(Canımız kanımız sana feda olsun Ya Rasulullah)
Hamd Alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam O’nun Rasûlüna, ehline, ashabına ve kıyamet gününe kadar O’na tabi olanların üzerine olsun.
“Ey insanlar, size kendi içinizden öyle bir peygamber geldi ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona pek ağır gelir, o size çok düşkün, Mü’minlere çok şefkatli, çok merhametlidir.” (Tevbe 128-129)
Peygamberlerden Ümmet’ine en çok düşkün olan Hz. Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’dir. Zira Sahabeler, Rasûlullah’ı çok sevmelerine, ‘Anamız, babamız sana feda olsun ya Rasulullah’ demelerine, O’nunla beraber omuz omuza savaşıp yolunda canını vermelerine rağmen Rasûlullah, bizleri (O’nu görmeden iman edenleri) o Güzide Sahabelerden daha fazla sevmiştir. Üstelik 7 kat fazlasıyla. Şöyle ki;
Enes b. Mâlik (r.a.) anlatıyor:
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
“Ne mutlu (müjdeler olsun), beni görüp de iman edenlere!” buyurdu ve bunu, bir kere söyledi.
Sonra: “Ne mutlu, beni görmeden iman edenlere!” buyurdu ve bunu, yedi kere tekrarladı.
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) kabristana geldi ve;
“Selâm size ey Mü’minler diyarı! İnşâAllah biz de size katılacağız. Kardeşlerimizi görmemizi çok isterdim (Havuza yönelip bana doğru gelen kardeşlerimi görsem de, içi içecek dolu kâselerle onları karşılasam, Cennete girmeden önce onlara havuzumdan içirsem.)“dedi.
Ashâb-ı kirâm:
– Biz Senin kardeşlerin değil miyiz, ya Rasûlallah? dediler.
Resûl-i Ekrem;
-“Sizler benim ashâbımsınız, kardeşlerimiz henüz gelmemiş olanlardır.(Onlar beni görmedikleri halde bana inanan, sevimli, değeri yüksek ve makamı büyük insanlardır)” buyurdular.
Bunun üzerine ashâb;
-Ümmetinden henüz gelmemiş olanları nasıl tanıyacaksın, ey Allah’ın Resûlü? dediler.
Peygamber Efendimiz;
-“Ne dersiniz? Bir adamın alnı ak ve ayakları sekili bir atı olsa, yağız ve doru at sürüsü içinde kendi atını tanımaz mı?” diye sordu.
Sahâbe;
-Evet, tanır, ey Allah’ın Resûlü, dediler.
Rasûlullah;
“İşte onlar da abdestten dolayı yüzleri nurlu, el ve ayakları parlak olarak gelecekler. Ben havzın başına onlardan önce varacağım” buyurdular.
(Müslim, Tahâret 39. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 36)
Rasûlullah’ın Ümmet’ini ne kadar çok sevdiğini ve onlara ne kadar düşkün olduğunu anlatan birçok hadis ve hadise mevcut. O (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in hayatını incelediğimizde risaletle emrolunduğu andan ölümüne kadar insanlara hakkı tebliğ etti ve onların tek bir Ümmet olması için çalıştı.
Düşünün ki; Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) lider olmak için savaşmadı, zengin olmak için çalışmadı, otorite, kariyer veya güç sahibi olmak için de mücadele etmedi. O’ (sallallahu aleyhi ve sellem) her daim Ümmet’i için savaştı, Ümmet’i için çalıştı ve yine Ümmet’i için mücadele etti. Yaşadığı tüm zorluklara rağmen bu sevdadan hiç bir zaman vaz geçmedi.
