Home / News / YAZARLAR / Mahmud Gıtal / FİKİRLER LABATUAR ÜRÜNÜ DEĞİLDİR. DİNDE İCAT (!) İÇTİHAD DEĞİL FESADA KOŞMAKTIR!
islam devleti default

FİKİRLER LABATUAR ÜRÜNÜ DEĞİLDİR. DİNDE İCAT (!) İÇTİHAD DEĞİL FESADA KOŞMAKTIR!

Yaşam devam ederken günden güne yeni icatlar ve buluşlar neşet etmektedir. Buna paralel olarak insanların hayat hakkındaki görüşleri ile alakalı icatlarda ortaya atılmaktadır. Ümmetin bu icatlar karşısındaki takınması gereken konumunu açıklamak lazımdır. Eğer bunlara duyarsız kalınırsa toplumun bedenine anarşi (günümüzde olduğu gibi Müslümanlar arasında fikri anarşi doğar) sirayet edip toplum cahil ve hayretler içinde kalır. Önce icat nedir ve kullanıldığı alanlar nerelerdir onlara bir göz atalım.

Aslı Arapça olan kelime; yeni bir şey bulma, gerçekmiş gibi gösterme çabası, hoş görülmeyen yeni bir huy, davranış göstermek veya yadırganan bir yol tutmak, ortaya gereği olmayan bir sorun atmak… (Türkçe sözlük TDK, 1998 Ankara C.1) 

Buluş ya da icat, daha önce bulunmayan bir şeyin insan çabasıyla geliştirilmesidir. İcatların çoğu daha önce var olan teknolojilerin yeni ve benzersiz biçimde bir araya getirilmesinin sonucudur. Bu yeni ürün belirli bir insan gereksinimini karşılama çabası sonucunda, mucidin bir işi daha çabuk ya da daha verimli yapma isteği sonucunda, hatta bazen rastlantıyla ortaya çıkabilir. Bireysel çalışmanın sonucu olabileceği gibi, ekip çalışmasıyla da gerçekleştirilmiş olabilir. Zaman zaman icatların, dünyanın farklı kesimlerinde aynı sıralarda, ama birbirlerinden bağımsız olarak ortaya çıktıkları da görülür  (Kaynak: http://icat.nedir.com)

Bu kelime aslında daha çok bilim alanında, ilmi araştırmalarda kullanılan bir kelimedir. Fikri ve hukuku alanda icatçılıktan pek bahsedilmez. Bahsedeceğimiz mesele hakkında bağlantısının ilki ise; yeni bir düşünce, her hangi bir hususta ilk olarak meseleye değinme veya insanların dikkatlerini üzerine çekecek şekilde çıkışlar yaparak sivrilmedir. Fikri icatçılıkla kelime anlamında icatçılık; kelime anlamında kullanılmasından dolayıdır. İkincisinde ise; fikri elde etme de daha çok bilimsel metodun kullanılmasından hareketle ortaya çıkan yeni hususlardan dolayıdır.

İcat kelimesinin fikri manada da kullanılabileceğini hadisi şeriflerden anlıyoruz. Rasulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem şöyle buyurdu:

“Yeni bir şey icat etmeyiniz, sadece (Kitap ve Sünnete) tabi olunuz. Muhakkak ki o size yeter.”  (Darami, Mukaddime  207)

“Kim de Allah’ın ve Resulünün rızasına uygun düşmeyen bir dalalet bid’atı icad ederse onunla amel eden insanların günahları kadar o kimseye günah yükletilir, hem de günahlarından hiç bir şey eskitilmeden.”   Tirmizi, Müslim, Ebu Davud

“İşlerin en kötüsü sonradan icad edilenler/ortaya çıkarılanlardır.” [Müslim, Cuma, 43.]

