmuş değil, hedeflerimizi ve niyetlerimizi hatırlayarak yaşamamız gerekir.
Son olarak bu ayeti de paylaşmak isterim. Allah Teala şöyle buyuruyor:
“Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun…” (Tahrim: 6)
Betül Turan