Yeni Akit Gazetesi Muhabiri Hüseyin Kulaoğlu, Hizb-ut Tahrir Türkiye Vilayeti Medya Ofisi Başkanı Sayın Mahmut Kar ile röportaj gerçekleştirdi.
Yeni Akit Gazetesinin 18. Sayfadan verdiği röportajın tamamını sizlerin ilgisine sunuyoruz.
İşte o röportaj;
Önce biraz Hizb-ut Tahrir’i tanıyalım. Hizb-ut Tahrir nedir ve Neyi hedefler?
3 Mart 1924 yılında Mustafa Kemal, Müslümanların vahdetini sağlayan yönetim mekanizmasını yani Hilafet’i kaldırdı. Hilafet’in kaldırılmasından sonra Türkiye Kemalist laik ideolojiden çok çekti. Aslında sadece Türkiye değil, bütün Müslümanlar, Hilafet’in kaldırılmasından sonra çok acılar çekti. Bu yetmezmiş gibi bir de 1948’de kutsal topraklarda Siyonist işgalci bir devlet kuruldu. İşte Hizb-ut Tahrir, Müslümanların yaşadığı bu iki büyük sarsıntıdan sonra, yeniden Hilafet’i ikame etmek için 1953 yılında Filistinli mütefekkir âlim Takıyyuddin en-Nebhani tarafından İslami siyasi bir parti olarak kuruldu. Yeniden İslami hayatı başlatacak Raşid-i Hilafet Devleti’ni kurmayı hedefliyor ve bunun için çalışıyor.
Hizb-ut Tahrir, Hilafet’i nasıl kurmak istiyor, yani hangi çalışma yöntemlerini benimsiyor?
Hizb-ut Tahrir hedefini gerçekleştirmek için çalışırken fikri ve siyasi çalışmayı metod ediniyor. İslami hayatı başlatmak için Hizb-ut Tahrir’in çalışma metodunda silahlı mücadele, cebir ve şiddet yoktur. Silahlı mücadeleyi, cebir ve şiddeti asla kabul etmiyoruz. Hizb-ut Tahrir aynı zamanda İslam’a göre gayri meşru hiçbir yöntem ve yola da başvurmaz. Örneğin silahlı yöntemi kabul etmediğimiz gibi demokratik çalışma yöntemini de İslam’a göre meşru kabul etmiyoruz. Toplumun desteğini arkamıza alarak inkılabi bir değişimle Raşid-i Hilafet’i yeniden kurmak istiyoruz.
Durum böyle iken niçin üyelerinize böyle ağır cezalar veriliyor?
Hizb-ut Tahrir’in Türkiye’de faaliyete başladığı yıl 1960. İlk olarak 1967’de, sonra 1980 darbe döneminde tutuklamalar yapılıyor ve cezalar veriliyor. O dönem Hilafet projesine karşı Kemalist Laik devletin bakışı belli olduğu için Hizb-ut Tahrir’i düşman görüyordu ve baskı uyguluyordu. Ancak 2000’li yıllardan sonra kanunlarda yapılan yapısal değişiklikler ve yasal reformlarla düşünce suç olmaktan çıkarıldı. Ama Hizb-ut Tahrir için değişen bir şey olmadı. Şu anda sıkıyönetim dönemlerinde verilen cezalardan daha ağır cezalar veriliyor. 1968’de Hizb-ut Tahrir’e üyelik cezası 6 ay iken, şu anda 7,5 yıl oldu. Yöneticilik cezası 3 ila 5 yıl arası iken şu anda yöneticilere 15 yıl ceza veriliyor.
Peki, verilen bu cezalar hangi yasa ve kanunlara göre veriliyor. Şiddete karşı olduğunuza göre faaliyetlerinizin terör suçu kapsamına alınmaması lazım değil mi?
Doğru söylüyorsunuz, lakin Türkiye yargı sistemi Hizb-ut Tahrir’e özel bir uygulama yapıyor. Faaliyetlerimiz suç teşkil etmiyor olsa da Yargıtay niyet okuyarak Hizb-ut Tahrir’in gelecekte silaha başvuracağını söyleyerek hüküm cezaları veriyor. Yargıtay 9. Ceza Dairesi 2006 yılında şöyle bir içtihat kararı aldı. İfade aynen şöyle: “Raşid-i Hilafet devletinin ihdasından sonra, Hıristiyan devletlere cihat yolu ile kurulan Hilafet devletine dâhil etmek amacıyla silahlı mücadelenin başlayacağı” amaç edinildiği anlaşılmakla hükmün ONANMASINA…” Yargıtay, Hizb-ut Tahrir şu anda silahlı metodu kullanmıyor ve benimsemiyorsa da ileride kullanabilir demek istiyor.
Çok ilginç, bu hukuka aykırı değil mi?
Evet, hukuka aykırı… Bunun hukuka aykırı olduğunu söyleyen üç bilimsel hukuki müteala var. Prof. Sami Selçuk, Dr. Ümit Kardaş ve Prof. Türkan Sançar bu yargılamanın hukuk dışı olduğuna dair bilimsel müteala verdiler. Ancak bu mütealalar dahi mahkemeler ve Yargıtay tarafından dikkate alınmadı. Dolayısıyla Hizb-ut Tahrir bu içtihat kararına binaen şehirleri harabeye çeviren ve binaları yakıp yıkan şiddet yanlısı örgütler ile aynı kategoride değerlendiriliyor. Böyle bir karar dünya hukuk literatüründe görülmedi. Sadece Türkiye’nin Hizb-ut Tahrir’e özel uygulaması…
Hizb-ut Tahrir’e yönelik bu zulümlerde yargı ve emniyette etkin olan Paralel Yapı’nın bir parmağı var mı?
Evet, 17 Aralık operasyonlarından sonra devletin resmi makamları tarafından bir açıklama yapıldı ve denildi ki “Paralel Yapı” uydurma ve sahte deliller üreterek haksız yere masum insanları cezalandırdı ve orduya kumpas kurdu. Daha sonra birçok şey konuşuldu, yazıldı. Bütün bunlar dün konuşulduğu gibi bugün de konuşuluyor. Doğru veya yanlış… Ben konunun o boyutuna değil, “Paralel” olarak ifade edilen devletin resmi kurumlarındaki bu yapının Hizb-ut Tahrir’e yönelik yürüttüğü zulüm ve hukuksuzluklar boyutuna bakmak ve konuşmak istiyorum.
“Paralel” denilen bu yapı tarafından Hizb-ut Tahrir’e yönelik Türkiye’de en çok son on yıl içerisinde operasyonlar, tutuklamalar ve yargılamalar yapıldı. Bunu ise emniyet-yargı ikilisi birlikte yürüttüler. 2004, 2005, 2009, 2011 ve 2013’te birçok ilde eşzamanlı operasyon yapıp yüzlerce kişiyi gözaltına aldılar. Polis, Hizb-ut Tahrir üyeleri hakkında öyle yalan ve uydurma deliller ile soruşturma yürüttü ki, Ergenekon ile ilişkisinin olduğu iftirasını bile atabildi. Siyasiler bugün nerde duruyorsa o günde oradaydı. Devletin yanında. O gün medya ise Hizb-ut Tahrir’e karşı başlatılan karalama kampanyasına topyekûn ortak oldu.
Paralel yapı Hizb-ut Tahrir’in Ergenekon ile ilişkisini nasıl kurmaya çalıştı?
Çok basit, Ankara’da ticari taksicilik yapan ve bizim ev sohbetlerimize katılmış bir arkadaşımızın aracına daha sonra Ergenekon’dan yargılanacak teğmen Ali Çelebi biniyor. Arkadaşımız müşterisi ile sohbet ederken Hilafet ve Hizb-ut Tahrir’den bahsediyor. Çelebi bunu görünce kendisini muhasebeci olarak tanıtıp daha çok görüşmek istiyor. Bu arkadaş sadece birkaç kez Kızılay meydanında buluşup Çelebi’ye dergi ve kitap veriyor. Emniyet için bu iki dakikalık buluşma Hizb-ut Tahrir’in Ergenekon’a bağlanması için yeterli delil maalesef. Elhamdulillah, Allah’ın yardımı ile bu tuzak bozuldu. Çelebi’nin telefonuna sehven yükleme konusunu emniyet ikrar edince mahkeme Hizb-ut Tahrir dosyasını Ergenekon’dan ayırmak zorunda kaldı.
Ergenekon konusuna girmişken, Ergenekon’un yargılama sürecinde Paralel Yapı, “Hizb-ut Tahrir’in Fatih Camii’nde 2005’te yaptığı eylemi Ergenekoncular yaptırdı” şeklinde bir iddia ortaya attı. Bu konuda ne söyleyeceksiniz?
Bu iddianın ne kadar asılsız bir iftira olduğunu şu önemli açıklama ile ortaya koymak istiyorum. 2005’te Hizb-ut Tahrir İstanbul Fatih’te yaptığı o basın açıklamasını Hilafet’in Hicri yıldönümü sebebi ile yaptı. Önemli bir ayrıntı da şu ki aynı gün Cuma namazı sonrası 38 ayrı ülkede Hizb-ut Tahrir benzer amel ve faaliyetler yaptı. Yani o basın açıklaması eylemi sadece Türkiye’ye has değildi. O halde şimdi iddia olarak ortaya atılan o iftiraya göre 38 ülkedeki faaliyetleri de Ergenekon mu yaptırmış oluyor? Bu çok korkunç ve çok komik bir iftiraydı.
Emniyet güçleri Hizb-ut Tahrir mensuplarını terör örgütü üyesi olarak göstermek için mahkemelere ne tür deliller sundular?
Evde kitap, dergi ve basın bildirisi bulundurmak, konferanslara katılmak, piknik düzenlemek, iftar organizasyonu yapmak ve daha neler neler. Evet, neredeyse şu anda 7,5 yıl ile üyelikten yargılanan 200’e yakın kişinin suç delilleri bunlar. Tabii bir de Hizb-ut Tahrir’i silahlı bir hareket gibi göstermek için önceden hırsız gibi evlere girerek koydukları silahlar.
Evlere silah koyma konusunu biraz açar mısınız?
2009 Temmuz ayında gerçekleştirilen eş zamanlı operasyonda Ankara’da ikamet eden Köklü Değişim Dergisi Genel Koordinatörü Süleyman Uğurlu da gözaltına alındı. Ev araması yapılacağı zaman resmi ikameti olan evini değil, daha önce oturduğu evi arayan polisler evde silah bulunduğunu söyleyerek mahkeme dosyasına delil olarak sunuyorlar. Eve o silahın polisler tarafından konulduğunu ise daha sonra komşular söylüyor. Tabi savcılık ile emniyet ortak hareket ettiği için üç yıl boyunca evde bulunduğu söylenen silahın parmak izi raporunu mahkeme çıkarttıramıyor. Çünkü parmak izlerinin asıl faili ele vereceği biliniyor.
Paralel Yapı bütün bu anlattıklarınızı niçin yapmış olabilir?
Paralel Yapı, kendisi dışında başka bir örgütlü teşkilatlanma istemediği için bunları yaptı. Bu sadece Hiizb-ut Tahrir’e yapılmış bir şey de değil. Hizb-ut Tahrir 50 ülkede evrensel çalışma yapan ve ideolojik bir İslami devlet kurma hedefi olan partidir. Eğer kurmak istediği Raşid-i Hilafet’e ulaşırsa, bu küresel kapitalist düzenin ayarının bozulması anlamına geliyor. Doğal olarak aslında ABD, Batı, Rusya ve hatta Çin dâhil bütün kapitalist devletler Hizb-ut Tahrir’i ve Hilafet’i tehdit olarak algılıyorlar. Türkiye’deki, Hizb-ut Tahrir düşmanlığı da ancak bununla izah edilir. Çünkü Hilafet projesi, medeniyetler ittifakı ve dinler arası diyalog projesinin karşısındadır.
“Yargı zulmüne dur de” kampanyası başlattınız. Bu kampanyanızdan bahseder misiniz?
“Hizb-ut Tahrir’e Yönelik Yargı Zulmüne Dur De” başlıklı bir kampanya başlattık. Kampanyayı başlatmamızın sebebi Türkiye’de Hizb-ut Tahrir üyelerine yönelik son 10 yılda yürütülen yargı zulmünün kamuoyunun gündemine taşınmasını sağlamak ve bu zulmün kalkması için bütün kesimlerde duyarlılık oluşturmak. Şu anda 200’den fazla Hizb-ut Tahrir mensubu hakkında verilmiş ve onanması için Yargıtay aşamasına taşınmış 900 yıl gibi ağır bir ceza söz konusu. Dolayısıyla biz hem Hizb-ut Tahrir üyeleri, hem de bütün İslami dernek ve STK’lara yönelik yürütülen yargı zulmünü ortadan kaldıracak bir duyarlılık oluşturmak için bu kampanyayı başlattık.
Kampanya’nın nihai amacı ne? Yetkililerden ne bekliyorsunuz?
Öncelikle hükümet bu süreçte sorumluluktan kaçmamalıdır. Ortada bir zulüm var. Hizb-ut Tahrir’in ne Ergenekon ne de şiddet ve silah ile ilişkisi yoktur. Ancak bütün bu iftiralar atılırken ve hukuksuz cezalar verilirken sessiz kalındı. Ortada bir zulüm var, bu zulümde herkes kadar hükümetin de sorumluluğu var. Zira Hizb-ut Tahrir’i en iyi tanıyan, onun fikri ve siyasi bir hareket olduğunu bilenler hükümet yetkilileridir. Dolayısıyla mevcut sistem içinde beklentimiz, süregelen haksızlık ve hukuksuzluğun giderilmesidir. Bu da her nerede olursa olsun, bütün insanların en tabii haklarından biridir. Hizb-ut Tahrir yargılamaları tamamen hukuksuzdur. Dolayısıyla bu zulüm tümden kaldırılmalıdır. Biz bu kampanya kapsamında Kasım ayında 74 bin imza topladık. Bu imzaları TBMM’ye dilekçe ile teslim ettik. Şimdi TBMM’ye bu konu ile ilgili bir komisyonun kurulması çağrısını yapıyoruz. Bu komisyonda yargılamalar ile ilgili hukuksuzlukların giderilmesi için görüşmelerin yapılması ve kararların alınması gerekir. Yargıtay’ın aldığı ictihat kararının hükmünün kalkması için kanuni ve yasal düzenlemelerin yapılmasını gerekir. TMK’nın hiçbir hâkim ya da savcının yorumuna müsaade edilmeyecek netlikte değiştirilmesi gerekir. Tüm bunları kim yapacak dersiniz?
Kaynak: www.kokludegisim.net/