“Sonradan icad edilen her şey bid’attir.” [ Nesâi, Îdeyn, 22; İbn Mâce, Mukaddime, 7]

Geçirdiği fikri sarsıntı neticesi ümmet, medeni şekiller karşısında hayrete düştü ve ne yapılacak noktasında aciz kaldılar, işte o zaman problemlerin çözülmesi noktasında teşri fikrinin olmayışından dolayı alimler arasında aşırı fikir ayrılığı zuhur ederek çok büyük yanılgıya düştüler. Bunun yanında kişinin diğer insanları ilmine veya şahsına hayran kılabilmek için, toplumda fesadı artırmak için, kasıtlı veya kasıtsız yersiz tartışmalara kapı aralayan düşüncelerle dönem dönem piyasaya zarardan başka hiçbir getirisi olmayan, düşünce bazında icatlar sürmüşlerdir.

Günümüzde bilim dalında çalışan bilimcilerden etkilenerek dini alanda bilimciler ve onların metotlarından etkilenen, kendilerine dinde felsefeci, dini akademisyen, ilahiyatçılar, bilim adamları denilen şahsiyetler daha çok bu kategori içerisinde yerini alır.

Artık gizlenemeyecek kadar açık bir şekilde bilinen odur ki bazı fertler akli bilgilerde yabancılardan etkilendiler ve onlarda İslami olmayan yepyeni fikirler ortaya çıktı. Bunlar yabancı felsefelerin beyinlerini bulandırması nedeniyle İslâmî fikirleri anlamada hataya düştüler. Takip ettikleri bu yol akli konuları araştırırken onları sapıklığa düşmeye sevk etti. Öyle ki İslâmî fikirleri İslâm akidesinden kopuk bir şekilde anladılar.

Bunlar dini bir masaya yatırarak, dinin her dalında bilimsel bir araştırmaya girmişlerdir. Akıllarına yatkın olmayan, batılı akademisyenlerin onayını almamış bölümler çıkartılıp atılmaktadır. Veyahut bilinçli bir saldırı düzenlenerek ana esasların bu vücuda (sünnet, Sahabenin icması, ictihad) faydalı olmadığı kanaati yaygınlaştırılmakta, şüphe uyandırılmaktadır. Yeri geldiğinde, kestikleri yerlere akıllarınca geliştirdikleri bilimsel anlayışlarını sunmaktadırlar. Bir nevi kapitalistlerin Hristiyanlığı bir dönem masaya yatırdıkları gibi İslam’ı da öylesi bir işleme tabi tutmaktadırlar. Bu sapıklığa düşmelerinde felsefelerin de etkisi  olmuştur. Yunan felsefesi; metafizik konuları inceleyen, araştıran fikirleri gündeme getirmişti. Böylece ilahın varlığı ve sıfatları ile ilgili konuların araştırılmasını sağladı. Diğer felsefelerin düşünceleri de akademisyenleri etkilemiş ve kaynak alınmıştır.

Her dönemde bu şahsiyetlere rastlamak mümkündür. Burada şu ayırımı yapmak gerekir. İcatçılar ile bidatcılar arasında icraat olarak fark vardır. İcatçılar daha çok dinden olan hususları ortadan kaldırmak veya inananları şüpheye düşürmek için asıllara saldırmak eğilimlidirler. Daha çok bilimsel metodu kullanırlar.

Bidatcılar ise dinde olmayan herhangi bir hususu dindenmiş gibi lanse etmektedirler. Geçmiş dönemlerde ibadet, yiyecek gibi hususlarda hadis uydurulması gibi… Her ikisi de aynı derecede tehlike içermektedir ve temel etki alanları/felsefeleri akılcılıktır. Bidat olarak yerini alan meseleler, bu ister itikadi olsun, isterse ameli olsun Müslümanları yıllardır meşgul etmiş ve de etmektedir. Ümmet bu bidatlardan kurtulamamışken bir de icadcıların düşünce merkezli etki ve saldırısına maruz kalmıştır.

