Home / News / YAZILAR / TEFSİR / TEFSİR: BAKARA SURESİ | Bölüm 11
islam devleti default

TEFSİR: BAKARA SURESİ | Bölüm 11

 بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

Bakara Suresi

-64-

Kafirlerin ölümden nefret etmeleri ve dünyayı sevmeleri:

 

İddia ettiklerine karşı Allahu Teala onlara şöyle cevap verdi: 

قل إن كانت لكم الدار الأخرة عند الله خالصة من دون الناس فتمنوا الموت إن كنتم صادقين.(94) ولن يتمنونه أبدا بما قدمت أيديهم والله عليم بالظالمين.(95) ولتجدنهم أحرص الناس على حياة ومن الذين أشركوا يود أحدهم لو يعمر ألف سنة وما هو بمزحزحه عن العذاب أن يعمر والله بصير بما يعملون(96)

(Ey Muhammed, onlara): Şayet (iddia ettiğiniz gibi) ahiret yurdu Allah katında diğer insanlara değil de yalnızca size aitse ve bu iddianızda doğru iseniz haydi ölümü temenni edin (bakalım), de.

Onlar, kendi elleriyle önceden yaptıkları işler (günah ve isyanları) sebebiyle hiçbir zaman ölümü temenni etmeyeceklerdir. Allah zalimleri iyi bilir. Yemin olsun ki, sen onları yaşamaya karşı insanların en düşkünü olarak bulursun. Onlar ve müşrikler her biri de arzular ki, bin sene yaşasın. Oysa yaşatılması onu azaptan uzaklaştırmaz. Allah onların yapmakta olduklarını eksiksiz görür.” (Bakara 94, 95, 96) 

Yahudiler daima büyük konuşmaktadırlar. Diyorlar ki; ahirette cennet yalnız bizim olacaktır, oraya diğer insanlar giremeyeceklerdir. Allah’u Teala Resulüne diyor ki; Onlara de ki; “ve bu iddianızda doğru iseniz haydi ölümü temenni edin (bakalım), de.” Çünkü cenneti isteyen kimse ölümü ister. Hedefi cennet olunca da durmadan ona ulaşmak için çalışır. Fakat Yahudiler hep günah işliyorlar, cennetliklerin amellerini yapmıyorlar. Bundan dolayı onlar, dünya hayatını isterler. Tamamen ahirete inanmayan müşrikler gibi olup bin sene yaşamak isterler. Basit bir örnek gösterelim: Bir öğrenci imtihana çalışırsa imtihan gününün hemen yaklaşmasını ister, iyi çalışmayan veya hiç çalışmayan öğrenciler ise imtihan gününün gelmesini hiç istemezler. Yahudiler kendilerinin ne kadar günah işlediklerini ve ne kadar saptıklarını çok iyi biliyorlar. Kendilerinin üstün olduklarını ve cennetin yalnız kendilerine ait olduğunu iddia edince Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem onları lanetlemeğe çağırdı:

فمن حاجك فيه من بعد ما جاءك من العلم فقل تعالوا ندع أبنائنا وأبناءكم ونساءنا ونساءكم وأنفسنا وأنفسكم فم نبتهل فنجعل لعنت الله على الكاذبين.

“Sana bu ilim geldikten sonra seninle bu konuda çekişenlere de ki: Geliniz, sizler ve bizler de dahil olmak üzere, siz kendi çocuklarınızı biz de kendi çocuklarımızı, siz kendi kadınlarınızı, biz de kendi kadınlarımızı çağıralım, sonra da dua edelim de Allah’tan yalancılar üzerine lânet dileyelim.” (Ali imran 61) 

Yahudiler bundan kaçtılar ve İslam devletinin başkanı olan Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’e cizyeyi vermeyi, İslam devletine teslim olmayı ve susmayı tercih ettiler. Cuma suresinde 6. Ve 7. Ve 8. Ayetlerde buna benzer birkaç ayet vardır, Allah’u Teala Resulüne diyor ki;“(Ey Muhammed, onlara şayet (iddia ettiğiniz gibi) ahiret yurdu Allah katında diğer insanlara değil de yalnızca size aitse ve bu iddianızda doğru iseniz haydi ölümü temenni edin (bakalım), de.”  

