Suriye, Irak, Arakan, Mısır, Tunus, Yemen, Afganistan, Türkiye ve daha nice ülkelerdeki Müslümanlar farklı farklı imtihanda, değişik zulümler altındalar. Zulümlerin, işkencelerin, tecavüzlerin, vahşice katliamların her türlüsünü bariz bir şekilde gördük, yaşadık ve duyduk…
Bizler de tıpkı sahabelerin Resul (sav)’e;
“Allah’ın yardımı ne zaman?’ diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğradık ve sarsıldık.” (Bakara 214)
Fakat biliyoruz ki Rabbimizin yardımı haktır. Bu birçok ayetle de sabitlenmiştir:
وَيَنصُرَكَ اللَّهُ نَصْرًا عَزِيزًا
“Ve sana Allah, şanlı bir zaferle yardım eder.” (Fetih 3)
وَأُخْرَى تُحِبُّونَهَا نَصْرٌ مِّنَ اللَّهِ وَفَتْحٌ قَرِيبٌ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِنِينَ
“Seveceğiniz bir şey daha var: Allah’tan yardım ve yakın bir fetih.. Müminleri müjdele.” (Saff 13)
Peki, zafer neden gerçekleşmiyor? Zafer elbette Rabbimizin dilediği zamandır bunda hiç kuşku yoktur. Bilakis bu konu hakkında konuşmak gereksizdir. Burada dikkat çekmek istediğim nokta sudur; acaba biz zafere hazır mıyız? Zaferi, yardımı hak ediyor muyuz?
“İnsanlardan kimi vardır ki, “Allah’a inandık” der; fakat Allah uğrunda eziyete uğratıldığı zaman, insanların işkencesini Allah’ın azabı gibi tutar.” (Ankebut 10)
“Ama ne zaman onu deneyerek, rızkını kıssa, hemen: “Rabbim bana ihanet etti” der.” (Fecr 16)
Günümüzde yukarıdaki ayeti kerimelerde anlatıldığı gibi insanlar en ufak bir darlığa düştüğünde, imtihandan geçirildiğinde veya rızkından eksildiğinde davasından vaz geçme veya taviz verme noktasına gelir. Bunun haricinde yani şahıs zorlu bir dönemde olmasa bile ümitsizlik içindedir. Örneğin: “Efendim İslâm’i hayat elbette ki güzel ve doğru olanıdır. Ancak ona bir daha dönemeyiz. Hilâfet olsa iyi amma bir daha tekrar kurulması mümkün değildir. Müslümanlar, bu parçalanmış, zayıf ve perişan haldeyken bir daha hilâfet nasıl kurulsun? Hem kâfirler buna zaten fırsat vermezler. Çünkü onların güçlü devletleri, silahları, malları, askerleri var. Bu ortamda daha hala nasıl hilâfetin kurulmasından, İslâm’ın tekrar hakim olmasından bahsedersiniz?”
Bu ve bunun gibi söylemlerle kendini kandıran, kendine bir yol çizip ‘böylede olur’ diyen birçok Müslüman kardeşimiz gerçek zaferi bir kurtarıcı veya halk dilinde bilindiği gibi bir ‘Mehdi’nin salacağından emin. Bu şahıslar araştırmaktan yoksun, olan bitenden habersiz, etkisiz tepkisiz bir köşede zafer bekliyor. Peki, gerçekten zafer bu şekilde mi gelecek?
“Sizden önce gelenlerin durumu sizin başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi zannettiniz? Peygamber ve onunla beraber müminler: ‘Allah’ın yardımı ne zaman?’ diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı; iyi bilin ki Allah’ın yardımı şüphesiz yakındır.” (Bakara 214)
Bu ayeti kerimeden de anlaşılacağı üzere zaferi elde etmek kolay değildir. Bilakis sahabelerin sırf rabbimiz Allah dedikleri için demir taraklarla tarandıkları, kızgın çölde kavurucu güneşin altında işkence gördükleri, aileleriyle karşı karşıya geldikleri, hatta onlarla savaştıkları, hakaretlere, zulümlere, aşağılanmalara maruz kaldıkları bilinen bir gerçektir. Günümüzde rabbim Allah’tır dediği için diri diri toprağa gömülen, kesilip, biçilen, işkencelere, zulüm ve tecavüzlere maruz kalan Müslümanların varlığı hepimiz tarafından bilinmektedir.
Fakat biz en basitinden bu yazıyı rahat bir şekilde bilgisayarımızın başında, çayımızı veya kahvemizi yudumlarken okuyorsak veyahut ‘düşmanın silahıyla silahlanın’ sözünü ‘düşmanımızın silahı demokrasi bizde onlarla demokrasi ile savaşmalıyız’ şeklinde anlayıp seçimlere katılıyorsak, ‘kotunun iyisini seçmeliyiz’ diyerek, kapitalizmin oyununa alet oluyorsak, malımıza canımıza veya sevdiklerimize zarar gelmesinden korktuğumuz için davamızda üzerimize düşen görevi yerine getiremiyorsak, ‘bizim elimizden ne gelir ki Mehdi ile zafer gerçekleşecek’ gibi söylemlerle kendimizi kandırıyorsak, sabah namazına dahi zorlanarak uyanıyorsak, dizinin reklam aralarında namaz kılmaya kalkıyorsak, Müslüman kardeşlerimizin içinde bulundukları zulümlerin görüntülerini dahi izleyemiyorsak, her koyun kendi bacağından asılır, bana dokunmayan yılan bin yaşasın gibi söylemleri ağzımızdan düşürmüyorsak bir şeylerin ters gittiğini anlamamız gerekir.
Hal böyle iken soruyorum sizlere; “biz zaferi hak ediyor muyuz?” İsterseniz sorumuzun cevabını bulmak için aşağıdaki ayeti inceleyelim:
“Allah, sizlerden îmân edip sâlih amel işleyenleri, kendilerinden öncekileri yeryüzünde Halîfe kıldığı gibi onları da yeryüzünde Halîfe kılacağını, onlar için seçtiği dinlerini (İslam’ı) yeryüzünde hâkim kılacağını, (geçirdikleri) bu korkularını güvene çevireceğini vaat etti. Zira onlar yalnız Bana kulluk ederler ve hiçbir şeyi Bana ortak koşmazlar. Her kim de bundan sonra inkâr ederse işte onlar fâsıkların ta kendileridir.” (Nûr 55)
Dikkatinizi çekmek isterim ayeti kerimede; ‘iman edip Salih amel işleyenler’ e bir zafer ve güven sözü veriliyor.
Zafer: Birçok emek ve tehlikeli uğraşmalar pahasına erişilen mutlu sonuç, yengi anlamlarını taşımaktadır. Bizim için zafer içinde bulunduğumuz zilletten kurtulup felaha ulaşmaktır.
Budur zafer. Adaletin renk, ırk, dil, din ayrımı yapılmadan adil bir şekilde uygulanmasıdır zafer. Bizim beklediğimiz bu adalet, mutluluk ve huzur ise yalnızca İkinci Raşidi hilafetle mümkündür.
Peki, zaferin gerçekleşmesi veyahut da yukarıdaki yardım ve zaferin muhatabı olabilmek için neler yapabiliriz? Bu sorunun cevabını aşağıdaki hadisten anlayabiliriz:
“Allah’ın olmasını dilediği kadar aranızda Nübüvvet olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde Allah onu kaldıracaktır. Sonra Nübüvvet Minhâcı üzere [Râşidî] Hilâfet olacaktır. Böylece Allah’ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra ısırıcı meliklik olacaktır. Böylece Allah’ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde Allah onu da kaldıracaktır. Sonra zorba diktatörlük olacaktır. Böylece Allah’ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra (yeniden) Nübüvvet Minhâcı üzere [Râşidî] Hilâfet olacaktır.” Sonra sükut etti. (Ahmed b. Hanbel, 4/273)
Bu hadisi şerifteki dikkat edilmesi gereken nokta sudur: ‘Nübüvvet Minhâcı üzere [Râşidî] Hilâfet’. Evet, bu noktadan (Nübüvvet Minhâcı) peygamber Efendimizin (sav) yolu üzere olursa, bir zaferin gerçekleşeceğini anlamaktayız.
Bu metot 3 aşamalı bir metot olup gizli, ümmetle kaynaşma ve açığa çıkma aşamalarından oluşmaktadır. Şüphesiz Peygamberimiz bu 3 aşamada İslam davetinden başkasını taşımamıştır. Zaferin gerçekleşmesi şüphesiz İslam davasını taşımaktan geçmektedir.
Davet ise; bir şeye meyil ettirme, bir şeye olan rağbeti arttırma meselesidir. İslam’a davet etmek ise bir kişinin İslam’a olan rağbetini arttırmak onu İslam’a eğilimli hale getirmek anlamlarını taşımaktadır.
Daveti taşımak 3 şekilde olur:
- Ferdi olarak: söz ve davranışlarla:
وَمَنْ أَحْسَنُ قَوْلًا مِّمَّن دَعَا إِلَى اللَّهِ وَعَمِلَ صَالِحًا وَقَالَ إِنَّنِي مِنَ الْمُسْلِمِينَ
“Doğrusu ben, kendini Allah’a verenlerdenim’ diyen, yararlı iş işleyen ve Allah’a çağıran kimseden daha güzel sözlü kim vardır?” (Fussilet 33)
- Bir kitle ile:
وَلْتَكُن مِّنكُمْ أُمَّةٌ يَدْعُونَ إِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
“Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır.” (Ali İmran 104)
- İslami Hilafet devleti ile: İçeride İslamın tebaası üzerine tatbiki ve dışarıda ise cihat ve fetih yoluyla davayı tüm evrene yaymak.
وَمَن لَّمْ يَحْكُم بِمَا أَنزَلَ اللّهُ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ
“Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir.” (Maide: 44)
انْفِرُواْ خِفَافًا وَثِقَالاً وَجَاهِدُواْ بِأَمْوَالِكُمْ وَأَنفُسِكُمْ فِي سَبِيلِ اللّهِ ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَّكُمْ إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ
“(Ey müminler!) Gerek hafif, gerek ağır olarak savaşa çıkın, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edin. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.” (Tevbe 41)
Râşidî kelimesinin ise; doğru yolu bulup bağlanmak, hak yolunda salâmet, metanet, isabetle dosdoğru gitmek, hayra isabet etmek, doğru düşünmek gibi anlamları vardır.
Yani bu hadisi şeriften anlamaktayız ki; peygamber Efendimizin metodu üzere dosdoğru, sabırlı, sebatlı bir şekilde İslam davetini taşıyıp ona göre yaşamalıyız. Ancak bu takdirde bize bir zafer müjdesi verilmektedir.
Hz. Hamza, Hz. Ömer, Hz. Ali, Ebu Bekir, Musab bin Umeyr, Bilal’i Habeşî, Ammar bin Yasir ve diğer tüm sahabeler gibi bir İslam anlayışı bizlerde hâkim olmalıdır.
Rabbimiz bizlere böyle anlayış nasip eylesin ki kafir toplumuna karşı galip gelelim!
Zehra Garipel