Günümüz de Müslümanların karşısına icatçıların ortaya attıkları meseleler daha çok çıkmaktadır. “Hadisler dinden değildir, o sadece Hazreti Muhammed’in tarihteki yerini anlatmaktadır, ben Kur’an mezhebindenim, Allah geleceği ve insanın yapacağı ameli önceden bilmez, ancak amel işlendikten sonra bilir, nas bir tanedir. Bir de getiriyorlar sahabenin rivayetleri olan hadisleri nas diye Kur’an torbasına koyuyorlar, icad din Müslüman Hristiyanlık… ” gibi hususlar bunlardan sadece bazılarıdır.

Şunu belirtelim ki İslam herhangi bir bilimsel işleme tabi tutulamaz. Çünkü onun kaynakları eşya değildir. O insanların meselelerini çözmek için Allah tarafından vahyedilmiş bir dindir. Vahyin kendisi insan aklının ötesinde bir şeydir. Akıl onu icat edemez, sınırlı oldu için etme gücüne de sahip değildir. Ancak acizliğinden ona teslim olur.

Rasyonalist düşünce altında pragmatist yaklaşımlarla meseleye yaklaşan bu  zümre zihniyetleri ile Müslümanlar için model olamayacakları gibi elbette ki Müslümanların hayatlarını yönlendirmede de teşri kaynağı hakkına sahip olamayacaklardır. Ayrıca Müslümanlar hayatlarını yönlendirmede (hukuk ve nizamlar hususunda) objektif bakma hakkına sahip olmadıkları gibi teşrii kaynakları ve ondan çıkan hukuk konusunda da pozitif ve negatif çerçevede sorunlarını değerlendirme yetkisine sahip değildirler.

Yani akıl teşri kaynağı değildir ve bilimin teşri kaynağı olduğu iddiası mesnetsizce bir iddiadır.

Şunu belirtelim ki fikri elde etmek veya düşünceye ulaşmak bilimsel metodun alanına girmez. Fikirler laboratuvar malzemesi değildir. Bilimsel incelemeye de tabi tutulmazlar. Ancak eşya hakkında bilimsel metoda gidilebilir. Maalesef fikirler eşya gibi tasavvur edilerek bu konuda icatçılığa gidilmektedir. Bu manada diyoruz ki fikri icatçılıkla uğraşanların takip ettikleri yol yanlıştır.

İcatçılıktan kastımız; batıda akademik alanda tartışılan felsefi konular olması, günümüze kadar geçen zaman içerisinde ortaya atılan, aklı esas alan konuların birilerince yeniden tartışılır olması veya geçmişte felsefeciler tartışıp ta raflara kaldırdıkları tozlanmış düşüncelerin günümüzde yeniymişçesine gösterilerek, bilimsel metoda tabi tutularak yeniden dillendirilmesidir. Batı felsefecileri veya akademisyenleri örnek alınarak aynı yöntemle bu konular İslam aleminde tartışmaya açılmıştır. İcatçılar geçmişteki bidatcılar gibi değillerdir. Bunlar düşüncelerini bir zemine oturtturmak için mücadelecidirler. Daha çok inkarcıdırlar. Onlara sormak gerekir; Sadece Sünnet gibi bir nassı devre dışı bırakmakla kalmayıp içtihad mekanizmasını da devre dışı bırakanlar acaba şu ana kadar toplumun hangi meselelerini çözebilmişlerdir?! Onlar bu işi yaparken amaçları meseleleri çözmek için değil ortalığı düşünceleri ile toz-duman ederek fesada götürürler. Bunun adı fesatçılıktan başka ne anlam ifade eder ki?!

Bunların en büyük amaçları; Müslümanların teşri kaynağından mahrum bırakılmasıdır. Böylece Müslümanların fıkıhsız, tarihsiz ve fikirsiz kalmaları istenmektedir.

Münafıklar ve zındıkların Hicri 1. asrın sonlarında yaptığı gibi günümüzde dinde akademisyen kesilen bir kesim Müslümanların İslâm’a güvenlerini sarsmak, fikirlerini karıştırmak, teşri ve tefekkür kaynakları hakkında şüphe ve güvensizliği meydana getirmek için çeşitli vesile ve üsluplarla düşüncelerine yer bulmaya çalışmaktadırlar.