Çünkü elleri çok günah işledi. Allah zalimleri bilir. Onlara deki ya Muhammed; “kaçtığınız ölüm er-geç size gelecektir, ondan sonra gizliyi ve açığı bilene sunulacaksınız ve bütün yaptıklarınız size bildirilecektir.” İşte, ahiret için çalışmayan veya cenneti hiç düşünmeyen, dünyayı çok seven kimse ölmeyi istemez. Aksine dünyaya yapışır. Yahudiler gibi düşünür; ben nasıl olsa cennete gireceğim derse veya kendi kendini aldatırsa hiç ölümü istemez. Böyle insanlar, malı, refahı, lüks hayatı tatmak ve her süslü şeyi severler. Fedakarlık göstermezler. Vakti hep para toplamak ve hayatını yaşamak için vakfederler. Yahudiler hayata pek düşkündürler. Hatta müşrik olan putperestlerden daha düşkündürler. Öyle ki, bin sene yaşamayı temenni ediyorlar. Bu nedenle, Yahudiler çok korkaktırlar. Ciddi savaş görünce hemen kaçarlar veya teslim olurlar. Bu nedenle Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’in ordusuna Kayunka, Nedır ve Beni Kureyze ahudi kabileleri korkarak savaşmadan teslim oldular. Sadece Hayber biraz savaştı, çünkü kendi kalelerine güveniyorlardı, fakat Müslümanlar bu kalelerin kapılarını açınca korkup hemen kısa müddetten sonra teslim oldular. Diyeceksiniz ki; onlar şimdi Filistin’de güçlüdür, korkmuyorlar, vuruyorlar. Bunun cevabı basittir. Karşılarında ciddi şahıslar yoktur. İslam dünyasındaki bütün devletler ve Filistin’in komşu devletleri Filistin’deki Yahudilerin varlığını korumak için yarıştadırlar. Hiçbir zaman İsrail adını taşıyan yahudi varlığı ile ciddi bir savaşa girmediler. Tersine, bu varlığı korumak ve ona daha fazla toprak vermek için sahte savaşlar ilan edildi. Orada çocuklar zırhlı tanklara karşı taşlarla saldırmaya başlayınca Yahudiler korktular ve oradan kaçmaya başladılar. Bu ilk intifadada olmuştur. Arap yöneticilere rağmen bazı savaşlar oldu yahudiler kazanamadılar ve kaçtılar. Bundan dolayı, Yahudilerin varlığını korumak ve kabul etmek için kurulan Filistin Kurtuluş Örgütü ve liderini Filistin’e çağırdılar; Bu saldırılardan korktuklarından ve kurtulmak istediklerinden dolayı göstermelik olarak ve bununla halkı kandırmak için Arafat’a bir devlet kurdurmak istemektedirler. Yahudiler her modern silahlara sahip olmalarına rağmen onlar korku içerisindedirler. Yahudilerin bir kısmı Filistin’den kaçıyor. Oysa başta Amerika ve Avrupa gibi dünya devletleri onları korumaya çalışıyor, onlara her sene milyarlarca dolar yardımda bulunuyor ve onlara her türlü imha edici silahı veriyorlar.

Yahudilere benzemek çok tehlikeli ve kötüdür. Bazı Müslümanlar onlara benzer oldular. Hep dünya için çalışıyorlar. Sürekli para toplamayı hedefliyorlar. Dünyayı çok seviyorlar ve fedakarlık göstermeye yanaşmıyorlar. Allah için daveti yüklenmek, zalimlere karşı gelmek istemiyorlar. Hapisten ve işkenceden korkuyorlar. Çünkü dünya sevgisi onlara yerleşti. Allah’a davet uğrunda veya cihad yapmayı istemeyip, zalim yöneticilere ve küfür sistemlerine teslim olmayı ve boyun eğmeyi tercih ettiler. Oysa Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’ın sahabeleri şevkle ölümü bekliyorlardı. Sümeyye Radiyallahu Anh ve kocası Yasir Radiyallahu Anh Allah’a davet üzerinde ısrar ederken ve işkence altındayken Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem onları görür ve onlara; “sabredin, sizin için cennet vardır” deyince o mümin kadın Resulullah’a şöyle cevap verdi: “Sanki onu (cenneti) görüyorum ya Resulullah.”

Dünyayı sevenlere ve Allah uğrunda fedakarlık göstermek istemeyenlere, kafirlere taviz gösteren veya boyun eğen kimselere bu örneği gösterince bunu duymak istemeyerek, Yasir’in oğlu Ammar’ın misalini öne sürüyorlar. Ammar annesi kadar sebatlık göstermedi, ağır işkence çekti, bir kuyuya atıldı ve ölüme terk edildi diyerek kendilerine haklılık payı çıkarmak istemektedirler. Fakat bu durum için ruhsat geldi; eğer Müslüman ağır işkence ve ölüme karşı karşıya gelirse kalbinden değil yalnız ağzından doğru olmayan söz söyler. Ancak sebatlık göstermek bundan daha üstündür. Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem yalancı Müseyleme’ye iki elçi göndermişti. Yalancı Müseyleme onlara; benim hakkımda ne diyorsunuz diye sorunca biri (Müseyleme’nin yalan peygamberliğini) ret ederek; “senin dediğini işitmiyorum” deyince Müseyleme onun kellesini uçurdu. Öteki elçi; “sen peygambersin”, deyince kurtuldu. Bu kurtulan kişi Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’e dönüp olayı anlattı. Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem ona şöyle dedi: “Öldürülen senin arkadaşın senden daha üstündür. O şehitliği kazandı, ona ne mutlu, fakat sen ruhsatı kullandın.” Ammar’ın durumuna tekrar dönelim; Ammar ağır işkenceden ve gerçek ölüm tehdidinden dolayı ruhsatı kullanmış olmasına rağmen davadan vazgeçmedi, evinde oturmadı, Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’la beraber taviz göstermeden faaliyeti sürdürdü, güçlü oldu ve daha sonra şehitliği kazandı.

Allah’u Teala Al-i İmran süresinde 143. Ayetinde; Uhud savaşına değinerek bu savaş şiddetlenince müminlerin ölümü temenni ettiklerini kendilerine hatırlatıp sebatlığa çağırıyor. İşte temenni ettiğiniz ölüm budur. Onlara diyor ki; Güzel ölüm şehitliktir. İsrailoğulları’nın peygamberleri onlara gidin savaşın ve ölümü isteyin deyince, İsrailoğulları korktular ve hiç savaşmak istemediler. Sadece çok az sayıda onlardan müminler savaştı. Çünkü bunlar Allah’ın azabından korkuyorlardı ve cenneti düşünüyorlardı. Peki; insan bin sene yaşatılırsa azaptan kurtulacak mı? Hayır. Bin sene Allah indinde (cennette) bir gün eder. Ama insan bunları çok görüyor. Allah’ın karşısına insanlar çıkartılacaklar ve bütün yaptıklarını Allah Celle Celaluhu kendilerine gösterecektir. Öte yandan, Yahudiler gibi hiçbir kimse cenneti kendisi için garanti etmesin. Tersine, cenneti zor kazanacağını düşünsün ve buna göre hareket etsin. Cenneti kendileri için garanti edenler, günah işlese de aldırış etmez, nasıl olsa ben cennete gireceğim, çünkü Müslüman’ım diyerek daveti yüklenmez ve zalimlere karşı dikilmez. Niye bu zahmet, zaten ben Müslüman’ım, cennete gireceğim, şeklinde bir vehme kapılarak tamamen yahudiler gibi olur. Sadece hayatı, malı, parayı, çocukları ve ailesini düşünür. Cenneti garantilediğini düşünerek, dünyayı kazanmaya meyleder. Bu tür kişiler kafirlere veya zalimlere karşı pek tavizkar olurlar, tavizkar partilere veya cemiyetlere katılırlar. Aynı anda, fedakarlık gösteren müminlere karşı gelirler ve büyük iddialarda bulunurlar. Yahudilerin Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem ve sahabelerine karşı büyük iddiada bulundukları gibi; “Allah’ın dostları, Allah’ın samimi kulları biziz ve cennetlikler de biziz” derler.

Bu ayetten önce (Al-i İmran 142. Ayette) savaş şiddetlenince Allahu Teala Müslümanlara şöyle uyardı;

أم حسبتم أن تدخلوا الجنة ولما يعلم الله الذين جاهدوا منكم ويعلم الصابرين

“Yoksa Allah içinizden cihad edenleri belli etmeden, sabredenleri ortaya çıkarmadan cennete gireceğinizi mi sandınız?” 

Çünkü cennet ucuz değil pahalıdır. Zorluklarla ancak elde edilir. Bundan önceki Al-İmran’da 140. Ve 141. Ayette geçtiği gibi Allah bu zor ve sıkıntılı durumlarda müminlerin kalplerini, imanlarının güçlü olup olmadığını deneyecektir ve onlardan şehit seçecektir. Müslümanların başlarına yenilgi musibeti ve düşmanların eziyetlerini dokundurur. Bu nedenle, müminler Allah uğrunda musibetleri ve eziyetleri normal görmeliler. Cennetlik olan peygamberlerin başlarına da böyle şeyler geldi. Allah’ın rızasını kazanan sahabelerin başlarına da aynı şeyler geldi.

 

-65-

Cebrail’i düşman edinen kimse Allah’ı düşman edinmiş olur:

 

قل من كان عدوا لجبريل فإنه نزله على قلبك بإذن الله مصدقا لما بين يديه وهدى وبشرى للمؤمنين. من كان عدوا لله وملائكته ورسله وجبريل وميكال فان الله عدو للكافرين

“De ki: Cebrail’e kim düşman ise şunu iyi bilsin ki Allah’ın izniyle Kur’an’ı senin kalbine bir hidayet rehberi, önce gelen kitapları doğrulayıcı ve müminler için de müjdeci olarak O indirmiştir. Kim, Allah’a, meleklerine, peygamberlerine, Cebrail’e ve Mikâil’e düşman olursa bilsin ki Allah da inkarcı kafirlerin düşmanıdır.” (Bakara 97, 98)

Bu ayetlerin yahudiler ile Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem arasında cereyan eden münakaşa üzerine nazil olduğuna dair alimlerin ittifakı var. Bu münakaşada, yahudiler Resulullah’a birkaç soru sordular. Resulullah onlara dedi ki; “Eğer size cevap verirsem bana tabi olup, İslam’a girecek misiniz? Onlar evet dediler. Yakub Aleyhisselam’ın kendine yasakladığı yiyecek hakkında ve çocuğun erkek veya kız doğuşu hakkında sorular sordular ve sordukları sorulara Resulullah cevap verince, bu cevapları onayladılar. Resulullah dedi ki; “öyleyse İslam’a girin.” Dediler ki; meleklerin arasında hangisi senin dostun. Resulullah dedi ki; “O bütün Resullerin ve nebilerin dostu olan Cibril’dir. Bu benim dostumdur.” Dediler ki; öyleyse sana inanmayacağız. Resulullah; “niye” diye sorunca, dediler ki; o bizim düşmanımızdır. Oysa onlar, bunu bahane olarak gösterdiler. Çünkü sordukları sorulara Resulullah cevap verirse inanacaklarına dair söz vermiştiler. Bu sözleri bozmak için böyle yaptılar. Bugün yahudiler Filistin’de aynı şeyi yapmaktadırlar; Arafat, Abbas ve onların zümresi hainlik yapıp yahudilerin bütün istediklerini tamamen yerine getirmelerine rağmen, yahudiler her sefer bahane olarak bir şey çıkartırlar ve sürekli böyle yaparak sözlerini bozarlar. Bunlarla da kalmayıp, Arafat zümresini ve Filistinlileri de suçlu kılarlar.

Ayrıca yahudiler, Cebrail Aleyhisselam’ı azap meleği olarak saydılar. Çünkü, kendileri dahil olmak üzere Allah’a isyan edenlere Cebrail Aleyhisselam azabı Allah’ın emriyle indiriyordu. Ve dediler ki; Mikâil senin dostun olsaydı veya Mikâil Kur-an’ı indirseydi İslam’a girerdik. Çünkü Mikâil rızk vermek, bitki yetiştirmek ve yağmur indirmekle mükellef olan melektir dediler. Bu olay, yahudilerin ne kadar inatçı, yalancı ve ne kadar menfaatçi olduklarını gösterir. Onlar sadece, kendilerine menfaat vereni arıyorlar. En büyük hidayet göstereni istemiyorlar. Zira, Cebrail Aleyhisselam Kur’an’ı indirdi. Bu Kur’an müminler için bir hidayet ve müjde kaynağıdır. Bu ise daimdir ve insanları ahirette de felaha taşıyacaktır. Aynı anda Kur’an, Musa’ya indirilen doğru Tevrat’ı onaylıyor. Allah’u Teala Cebrail Aleyhisselam’a düşmanlık yapanın Mikâil Aleyhisselam’a da düşmanlık yapmış olduğunu gösterdi. Çünkü melekler arasında hiçbir fark yoktur. Hepsi Allah’ın her emrini hemen yerine getirmekle yükümlü kullarıdır. O sebeple kim Cebrail Aleyhisselam (as)’a düşmanlık yapmışsa, Mikâil Aleyhisselam’a düşmanlık yapmış olur diye beyan etmiştir. Hatta, Allah’u Teala bütün meleklerine ve Resullerine böyle kişilerin düşmanlık yaptıklarını gösterdi. Kim böyle yaparsa kafirdir. Allah ise kafirlerin düşmanıdır. Böylece yahudiler ve Hristiyanlar kafir ve Allah’ın düşmanı olmuş oldular.

Diğer yandan, Allah’u Teala bir çok ayette Cebrail’i övüyor ve onu güzel isimlerle isimlendiriyor: Ruh, Ruhul Emin, El- emin ve Ruhul Kudüs, böylece Cebrail Aleyhisselam meleklerin efendisi oldu. Kur’an’ı Resulullah’a getiren odur. Zira Allahu Teala insanlardan insanlara hidayeti göstermek üzere nasıl resuller veya elçiler seçmişse bu resullere risaleti indirmek için meleklerden resulleri seçti; Hac suresinde 75. ayette bunu gösterdi ve Cebrail melek olan resullerdendir. Yahudiler Kur’an’a ve Muhammed Sallalahu Aleyhi Ve Sellem’e düşmanlıklarından dolayı Cebrail Aleyhisselam’a da düşman oldular. Bir ayeti bile inkar eden kimse kafirdir. Bu da Allah’ın düşmanıdır. Çünkü Allah’ın ayetlerini reddediyor, Allah’ın emrettiğini reddediyor. Bunu yapan kimse Allah’a düşmanlık yapmış olur. Müslüman olmayan herkes kafirdir ve Allah’ın düşmanıdır. Müslümanları ezmek veya yok etmek için çalışır. Bu sebeple kafirler, her taraftan Müslümanlara saldırıyorlar; Bir taraftan Amerika ve İngiltere, başka taraftan bunların kurdukları İsrail denilen varlık, öbür taraftan Hindular, Filipinler, Ermeniler, Maruniler, öteki taraftan Ruslar, Sırplar, Çinliler vs. Ancak Müslümanlar Allah’ın dinine sarılıp bir devlet ve tek güç olurlarsa bunlar korkup susarlar. Daha doğrusu İslam devleti olan Hilafete boyun eğerler. Kur’an ve Resulullah bu hakikati gösterdiği gibi tarih bu hakikati gösterdi.

 

-66-

Yahudilerin Allah’ın ahdini bozmaları:

 

 ولقد أنزلنا إليك آيات بينات وما يكفر بها إلا الفاسقون.(99) أو كلما عاهدوا عهدا نبذه فريق منهم بل أكثرهم لا يؤمنون.(100) ولما جاءهم رسول مصدق لما معهم نبذ فريق من الذين أوتوا الكتاب كتاب الله وراء ظهورهم كأنهم لا يعلمون.(101)

“Andolsun ki sana apaçık âyetler indirdik.

(Ey Muhammed!) bu ayetleri ancak fâsıklar inkar eder. Ne zaman onlar bir antlaşma yaptılarsa, yine kendilerinden bir kısım veya grup onu bozmadı mı? Zaten onların çoğu iman etmez.

Allah tarafından kendilerine, yanlarında bulunanı tasdik edici bir elçi gelince Ehl-i kitaptan bir grup, sanki Allah’ın kitabını bilmiyormuş gibi onu arkalarına atıp terk ettiler.” (Bakara 99, 100, 101)

Fâsık’ın manası; dinden çıkandır. Arapça lügatte “feseke” ayrıldı ve bir yerden çıktı anlamına gelir. Kısmen fâsık olan; dinin bir kısmını uygulamayan kimselerdir. Mutlak şekilde fâsık olan kimse dinden veya haktan ayrılandır. Burada, Allah Celle Celaluhu’nun ayetlerini inkar ederek kafir olan veya bu ayetleri reddeden kimse fâsık olur. İşte, yahudiler ve diğer ehli kitaplar, Allah Celle Celaluhu’nun ayetlerini reddettikleri için kafir oldular. Kafir olmak; inkar etmek veya reddetmek veya gerçeği örtmek manasında geçmektedir. Bir kısım yahudiler Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’e dediler ki; eğer bu hususta bize bir ayet getirirsen sana inanırız. Allah’u Teala onlara şöyle cevap veriyor: Ayrıca, şimdi ve daha önce hep böyle söz verdiniz, sonra sözünüzü bozuyorsunuz. Çoğunuz Allah’ın ayetlerine inanmıyorsunuz. Musa, İsa ve diğer peygamberlere verdikleriniz sözleri hep bozdunuz. Resul (Hz. Muhammed Aleyhisselam’a gelince onu inkar ettiniz. Oysa Tevrat’ı onaylayan kitabı (Kur’an’ı) size getirdi. Siz bunu bildiğiniz halde arkanıza attınız. Bilmezlikten geldiniz.

Allah’u Teala, bize ehl-i kitap, yahudiler ve Hristiyanların Kur’an’ı arkalarına attıklarını bildiriyor. Bunun manası; görmezlikten ve bilmezlikten gelmektir. Kinleri ve hasetlerini bir kenara atıp şartlı olmaksızın Kur’an’ı önlerine koyarak düşünseler ona inanırlar idi. Fakat şartlı olup, inanmak istemedikleri için yüzüne bile bakmak istemezler. Bir şeye inanmak istemeyen kimsenin hali böyledir. Bugün Kur’an ayetlerini vakıalara mutabıklığını; İslam’ın meseleleri nasıl tedavi ettiğini gösterirsen, yönetimle, ekonomiyle ve dış siyasetle ilgili vs. inanmak istemeyen kimse, seni hiç dinlemek istemez ve gösterdiğin delile de itibar etmez. Bununla ilgili bir neşriyat versen dahi, hiç okumaya bile lüzum duymaz. Oysa hak ve hakikati kabul edebilmek için en önemli husus şartlı olmayıp insaflı olmaktır.

 

-67-

Sihirbazlıkla iştigal etmek en büyük günahlardan biridir.

 

 واتبعوا ما تتلوا الشياطين على ملك سليمان وما كفر سليمان ولكن الشياطين كفروا يعلمون الناس السحر وما أنزل على الملكين هاروت وماروت وما يعلمان من أحد حتى يقولا إنما نحن فتنة فلا تكفر فيتعلمون منهما ما يفرقان بين المرء وزوجه وما هم بضارين به من أحد من الناس إلا بإذن الله ويتعلمون ما يضرهم ولا ينفعهم ولقد علموا لمن اشتراه ما له في الأخرة من خلاق ولبئس ما شروا به أنفسهم لو كانوا يعلمون.

Süleyman’ın hükümranlığı hakkında onlar, şeytanların uydurup söylediklerine tâbi oldular. Halbuki Süleyman büyü yapıp kafir olmadı. Lâkin şeytanlar kafir oldular. Çünkü insanlara sihri ve Babil’de Hârut ile Mârut isimli iki meleğe indirileni öğretiyorlardı. Halbuki o iki melek, herkese: Biz ancak imtihan için gönderildik, sakın yanlış inanıp da kafir olmayasınız, demeden hiç kimseye (sihir ilmini) öğretmezlerdi. Onlar, o iki melekten, karı ile koca arasını açacak şeyleri öğreniyorlardı. Oysa büyücüler, Allah’ın izni olmadan hiç kimseye zarar veremezler. Onlar, kendilerine fayda vereni değil de zarar vereni öğrenirler. Sihri satın alanların (ona inanıp para verenlerin) ahiretten nasibi olmadığını çok iyi bilmektedirler. Karşılığında kendilerini sattıkları şey ne kötüdür! Keşke bunu anlasalardı!” (Bakara 102)

Bu ayetle ilgili birçok gayri sahih rivayetler vardır, özellikle israiliyattan kaynaklanan birçok rivayetler uyduruldu. Zira münafıkla Süleyman Aleyhisselam’ın tabi olduğu şeyi bırakıp, Süleyman Aleyhisselam döneminde şeytanların uydurdukları yalanlara tâbi oldular. Bazı rivayetler, Süleyman Aleyhisselam şeytanların okudukları yazıları ve bunlardan sihirbazlığı öğreten yazıları onların ellerinden alıp saklıyordu. Süleyman Aleyhisselam vefat ettikten sonra şeytanlar, ünafıklar dediler ki; “Süleyman filan yerde veya koltuğu altında sihirbazlığı içeren yazılarla amel ediyordu ve bu şekilde insanlara, cinlere, şeytanlara ve her şeye egemen olabiliyordu.” Yahudiler bunlara inandılar ve yalan şeyleri ve sihirbazlığı öğrenmeye başladılar. Allah’u Teala Süleyman Aleyhisselam’ın böyle şeyleri öğrenmediğini bildiriyor. Böyle şeylere inananlar kafir olur. Böyle yalan yazılar ve sihirbazlıkla insanlara, cinlere, şeytanlara ve her şeye egemen olunur diye inanan kimse kafir olur. Süleyman Aleyhisselam Allah tarafından gelen mucizelerle insanlara, cinlere, şeytanlara, hayvanlara ve her şeye egemen oldu. Sihirbazlıkla hiçbir şey olmaz. Ancak insanları kandırarak birbirlerinden ayırır. Böylece insanlara zarar verirler. Bu da olursa ancak, Allah izniyle olur. Başka ifadeyle, Allah’ın iradesi, gücü ve egemenliği altında olur. Yani, Allah’a rağmen bir zarar veremezler. Allah istese onu engellerdi. Fakat Allah onların ellerini serbest bırakarak, insanları bununla imtihan ediyor. Bu ayetlerden şu da anlaşılır: Sihirbazlıktan hiç hayır gelmez, ancak zarar gelir. Allah’u Teala bir ayette söyle buyurdu;

 وألق ما في يمينك تلقف ما صنعوا إنما صنعوا كيد ساحر ولا يفلح الساحر حيث أتى                             

“Sağ elindekini at da, onların yaptıklarını yutsun. Yaptıkları, sadece bir büyücü hilesidir. Büyücü ise, nereye varsa iflah olmaz.” (Taha 69)

Bunun manası; sihirbazlık yapmak hem haramdır hem de bu işten hiç hayır çıkmaz. İyilik yapmak veya hayır getirmek için bir sihir veya büyü yoktur. Kur’an’da ve Sünnette sihir ve sihirbazlar kötülendi. Buna göre, bazı insanlar çocukları hasta olunca, çocukları olmuyorsa hemen sihirbazlara veya büyücülere koşarlar. Bu ise haramdır. Büyücülere gitmek kesinlikle haramdır. Hatta bir kimsenin kendisine, ailesine ve çocuklarına büyü yapıldığını zannederek veya evhama kapılarak bu büyücülere gitmesi haramdır. Zira Kur’an’ı Kerim bunların fayda getiremeyeceğini, ancak zarar getireceği açıklandı.

Yukarıdaki ayette; “Onlar, kendilerine fayda vereni değil de zarar vereni öğrenirler.” Şeklinde geçmiştir. Bu ayete göre de büyü ve büyücüler kesin şekilde fayda ve hayır getiremezler. Buna göre hayır getirmek için büyü öğrenmek veya yapmak diye de bir şey yoktur. Aynı zamanda, bir büyü yapılırsa o gerçek değil, sadece bir aldatmacadır. İnsanlar evhama kapılarak etkilenirler. Çünkü Kur’an’da şöyle geçmektedir:

 قال ألقوا فلما ألقوا سحروا أعين الناس واسترهبوهم وجاؤ بسحر عظيم

“Siz atın” dedi. Onlar atınca, insanların gözlerini büyülediler, onları korkuttular ve büyük bir sihir gösterdiler.”(Araf116)

Musa Aleyhisselam ve diğer insanların önüne attıkları iplikler birer iplik olarak kaldılar. Ama insanlar onların birer yılan olduğu hayaline kapıldılar.

 قال بل ألقوا فإذا حبالهم وعصيهم يخيل إليه من سحرهم أنها تسعى

“Hayır, siz atın, (Musa) dedi. Bir de baktı ki, büyüleri sayesinde ipleri ve sopaları, kendisine gerçekten koşuyor gibi görünüyor.” (Taha 66)

Sahih hadislerde Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem en büyük yedi günah sayarken, bunlardan bir tanesini de sihir ve büyü yapmak olarak gösterdi. (Buhari) Bu nedenle İslam’da sihir veya büyü yapmanın cezası ölümdür. Bu ayetlerden bazı imamlar şunu anladılar: Sihirbaz veya büyücü kafirdir, öldürülür. Bu görüşü söyleyenler; imam Ebu Hanife, İmam İbni Hanbel ve İmam Malik’tir. Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem şöyle buyurdu: “Sihirbazın (büyücünün) cezası ise kellesinin kılıçla vurulmasıdır.” (Tirmizi)

İkinci halife Hz. Ömer memurlarına şöyle genelge çıkarttı; “Erkek olsun kadın olsun büyü ve sihir yapanları öldürün.” (Buhari)

Bir insan kendisine, bir yakınına sihir veya büyü yapıldı diye evhama kapılırsa hiçbir büyücüye veya (cinci) hocaya gitmemelidir. Zira Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem şöyle buyurdu; “Kim bir büyücüye bir kahin yanına giderse Muhammed’e indirilene (Kur’an’a) kafir olur.” (Buhari) böylesi bir durumda kişiler sadece Kur’an’ı okusun, dua etsin ve evhamdan kendini kurtarsın. İslam devleti kurulunca, bu ağır cezadan dolayı kimse kimseye bir şey yapamaz.

Toplum arasında ihtilaflı çok konular vardır. Bu konulardan bir tanesi de sihir ve büyünün kaynağıdır. Şöyle ki; sihir öğreten iki kişinin vakıası ve vasfı konusundaki durumdur. Bunlar iki melek idiler ve kendilerine, insanlarda mevcut olan içgüdüler gibi, onlara da içgüdüler verildi. Dünya cezasını kabul edip,  Irak’ta Babil adlı bir yerde hem azap görürler hem de insanlara sihir öğretirler diyenler vardır. Zühre adlı kadınla zina yaptılar, Allah Celle Celaluhu Zühre’yi ceza olarak, yıldız haline getirdi ve bu iki melek Babil’de azap görmeyi kabul ettiler diyenler vardır. Fakat bu akideyle ilgili bir meseledir. Eğer kesin delil geçmezse böyle şeylere inanılmaz. Bu kişiler israiliyattan rivayet edenlerden aldılar. Bu rivayetler da birer hadisler olarak gösterilmektedir. Bu hadisler ya zayıf ya da uydurmadır. Nitekim İsrailoğulları’ndan İslam’a giren Ka’b-il Ahbar’dan rivayet edilmiştir. Bu kişinin rivayet ettiği hadisler hemen kabul edilmez. Çünkü bu kişi İsraili hikayeleri uyduruyordu. Hatta bazı sahabeler bu tür hikayeleri Ka’b-il Ahbar’dan duydular ve ondan sonra bu rivayetler bu sahabelerden birer hadis olarak rivayet edildi. Bu nedenle bazı Tefsir kitaplarında geçen bu tür rivayetler reddedilir. Hatta, İbni Kesir gibi tefsir kitaplarını yazanlar bu tür hadisleri rivayet ettikten sonra bu hadislerin doğru olmadıklarını yazarak, beyan etmişlerdir.

Yahudiler Cebrail ve Mikâil’e sihir indirildi iddia ettiler. Ayrıca iki kral olan peygamberlerden Davud Aleyhisselam ve Süleyman Aleyhisselam’a sihir indirildiğini iddia ettiler. Bu, ünafıklar yalan iddialarıdır. Ayette, Süleyman Aleyhisselam sihirle hiç alakası olmadığı gösterilir. Ayetteki mana; “İki meleğe hiç indirilmedi” diye anlaşılabilir. Harut ve Marut Babil halkından iki kişi da olabilir. Ayet, melek veya melik şeklinde okunabilir. Arapçada melik olunca kral olur. Ayetin manası; “İki Kral olan Davud ve Süleyman’a sihir indirilmedi” olur. İki melek olunca ise ayetin manası; ”Cebrail ve Mikâil’e sihir indirilmedi” olur. Şu var ki, meleklerin adlarının sonunda hep “il” geçer. “il” sözcüğü Arapçaya göre uzatılarak “iil” şeklinde okunur: İbranice’de bunun manası; ilah veya Allah’tır. İsraf-iil, Cebra-iil, Mika-il, Azra-il vs. Arapçalaştırılmış isimlerdir. Buna göre Harut ve Marut meleklerin isimleri olamaz. Hem de bu isimlerin aslı Arapça değildir. Sanki iki kişiyle alay ediliyor. Bazı alimler Harut ve Marut’un iki cin olduklarını söylediler. Bunlar bir kimseye sihir öğrettikleri vakit, öğrettikleri kişilere; “sihirbazlıkla uğraşmak küfürdür” derler. Buna benzer tefsirler kesin değildir. Özetle kesin olmayan ifade akide olamaz, birer görüş olarak kalır. Önemli olan, sihir ve büyünün aldatıcı olduğu, onunla uğraşmanın haram olduğu, hatta kişinin kafir olabileceği, onunla uğraşan kimsenin Hilafet Devleti tarafından öldürüleceği, her hangi bir zarar gibi Allah’ın egemenliği altında bu zararın gerçekleşeceği bir kimsenin büyü çözmek için bir büyücüye gitmesinin haram olduğu ve bu konuda yalnız Allah’a başvurmasının gerekli olduğunu pekiştiriyoruz. Yahudiler gibi olmasınlar, onlar Allah’ın ayetlerini bırakıp, hep sihirbazlıkla uğraştılar ve sihirbazlara koşmaya başladılar. Bunun ticaretini yaptılar. Ahirette hiç nasipleri yoktur, cehennemliklerdir. Nitekim bazı sahte Müslümanlar Allah’ın ayetlerini terk edip, böyle saçma sapan şeylerle uğraşırlar. Yahudiler gibi bunun ticaretini yapar hale geldiler. Bu nedenle Allah’u Teala, ünafıkla hakkında şöyle buyuruyor:

 ولو أنهم آمنوا واتقوا لمثوبة من عند الله خير لو كانوا يعلمون

“Eğer iman edip kendilerini kötülükten korusalardı, şüphesiz, Allah tarafından verilecek sevap daha hayırlı olacaktı. Keşke bunları anlasalardı!” (Bakara 103)

Buna göre sihirbazlığa inanan kimse mümin olmadığı gibi, takvadan bir pay da almış değildir. Yalnız Allah’tan gelene inanan kimse iman etmiş olur ve buna uyarsa takvalı olur. Bu ise, sihir ticaretinden daha hayırlıdır. Ancak idrak eden veya bilen kimse bunu fark eder. Bazı insanlara bunu hatırlatmakla yola gelmedikleri için İslam; gerçek mümin olmak veya takvalı olmak istemeyenlere caydırıcı olan ceza yolunu gösterdi. Bu ise; sihirle uğraşanlara uygulanacak ceza ölüm cezasıdır. Bu ceza ancak caydırıcı olur. Çünkü çok kimse uyarı ve nasihatla caymaz, ancak ceza ile cayar. Üçüncü Halife Hz. Osman Radiyallahu Anh şöyle dedi: “Allah Kur’an’dan ziyade devletin otoritesiyle caydırır.”

İslam dinini diğer dinlerden ayıran en önemli özelliği, hayat nizamını içermesidir. Bu hayat nizamından bir parça olan ukubat denilen ceza kanunlarıdır. İsrailoğulları’na indirilen dinde hayat nizamı ve ceza kanunları vardı. Fakat onlar, bu hükmü tahrif ve tevil ederek kaldırdılar. Şu anda İslam dinine karşı aynı oyun oynanmaya çalışılmaktadır. Gerçekte mümin olmayanlar kimseler, müminiz ve Müslümanız iddiasında bulunarak bu eylemlere katılmaktadırlar. Fakat Kur’an’ı kimse değiştiremediği için hayatla ilgili İslam nizamı korunmuştur. Ancak, asır veya şartlar değişti veya onları uygulamak mümkün değil bahaneler veyahut sahte tevil yapmakla bu nizamın uygulanmasını engellemek için kafirlerin ve ajanları ve münafıklar çalışmaktadır.

Müfessir: Esad Mansur

Ayrıca...

“Demokrasi İstişare Değildir!”

[131. Ders] Abdullah İmamoğlu İle Tefsîr-ul Furkân

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir