İsrail gerçeği ve Hilafet
Müslümanların ilk kıblesi olan Mescidi Aksan’ında içerisinde bulunun Filistin toprakları, 1948 yılında Rabbimizin lanetlemiş olduğu yahudiler tarafından işgal edildi. Daha doğru bir ifade ile İngiliz’ler tarafından işgal edildikten sonra, yahudilere teslim edildi. Lakin bilinmeyen ve genelde sorgulanmayan başka bir gerçeğin gözden kaçırıldığı kanaatindeyim. Bu gerçeği bir soru şeklinde özetleyecek olursak, herhalde şöyle bir soru tevcih ederdik; neden yahudi inancına göre devlet olması meşru olmadığı halde, sözde İsrail devleti 1948 yılında kapitalistler tarafından kuruldu? Bu sözde devletin konumu, Ortadoğu bölgesi için adeta bir karakol ve batının mızrak ucu olarak özetlenebilir. Yine bu sözde devletin kuruluşu ve varlığı bilindik sebeplerden farklı olarak, başka sebepler içerdiğini de gözlemleyebiliriz. Özetle bu unsurun bir kapitalist ve batı oyunu olarak da nitelendirilmesi mümkün. Yoksa inanç eksenli bir devlet olduğu kesinlikle söylenemez. İsrail devletinin kuruluşu ve oluşumunu incelemeden ve irdelemeden önce şu hatırlatmayı da yapmadan geçemeyeceğim. Kafirler hile ve desise olarak plan yapabilirler, lakin en etkili plan ve tuzak kurucu olarak Allah (c.c.)’hu olduğunu unutmayalım:
“Hani kâfirler seni tutuklamak, öldürmek ya da Mekke’den sürmek amacı ile aleyhinde tuzak kurmuşlardı. Onlar tuzak kurarken Allah da tuzak kuruyordu. Hiç kuşkusuz Allah en etkili tuzak kurucudur.” (Enfal: 30)
Yine unutulmaması gereken Rabbimizin şu kavli de bizlere ışık tutmaktadır:
“Hoşunuza gitmediği halde, savaşı üzerinize farz kılınmıştır. Bir şey hoşunuza gitmediği halde sizin için hayırlı olabilir. Bir şey de hoşunuza gittiği halde sizin için kötü olabilir. Allah bilir, siz bilmesziniz.” (Bakara: 216)
Yani yeri gelmişken söyleyeyim. İleride de kısaca bu konuya günümüzün zaviyesi üzerinden de ele alacağım. Lakin Rabbimizin bu ayeti celilesinden yola çıkarak şu gerçeği hatırlatmadan geçemeyeceğim; İsrail denilen sözde varlığın, ilahi taktir açısından ele aldığımızda hem ümmeti pekiştirmek ve zinde kalmasını sağlamak açısından bir önemi var, hem de inşallahurahman en kısa zamanda kurulacak İkinci Raşidi Hilafet Devleti’nin çok hızlı bir şekilde kabul görmesi ve ümmeti bir bütün olarak pekiştirmesine sebep olması acısından bir önemi var.
“Bir şey hoşunuza gitmediği halde sizin için hayırlı olabilir. Bir şey de hoşunuza gittiği halde sizin için kötü olabilir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (Bakara 216)
Gelelim yahudilerin devlet konumundaki anlayışlarına ve günümüzdeki sözde İsrail devletine.
Musa (a.s.) doğuşu değişik rivayetlere göre M.Ö. 1392 yılına, yani 3407 yıl öncesine tekabül ediyor. Bu tarihi gerçek karşısında ister istemez insanın aklına şöyle bir soru takılıyor, neden 3340 yıldır bir yahudi devleti kurulmadı da, 1948 yılında bunu kurma isteği ve arzusu oluştu? Bu yahudi dini açısından sorgulanmadan soyut olarak gözlemlenen bir gerçek olarak tespit edilebilir. Lakin bir de Ortodoks yahudilerin siyonist İsrail devletini kabul etmediğini ve kestikleri etlerini bile yemediklerini unutmamak lazım. Hatta onlara göre siyonizm/israil bir dini milliyetçiliktir. Bir milliyetçilik ve ırkçılık olan siyonizm ve onun başarılmış, vücuda getirilmiş projesi olan İsrail, dünyaya dağılmış ve asimilasyona uğramış yahudi müntesiplerini bir arada tutmak için tasarlandığı düşünüle bilinir. Daha doğrusu bunun yahudi dinine mensup olanlar tarafından planlandığı düşünülebilir. Lakin işin böyle olmadığını görmek için, dahi olmaya gerek yok. Meselenin iç yüzünü ortaya koymadan önce, yahudi inancına göre böyle bir devletin oluşumunun nedence sakat olduğunu kısaca hatırlatmak isterim.
Menahem Begim (1977 İsrail Başbakanı) şöyle diyor; “var olma hakkımızı, 4000 yıl önce bize atalarımızın tanrısı verdi. Bu hak nesilden nesile Yahudi kanı ile kutsallaştı. Ulusların tarihinde, eşi olmayan bir bedel ödedik. İsrail, tanrının acı çekmiş Yahudilere holokoust‘un kefareti olarak armağandır!”
Dindar Yahudiler’in, Nil’den Fırat’a vaat edilmiş kutsal toprakları Tanrı Yehova‘nın kutsal kitap Tora‘da kendilerine vaade ettiği bir hak olarak görüp bu toprakların beklenen Mesih’in dünyaya gelmesi ile mümkün olduğu düşüncesidir. Dolayısıyla şuan mevcut kurulmuş sözde İsrail devletinin meşru olmadığı düşüncesi Ortodoks yahudiler tarafından dile getirilmektedir. Öyleyse bu İsrail hançerini Müslümanların kalbine neden sapladıklarını anlamak için, ateist siyonistlerin ve onlarla beraber olan diğer kapitalist milletlerin özellikle sanayi inkılabından sonra gerçekleştirmiş oldukları hamleleri incelemek gerekiyor. Bu bağlamda kesinlikle hançer olarak adlandırdığımız bu gayri meşru yapı, Müslümanlara ve sahip oldukları kutsal değerlere adeta bir hakaret ve imalı bir mesaj niteliğini taşımaktadır. Siyonistler ve onlarla beraber olan diğer kapitalistler, yahudi dinini kullanmaktan imtina etmediler. Hatta onlara karşı yapılan ikinci dünya harbindeki kıyım dahi bu planın bir parçası olduğu zannediliyor.
Müslümanların kalbine hançerlenmiş olan İsrail yapısı, batının istek ve arzusu doğrultusunda, bölgede maşa olarak kullanılması düşüncesi ile 5 Haziran 1967’de başlayıp 10 Haziranda biten Nam-ı değer Altı Gün Savaşı ya da Haziran Savaşı tertiplenmiş olduğunu görüyoruz. Daha isabetli bir yaklaşımla Altı Gün Savaş tiyatrosu da denilebilir. Bu savaşta üç Arap ülkesi (Mısır, Ürdün ve Suriye) bilfiil savaşmışken Irak, Suudi Arabistan, Sudan, Tunus, Fas ve Cezayir bu üç Arap ülkesine lojistik yardımda bulunduğu söylenmektedir. Bu tiyatro savaşında bir iki gün içerisinde 441 Arap ülkelerine ait olan savaş uçaklarının tahrip edildiği, sadece Mısır’ın 800 tankını ve 400 topu ile 10000 askeri aracını kaybettiğini düşünecek olursak, gerçekten de tiyatronun boyutunu görmüş oluruz. Yine sadece Mısır’ın Sina’ya yığmış olduğu 100 bin askerin hiç bir şey yapamamış olduğu iddiası dahi nedence gülünç olduğu aşikar. Öyleyse bu altı gün savaşı neden yapıldı diye sorulacak olursa, verilecek cevap çok basit. Sözde İsrail devletinin kazanılması mümkün olmayan gücünü göstermek ve komşusu olan Mısır, Ürdün ve Suriye ile ateşkes imzalamak sureti ile, adeta İsrail’in etrafı güvenli bir konuma getirilmiş oldu. Lakin tüm bu tuzak ve desiseler kurulurken Rabbimizin bizlere bahşetmiş olduğu ve Allah’ın izni ile pek yakında İkinci Raşidi Hilafet Devleti kurulduğunda bu kara leke ümmetin tekrar şahlanmasına ve birleşmesine sebep olacaktır inşaallah.
Sözde İsrail devleti konusunu kısaca ele aldıktan sonra, ilahi tuzağın ve son yılların etkili konusu olan Biladü‘ş-Şam kıyamına, bu bağlamda kısaca değinmek istiyorum.
Suriye rejiminin, İslam beldelerinin en azılı rejimlerden biri olduğunu, hatta Suriye muhaberatın Suriye dışında yaşayan Suriyelileri dahi fişlediği ve yeri geldiğinde cezalandırdığı bilinmekteydi. Suriye’de yaşayan her üç kişiden birinin istihbarata çalıştığı için halk oldukça sindirilmişti. Hatta Suriye kıyamı öncesi şu çok emin bir şekilde Suriyeliler tarafından dile getirilirdi: Suriye’de halkın kıyama kalkması ve direnmesi kesinlikle mümkün değil. Bu hakikati pekiştiren başka bir örnek ise Suriye’de yaşamış bir kardeşimizin Köklü Değişim dergisine vermiş olduğu bir röportajda görmekteyiz:
Devrimin başkenti Humus’ta yaşayan bir dostumuz bu olaylar başlamadan önceki durumu “Evde bizden başka kimse olmadığı halde, babam bana devletle ilgili bir şey söyleyeceği zaman, sesini kısarak kapıyı kapatmamı ister ve kısık bir sesle konuşurdu” sözleriyle ifade ediyor.
Gelmek istediğim konu şurası. Hiç kimsenin hayal edemediği Şam kıyamı elhamdulillah 2011 yılında başladı ve son hızı ile devam ediyor. Yine tüm dünyanın gözünün üzerinde olduğu ve bin bir desisenin oynandığı Suriye kıyamı durdurulamadı. Lakin istenilen mutlu sona da yaklaşılamaması da yine imtihanın başka bir boyutunu teşkil etmektedir.
Evet, tüm Müslümanların dört gözle beklediği bu kutlu kıyamın şeri devlet olan İkinci Raşidi Hilafet ile neticelenmesi inşaallah Rabbimizin takdiri ile olan bir mesele. İşte tamda burası konumuzla alakalı olarak şunu bizlere hatırlatıyor, kimsenin ummadığı bir kıyam Tunus’ta, Libya’da, Mısır, Yemen ve en son Suriye’de başladı. Yine kimsenin tahmin dahi edemediği Suriye kıyamı 4-5 yıldır devam ediyor.
Evet, yine kimsenin hayal dahi edemediği ve var olması imkansız olarak görüldüğü Raşidi Hilafet, çok kısa bir zamanda içerisinde inşaallah bu mübarek beldede vücut bulacak. Son olarak da Halife ve kutlu ordusu ile Filistin toprakları kirlerinden arındırılacak ve ilahi takdir gereği tüm İslam beldeleri zincirleme halifeye biat edip katılacak inşallah.
“Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (Bakara: 216)
Rabbim bizlere ona hiç şüphesiz bağlanan ve onun her şeye kadir olduğunu bir an olsun unutmayan kullarından eylesin. (Amin) Resulullahın şu kavli ile konuma son vermek istiyorum:
“Allah dilerse, dinine bir fasık, bir facir ve kafir eliyle de yardım eder.” (Hadis)
Kardeşiniz:
Mehmet Aydın
10.05.2015