Müslüman olup ta genelde İslam kültürünün hakim olmadığı bir toplumda icadcıların ortaya attıkları bu meseleleri tartışmak hiç te zor olmasa gerek. Bu işi yapanların bu hususu gayet iyi bildikleri ortadadır. Tartışılan bu gibi hususların ne doğrudan ümmeti İslam kültürü ile kültürlendirme eylemi var nede toplumu İslam kültürü ile yeniden kalkındırma hareketi, eğilimi vardır. İslam’ı, onun kaynakları Kur’an’ı, Sünneti bir bilim alanı görerek sanki laboratuvarlarda deneyler yapılırcasına hareket edilmektedir.

Ayrıca insanların icad ettiği, eklediği bid’atlarla Allah’a yaklaşmak diye bir şey de asla söz konusu olamaz.

Bu durumdan kurtulmak ve tedavi etmek ancak ümmet arasında teşri nizamda canlılığının artırılması ile olur.

O halde neyin teşri kaynağı olup olmadığını tartışıp tesbit etmek hiç de akademik ve teorik bir tartışma değil bilakis güncel hayatımızla irtibatlı olduğu gibi ümmeti kalkındırmak farziyeti ile de çok sıkı bir ilişkisi var.

İslam’da günün meselelerine naslara dayalı çözüm getiren içtihad dalı vardır. Çünkü teşri nizam, her zaman ve mekana uygun düştüğü zaman yeniliklerin hepsine şamil olması gereklidir. İslam ümmetinde şer’i naslardan şer’i hükmü istinbat etmeye götürecek şer’i tefekkür içtihadda açığa çıkar.

İslam diğer nizamlar/ideolojiler gibi değildir. Her felsefe, her düşünce, her akli görüşler bu nizamın/İslam’ın bir köşesine sıkıştırılamaz. Ayrıca bir nizamın varlığını koruması akidesini ve akidesinden neşet eden fikirleri koruması ile mümkündür. Böylece saldırılardan koruna bilsin. Bunun yanında teşri kaynakları net olarak bilinmelidir ki meselelere çözümler üretebilsin.  

İslam Ümmeti akidesinin getirdiği sınırlar dairesinde tefekkür edemezse o zaman layık olduğu hayata sahib olamaz. Batılıların düşündürdüğü kadarı ile düşünmek zorunda kalır ve onların akademik çalışmaları örnek alınmaya başlar.

Kısaca izah etmek gerekirse tefekkür iki şekilde açığa çıkar.

a- Teşri tefekkür; hayat problemlerine çare bulan tefekkürdür.

b- Siyasi tefekkür; insanların işlerini gütmek için yapılan tefekkürdür. Bu ikisinden her biri ümmetin hayatta devamı için zaruridir.

Bu noktadan hareketle İslam ümmetinin kalkınmasının tam manasıyla İslami bir kalkınma olmasını sağlamak için teşri (şer-i delilleri Kitap, Sünnet, Sahabenin icması ve Kıyas) kaynaklarını çok net bir şekilde tarif edip ümmete anlatmak, hatta hakkında ve bu konuda kamuoyu oluşturmak gerekir. Bunun sağlanması ümmeti İslam’ın teşri kaynaklarından alınan fikirleri ve kanunları kabullenmeye sevkeder. Böylece gerek tarihte vuku bulan hükümlerin delillerindeki genişleme ve bunun akabinde gelen vahiyden uzaklaşmalar engellenir, günün meselelerine hızlı çözümler getirilir ve ek olarak bundan daha da büyük bir felakete sebep olup vahyin hayattan ve devletten kaldırılmasıyla sonuçlanan sapma tekrar Müslümanların hayatlarında vuku bulmaz. Böylece İcatcların iddia ettiği gibi sünnet delil olmaktan uzaklaştırılmaz. Deliller ortaya konularak, kati olarak Sünnet’in Kur’an gibi teşri (Şeriatın bir kaynağı) olduğu ümmet tarafından kavranır. Ümmet bu noktaya geldiğinde kimse de çıkıp buna muhalefet etme cüretini gösteremez. Bu devlet (İslam devleti hilafet) yolu ile engellenebileceği gibi ümmetin güçlü duruşu ile de engellenir. Ayrıca o kimseler şunuda iyi kavramalıdır ki ahirette de elemli bir azapla karşılaşacaklardır.