Örneğin; Taif şehrine sadece tebliğ için gittiğinde, başta çocuklar olmak üzere Taif topluluğu Rasûlullah’a hakaret ettiler ve taş yağmuruna tuttular. Atılan taşlar neticesinde Rasûlullah’ın ayakları kanlar içinde kaldı ve oradan kovuldu. O mübarek gözlerinden o gün nasılda yaşlar boşalmıştı. O haldeyken Allah Subhanehu ve Teâlâ’ya şöyle seslendi:
“Yâ Allah! Gücümün zayıflığını, tedbirimin azlığını, halk nazarında hakîr görülüşümü sana arz ve şikâyet ediyorum. Yâ Erhamu’r–Râhimîn! Sensin zayıf düşenlerin Rabbi! Sensin benim Rabbim! Sen beni kime bırakıyorsun? Senden uzak olan ve beni gördükçe suratını asan kimselere mi? İşimi eline verdiğim düşmana mı? Eğer Senden bana karşı bir azap yoksa, hiç gam çekmem. Senin af ve mağfiretin, benim için, gazabından daha geniştir.
Senin üzerime gazap indirmenden, yahut gazabının üzerimde yerleşmesinden, Senin karanlıkları aydınlatan, dünya ve âhiret işlerini düzene koyan Vechinin Nuruna sığınırım! Herşey Senin rızan içindir ve bütün güç, kuvvet de Sendedir, Senin Elindedir!”
Yine Uhud savaşında dişi kırıldı, dudağından ve alnından kanlar aktı. Allah’ın sevgilisi öyle yorulmuştu ki, o mübarek bedeni daha fazla dayanamayıp bayılmıştı.
Rasulullah’ın dişi kırıldı, ayakları, dudağı, alnı kanadı, hakarete uğradı, alaya alındı, küçümsendi. Hatta Sahabeler açlıklarını hissetmemeleri için karınlarına bir taş bağlarken O iki taş bağlamıştı. Ama ne yaşarsa yaşasın O her daim Rabbisine sığındı ve her zaman Ümmetini düşünerek ‘Ya Rab! Ummati, Ummati.’ (Allah’ım Ümmetim, Ümmetim) diye hıçkırıklara boğuldu.
Yine bir sabah, mescide yapışık odasında secdeye kapanmış hüngür hüngür ağlıyordu. Yüzü acıyla kırışmıştı. Secde ettiği toprak zemin gözyaşlarıyla ıpıslak olmuştu. Vücudu kederle sarsılıyor durmadan: –Ümmetim! Ümmetim! diye inliyordu. Allah’ım Ümmetimi bana bağışla! Ümmetimi affet!
Sahabeler şaşkındı. Hiç kimse içeri girmeye cesaret edemiyordu. Sonunda Peygamber ailesinin gülü, Rasulullahın kalbinin çiçeği geldi.. Fatıma geldi! Yalvarış dolu bakışlarla babasına sarıldı. Onu teselli etti. Peygamber, kızının tesellisiyle sakinleşti. Dostlarını huzuruna kabul etti.
Ashab merak ve ilgiyle sordu: –Ya Rasulullah! Anamız babamız sana feda olsun! Bu kederinizin, bu hüznünüzün hikmeti nedir?
Peygamber sevgi dolu, hüzünlü bakışlarını dostlarının üzerinde gezdirdi.
–”Bu sabah kardeşim Cebrail beni ziyarete geldi. diye konuştu. Rabbimden bir haber getirdi. Vefatımdan sonra ümmetimden kötü insanların çıkacağını, bu insanların yolumdan ayrılacağını, nefislerine zulmedeceklerini, amelleriyle cehennemi hak edeceklerini bildirdi bana… Ümmetimden insanların cehenneme girmelerine nasıl dayanırım ben!” diye buyurdu büyük bir hüzünle.
Onun düşkünlüğü kıyamete kadar gelip geçecek bütün Ümmet’ini kapsamaktaydı. Bu düşkünlüğü onu her gece sabahlara kadar Ümmet’i için dualarla Rabbine yakarmasına neden olurdu. “Allah’ım, Ümmetimi koru, ümmetime acı!” diye ağlayarak dua ederken, Yüce Allah, Cebrail (a.s.)’e buyurdu ki;
“Ey Cebrail! Gerçi Rabbin her şeyi bilir; ama sen git, Muhammed’e niçin ağladığını sor.” Cebrail (a.s.) geldiğinde, Peygamberimiz, ona, ümmeti için ağladığını söyledi. Cebrail (a.s.) Allah huzuruna dönüp durumu anlattı. Yüce Allah buyurdu ki;
“Ey Cebrail, Muhammed’e git ve şunu söyle: Biz seni ümmetin hakkında hoşnut edeceğiz ve asla üzmeyeceğiz.” (Müslim, İman: 346.)
Ümmetini o kadar çok düşünüyor ve seviyordu ki, ölüm anında dahi bizleri unutmadı. Azrail (as) Rasulullah’ın o mübarek ruhunu almaya geldiğinde ona;
”Ey Azrail! Cebrail’i nerede bıraktın?” diye sordu. Azrail (aleyhis selam); Cebrail’i dünya semasında bıraktım. Melekler, onu Senin vefatın sebebiyle taziye ediyorlar.” cevabını verdi. Daha böyle konuşurlarken, Cebrail (aleyhis selam) geldi.
Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem); ”Ey Kardeşim Cebrail! Artık dünyadan göç vakti geldi. Allah’u Teâlânın katında benim için ne var? Bana onu müjdele de gönül rahatlığı ile emaneti sahibine teslim edeyim.” buyurdu.
Cebrail (aleyhis selam); ”Ey Allah’u Teâlâ’nın sevgilisi! Ben semanın kapısını açık bıraktım. Melekler saf saf olmuşlar, senin ruhunu sevgiyle beklerler.” dedi.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem); ”Hamd, Allah’u Teâlâ’ya mahsustur. Sen bana müjde ver!Rabbimin nezdinde benim için ne var?” buyurdu.
Cebrail (aleyhis selam); “Ya ResulAllah! Senin teşrifinden dolayı, Cennet kapıları açılmış, Cennet’in nehirleri akmış, Cennet’in ağaçları sarkmış, huriler süslenmiştir” dedi.
Peygamber Efendimiz alacağı bütün bu mükâfatlara rağmen başka bir yanıt bekliyordu. Sorusunu tekrar etmişti: ‘‘Hamd, Allah’u Teâlâ’ya mahsustur. Sen bana başka müjde ver ya Cebrail!”buyurdu.
Cebrail (aleyhis selam); “Ya Resulallah! Sen kıyamet günü ilk şefaat eden ve ilk şefaatı kabul olunansın” dedi.
Sevgili Peygamberimiz tekrar; “Hamd, Allahü teâlâya mahsustur. Ya Cebrail! Bana başka müjde ver” buyurunca,
Cebrail (aleyhis selam);“Ya Resulullah! neyi soruyorsunuz!” dedi.
Bunun üzerine Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem);
“Benim bütün endişem, üzüntüm ve kederim, benden sonra geride bıraktığım ümmetimdir”buyurdu.
Hazret-i Cebrail; “Ey Allah’u Teâlâ’nın Habibi! Allah’u Teâlâ kıyamet günü, sen razı oluncaya kadar ümmetini bağışlar. Bütün peygamberlerden önce seni, bütün ümmetlerden önce senin ümmetini Cennet’e koyacaktır” dedi.
Sevgili Peygamberimiz, Cebrail (aleyhis selam)’a; “Allah’u Teâlâ katında üç muradım vardır: Biri; Ümmetimin günahkarlarına beni şefaatçı etmesi, ikincisi; dünyada yaptıkları günahlardan dolayı onlara azab etmemesi, üçüncüsü; Perşembe ve Pazartesi günleri Ümmetimin amellerinin bana arzedilmesidir.(Eğer amelleri iyi ise dua ederim, Allahü Teâlâ kabul eder. Kötü ise şefaat edip, amel defterinden silinmesini isterim)” buyurdu. Cebrail aleyhisselam, Allah’u Teâlâ’dan, bu üç arzusunun da kabul edildiği haberini verdi. Bunun üzerine sevgili Peygamberimiz rahatladılar.
SubhanAllah.. Cebrail (aleyhis selam) O’nu Cennetle, Cennetin nimetleriyle müjdelerken O buna şükretmenin yanı sıra Ümmet’ini merak ediyor ve sadece onları yani bizleri düşünüyor.
Bu nasıl büyük bir sevgidir böyle??! Rasulullah’ın Ümmetine olan düşkünlüğü kesin ve ortada. Lakin burada asıl sormamız gereken soru Ümmet’in yani bizlerin O’nu ne kadar çok sevdiğidir?? Onun bu büyük sevgisine karşılık verebiliyor muyuz?
Rasulullah’a ve Onun getirdiklerine yapılan çirkin ve bir o kadarda ahlaksız olan hakaretler sonucunda Ona olan sevgisini gösterenler olduğu gibi, göstermeyenlerde oldu. Hapse girebilme ihtimaline rağmen tepkilerini net bir şekilde ortaya koyanlarda oldu, korkularından dolayı sessiz kalanlarda oldu. Sahabeler gibi ‘canımız kanımız sana feda olsun Ya Rasulullah’ diyenlerde oldu, ‘bana dokunmayan yılan bin yaşasın’ diyenlerde.
Sevgi öyle olmalı ki, bütün değerlerden üstün tutulmalıdır. Sevgi, tıpkı Rasulullah Hz. Ömer (r.a.)’a; ‘Ya Ömer beni ne kadar çok seviyorsun?’ diye sorduğunda, Hz. Ömer (radiyallahu anh); “Ya Rasûlallah seni, nefsim hariç; anamdan, babamdan, evlâdımdan daha çok seviyorum.” Rasûlullah; “Hayır ya Ömer, yetmez.” Hz. Ömer (r.a); “Nasıl sevmem lazım Ya Resûlallah?” Peygamber Efendimiz; “Ya Ömer, beni canından çok sevmedikçe hakiki iman etmiş olamazsın.” Hz. Ömer (r.a): “Canım sana feda olsun Ya Resûlallah” Efendimiz (s.a.v); “Şimdi oldu ya Ömer.” kısasında geçtiği gibi olmalı sevgi.
Bizler eğer, evladımızı, malımızı, ticaretimizi veya nefsimizi O’ndan üstün tutuyorsak bu gerçek sevgi değildir. Bunları kaybetme korkusuysa Rasûlullah’a yapılan hakaretlere sessiz kalıyorsak, Onun getirdiği nizam doğrultusunda yaşamayıp, Onun sünnetine uymuyorsak bu kesinlikle gerçek sevgi değildir.
Bakın Rabbimiz bu konuda ne buyurmakta;
”De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler size Allah’tan, Rasûlünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah fâsıklar topluluğunu hidayete erdirmez.” (Tevbe 24)
Bundan yaklaşık 2 sene önce Rasulullah’a hakaret amaçlı karikatürler ve film yayınlandığında Müslümanlar ayağa kalktı, tepkilerini ve üzüntülerini bir şekilde bildirdiler. Ona olan sevgimiz sadece böyle bir zamanda kendiniz gösterdi. Ama ne acıdır ki, o resimler gözlerimizin önünde kaybolduğunda her şeyi unuttuk.
Oysa her anımızda her saniyemizde Rasûlullah’a sahip çıkmamız gerekiyor. Sadece Ona hakaret edildiği zaman değil, her anımızda Onu hatırlamamız gerekiyor. Eğer bizler Onun getirdikleri doğrultusunda yaşamazsak Onu nasıl hatırlayabiliriz ki? O’nun Sünnetini takip etmezsek sevgimizi nasıl göstermiş oluruz ki?
Öyle büyük olmalı ve öyle yüce olmalı bu sevgi, O’nun bizlere olan sevgisi kadar büyük olmalı. O bazen uykusuz, bazen aç, bazen yorgun… Ne halde olursa olsun gece gündüz, daima Hakkı yaymada ve ikamet etmede mücadele etti. Bütün zorluklara rağmen yılmadı, bıkmadı, usanmadı… Ayakları şişene kadar çalıştı. Müşriklere Hakkı açık ve net anlattı. Zorluklarla karşılaşacağını, sıkıntılar yaşayacağını biliyordu ama bunlara rağmen geri adım atmadı..
Madem O’nu çok seviyoruz ki bundan zerre kadar şüphe edemeyiz, o halde O’na olan sevgimizi sadece Ona hakaret yapıldığı zaman değil hayatımızın her alanında, Onun gösterdiği yoldan giderek gösterelim. Bizler bu şekilde yaşarsak, kafirler bir daha Rasulullaha hakaret etmeye cesaret edebilirler mi??
Bakın bizler bunu daha önce çok yaşadık. Belki 3-4 sene önce bir takım karikatürler çizilerek Rasulullaha hakaret edildiğinde Müslümanlar hemen ayaklandılar ve bu duruma karşı olduklarını gösterdiler. Aradan zaman geçince hemen unutuverdiler. Müslümanların bu sessizliğinden yararlanarak bir kaç sene öncede Rasulullaha yine hakaret içerikli sapık bir film çevirdiler. Neden? Karikatürlerle hakaret ettikleri zaman Rasulullahın Ümmeti olarak birlik olup Onun hayatını yaşasaydık, onun getirdikleri doğrultusunda hareket etseydik ikinci bir hakareti yapmaya cesaret edebilirler miydi?? ASLA! O zaman bu durum neyi gösteriyor?? Demek ki bizler yeterince Rasulullahı sevmemişiz, sadece sevdiğimizi söylemişiz!
Bizler Rasulullaha olan sevgimizi ancak Onun getirdiklerine sarılarak ve Onun gösterdiği metodu takip ederek gösterebiliriz.
Bizler birlik olup, ama gerçekten birlik olup yöneticilerin gerçek yüzlerini göstererek, hangi safta olduklarını ortaya koyarak, kafirlerle nasıl planlar kurduklarını anlatarak, Rasulullah’a olan sevgimizi ispatlamış oluruz. Nitekim Rasulullah müşriklerin planlarını tek tek ortaya çıkarmıştı.
Yine birlik olup tek yürekle mevcut olan sistemlerin insanları nasıl uyuşturduğunu, canavarlaştırdığını, fıtrata tamamen aykırı olduğunu, bütün beşeri ve taguti düzenleri ret edip, İslam’a sımsıkı sarılmamız gerektiğini ve onu bütün dünyaya yayılması, bütün dünyada hükmedilmesi için var gücümüzle çalışırsak ancak gösterebiliriz Ona olan sevgimizi. Zira Rasulullah bu şekilde çalışmıştır!
Rasûlullah bizleri gerçekten çok seviyor. Hesap gününde bütün Peygamberler kendilerinin affedilmelerini dileyecekler. Hz. İbrahim: ”Allah’ım beni cehennem azabından koru.” diyecek. Hz. İsa: ”Allah’ım! Annem Meryemi cehennemden koru bile diyemem!”. diyecek. O gün sadece bir kişi, sadece bir kişi bizleri hatırlayacak. Ağlayarak yalvaracak Allah’a ama onun haykırışı çok farklı olacak: ”Ya Rabbi Ummati, Ummatı!, Ya Rabbi Ummati, Ummati!” diyecek.
Allah’u Teâlâ; ”Ya Muhammed, ne istiyorsun söyle hemen yerine getirilsin.” Diye buyurduğunda Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem); Allah’ım Hisaba (hesap günü) başla, Hisaba başla. Ümmetim artık bekleyemiyor.” diyecek.
Seni bu kadar çok seven Rasulullah’ı, sen Onun kadar çok seviyor musun? Eğer gerçekten içtenlikle sevdiğimizi söylüyorsak, o halde şu buyruğuna uymak durumundayız!
Sahabeler Hz. Peygamber (s.a.v.)’in aralarından ayrılmak üzere olduğunu duyduklarında hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladılar ve “Ey Allah’ın Rasulü!” dediler. “Sen bizim Peygamberimiz; yolumuzu aydınlatan ışığımız, işlerimizin baş yürütücüsüsün. Bizi (öksüz) bırakıp gittiğin zaman biz kime başvuracağız?” diye sorduklarında Rasulullah şöyle buyurdu;
“Size aydınlık Allah yolunu bıraktım. Ve yine, biri daima konuşan, diğeri de daima susan iki yol gösterici bıraktım. Konuşan yol göstericisi, Kur’an’dır. Susan yol göstericisi ise ölümdür. Müşkül bir meseleniz çıktığında, hemen Kur’an ve sünnete başvurunuz. Gönülleriniz kararmaya yüz tuttuğunda ise ölümü düşününüz.”
Sümeyye AVCI