O halde, nizamlar Kur’an’dan çıkartıldığı gibi Sünnet’ten de çıkartılmalıdır. Fikirler ve görüşler Kur’an’dan alındığı gibi Sünnet’ten de alınmalıdır. Çünkü Kur’an ve Sünnet, teşri için birer kaynak olduğu gibi fikirler için de birer kaynaktır Yine Kur’an ve sünnetin gösterdiği sahabenin icmaı ve içtihattan günümüz meseleleri çözüme ulaştırılmalıdır.

Teşri tefekkür ümmetin günlük karşılaştığı problemlere çare bulmak için şeriattan kanunlar istinbat etmeyi hedef edinmektir. İşte bundan dolayı bu hadiseler karşısında toplumun ve ümmetin konumunu, durumunu sınırlandırmayı yani belirlemeyi ve hadiselerin hayatta ümmetin akidesine ve metoduna muhalif düştüğü zaman o hadiselerin yanlışlığını açıklamayı veya hadiseler ümmet akidesine mutabık düştüğü zaman onun sıhhatini belirtmeyi gerektirir.

Sonuç olarak; akıl doğruya gelişi güzel icatlar ortaya atarak, kendi başına değil, bilakis vahiy aracılığı ile ulaşması mümkündür. Görevi de akideyi baz alarak, çözümünü aradığı vakayı ve bu vakaya ilişkin nasları anlamaya çalışmakta, daha sonrada Arap lügati ve fıkıhta ki usul kaideleri ışığında şer-i hükmü istinbat (çıkarmak) etmektir. Buna da akidenin teşri yönü denir. Başka bir deyimle ekonomi, yönetim, ahlak, sosyal ilişkiler ve ibadetlere ilişkin fiillerde “LÂ İLAHE İLLALLAH MUHAMMEDUN RASULULLAH” kelimesini esas alarak doğru bir metotla, çözümünü şer-i naslarda aramaya çalışmaya, akidenin teşrii yönü denir. Burada düşünce derinliğe dayanmaktadır. İnsan, vahiy aracılığı ile şer-i hükme ulaştıktan sonra maksadı, onu tenfiz etmek ve kendisinden istenilen, ona bağlanmaktır. Müslümanlardan istenen de budur.

İşte insan böyle hareket ederek içerisine düştüğü saplantıdan kurtulur, yabancı düşünceleri keşfetmesi kolaylaşır ve onlardan uzaklaşır, önüne çıkan yanlışları keşfetmesi kolaylaşır, Allah’ın hükümlerini doğru bir şekilde anlar, sadece anlamakla kalmaz, onu fiilleri ile ilişkilendirir ve hayatını şer-i hükme göre düzenler.

وَمَا كَانَ قَوْلَهُمْ إِلاَّ أَن قَالُواْ ربَّنَا اغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَإِسْرَافَنَا فِي أَمْرِنَا وَثَبِّتْ أَقْدَامَنَا وانصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ

“Onların sözü: -Rabbimiz, günahlarımızı ve işlerimizdeki aşırılığımızı bağışla ayaklarımızı sabit kıl, kafir topluma karşı bize yardım et! demekten başka bir şey değildi.” (Al-i İmran 147)

 

Mahmud Gıtal

 

Ayrıca...

islam devleti default

KOBANİ ULUSLARARASI GÜCÜN SURİYE’YE GİRİŞ KAPISI MI?

Günlerdir medya, siyasasiler ve devletler Kobani ile meşgul. Batı basınının baş köşesine oturmuş ve Amerika’nın …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir