‘Demode olmayan tek şey Kur’an-ı Kerim’dir.’
بسم الله الرحمن الرحيم
‘Demode olmayan tek şey Kur’an-ı Kerim’dir.’
3. Bölüm
4- Mana itibarıyla Kur’an-ı Kerim’de ifadenin geniş olması:
Mana itibarıyla Kur’an-ı Kerim’de ifadenin geniş olması bir ifadenin birçok manaya gelmesi ve bütün bu manaların aynı anda kullanılmasıdır. Tabi ki tek manayı sınırlandıracak bir belirti (karine) olmadığı sürece. Kur’an-ı Kerim’de ifadenin geniş olması meselesi ‘Ortak lafızlar’da olup hem harflerde hem de kelimelerde kullanılmaktadır.
– Harflerde ise (ما) ve (كَمْ) gibidir. Zira (ما) kipi hem ‘hayır’ hem ‘ne’ hem de ‘ne güzel’; (كَمْ) ise hem ‘kaç veya ne kadar’ hem de ‘nice’ anlamlarına gelmektedir.
– Kelimelere gelince; (nehir) kelimesi gibidir. Bu kelimenin üç manası vardır:
1- Mutluluğu gerektiren rızık bolluğu.
2- Aydınlık ve ışıktır. Zira bazı müfessirlere göre cennette gece ve karanlık bulunmamaktadır.
3- Akarsu/ırmak/nehir.
Kur’an-ı Kerim tek manayı ifade etmek istediği zaman bu kelimeyi karine ile beraber kullanmıştır, bütün manaları ifade etmek istediği zaman da karinesiz kullanmıştır. Misal olarak Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: {وَبَشِّرِ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ أَنَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ} Mealen ise; (İman edip salih amel işleyenler, altlarından nehirler akan cennetler olduğunu müjdele!) Bakara/25 Bu ayette geçen ‘nehirler’ kelimesi sınırlandırıcı olan karine ‘akan’ kelimesiyle beraber olduğu için sadece ‘ırmaklar’ olarak anlaşılmaktadır. Ancak Allah-u Teala’nın şu buyruğuna bakalım: {إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي جَنَّاتٍ وَنَهَرٍ} Bu ayet şöyle tercüme edilmiştir: (Takva sahipleri cennetlerde ve ırmakların kenarlarındadırlar). Ayette geçen (وَنَهَرٍ) kelimesi tek bir manayı sınırlandıran her hangi bir belirti/karine olmadığı için bütün manalar birden kast edilmiştir. Yani bu ayette geçen (وَنَهَرٍ) kelimesi hem mutluluğu gerektiren rızık bolluğu, hem aydınlık ve ışık, hem de akarsu/ırmak/nehir anlamlarına gelir.
Bir başka örnek ise; Allah-u Teala şöyle buyurmuştur:
وَلَا تَسْتَوِي الْحَسَنَةُ وَلَا السَّيِّئَةُ
Bu ayet şöyle tercüme edilmiştir: ‘İyilikle kötülük bir olmaz.’ Fussilet/34
Ayetin Arapça metni dikkatlice okunursa daha geniş ve daha farklı bir anlam çıkacaktır. Ayetin asıl manasına değinmeden önce bu konu ile alakalı Arapçada önemli bir hususa dikkat çekmek gerekir. Ayette geçen (تَسْتَوِي) kelimesi (إِسْتَوى) kökünden gelmiştir. Bir olmak veya eşit olmak yahut aynı olmak demektir. Bu kelime kullanıldığına göre iki taraf arasında karşılaştırma yapılıyor demektir. ‘Güzel ile çirkin bir değil’ gibi. Eğer sadece güzellik ile çirkinlik arasında bir karşılaştırma yapmak isterseniz o zaman sadece bir tek (لَا) kullanırsınız. Şu ayetlerde geçtiği gibi: (وَمَا يَسْتَوِي الْأَعْمَى وَالْبَصِيرُ) (Körle gören bir olmaz.) Fatır/19 Zira (مَا) ifadesi (لَا) gibi ‘hayır, yok, değil’ anlamına gelir. Peki, iki sefer (لَا) ifadesi olunca nasıl bir mana çıkıyor? Ayete tekrar dönecek olursak;
وَلَا تَسْتَوِي الْحَسَنَةُ وَلَا السَّيِّئَةُ
Görüldüğü gibi ayette iyilik ile kötülük arasında karşılaştırma yapılırken iki kez (لَا) ifadesi geçmiştir. Bunun üç anlamı vardır:
1- Hem iyilikler kendi aralarında bir/eşit değiller.
2- Hem kötülükler kendi aralarında bir/eşit değiller.
3- Hem de iyilikler ile kötülükler bir/eşit değiller.
Bir diğer örnek ise Allah-u Teala’nın şu buyruğudur:
مَنْ كَانَ عَدُوًّا لِلَّهِ وَمَلَائِكَتِهِ وَرُسُلِهِ وَجِبْرِيلَ وَمِيكَالَ فَإِنَّ اللَّهَ عَدُوٌّ لِلْكَافِرِينَ
(Kim, Allah’a, meleklerine, peygamberlerine, Cebrail’e ve Mikâil’e düşman olursa bilsin ki Allah da inkarcı kafirlerin düşmanıdır.) Bakara/98
Normalde bu ayetin sonu ‘Allah da onların düşmanıdır’ şeklinde olması gerekirdi. Fakat mana genişliği bakımından ‘Allah da inkarcı kafirlerin düşmanıdır’ şeklinde geçti. Böylece Allah-u Teala; Allah’a, meleklerine, peygamberlerine, Cebrail’e ve Mikail’e düşman olanlara hem dümen hem de zatları sayılanlara iman etmedikleri için kafirdirler. Bunların da her ikisi ayrı ayrı hükümlerdir.
5- Kur’an-ı Kerim’de geçen kıssaların tekrarlanması:
Bilindiği gibi Kur’an-ı Kerim’de öğüt almak üzere birçok kıssalar anlatılmıştır. Bu kıssaların bazıları tekrarlanmamış Yusuf peygamber (a.s)’ın kıssası gibi, bazıları da iki veya üç kez farklı sürelerde tekrarlanmıştır. Mesela;
1- İbrahim peygamber (a.s)’ın ağırlanan misafirleri ile ilgili kıssanın hem Hicr süresi hem de Zariyat süresinde geçmesi.
2- Musa peygamber (a.s)’ın Firavn’un huzuruna çıkışı ile ilgili kıssanın hem Kasas süresi hem de Neml süresinde geçmesi.
3- Musa peygamber (a.s)’ın ailesi ile ilgili kıssanın hem Taha süresi, hem Kasas süresi hem de Neml süresinde geçmesi.
4- Musa peygamber (a.s)’ın kavmi ile meydana gelen ve onlar için su/yağmur istemesi ile ilgili kıssanın hem Bakara süresi hem de A’raf süresinde geçmesi.
Bu sürelerde tekrarlanan kıssalar bilgi ve detay bakımından her defasında aynı şey mi anlatılıyor? Diğer bir ifade ile kıssaların tekrarlanmasındaki hikmet nedir acaba?
Bir kısım müfessirler ‘Hatırlatma bakımından kıssaların tekrarlarında fayda var, aynı zamanda Allah-u Teala Resülüllah Hz. Muhammed (s.a)’ın kalbini pekiştirmek istiyor’ demektedirler. Ancak tekrarlanan kıssaları incelediğimizde daha derin ve daha ilginç tespitler görülecektir.
Her ne kadar bu kıssalar ilk okuduğumuzda bize tekrarlanmış gibi gelse de aslında aynı detay içermemekle beraber her defasında bize yeni bilgiler ve farklı sahneler sunarak olaya farklı açıdan bakmaktadırlar. Zira bir kıssanın tekrarlanması ve her defasında aynı şey sunması hem İ’caz’ul Kur’an’a aykırı hem de Kur’an okuyucularına bıkkınlık vermiş olur ki bunların her ikisi imkansızdır. Ayrıca kıssaların bütünüyle tıpa tıp tekrarlanmış olsaydı Mekkeli müşriklerin Hz. Muhammed (a.s) hakkında ileri sürdükleri iddiayı büyük ölçüde doğrulamış olacaktı. Zira bu iddia Hz. Muhammed (a.s)’in Kur’an-ı Kerim’i kendisi uydurmasıdır.
Bu konu hakkında sadece bir örnek vermeye çalışacağım inşAllah. Bu örnek karşılaştırmalı olarak Bakara/60 ile A’raf/160 arasında olup Musa peygamber (a.s)’ın kavmi ile meydana gelen ve onlar için su/yağmur istemesi ile ilgilidir. Allah-u Teala Bakara süresinde şöyle buyurmuştur:
{وَإِذِ اسْتَسْقَى مُوسَى لِقَوْمِهِ فَقُلْنَا اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْحَجَرَ فَانْفَجَرَتْ مِنْهُ اثْنَتَا عَشْرَةَ عَيْنًا قَدْ عَلِمَ كُلُّ أُنَاسٍ مَشْرَبَهُمْ كُلُوا وَاشْرَبُوا مِنْ رِزْقِ اللَّهِ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْأَرْضِ مُفْسِدِينَ} البقرة/60
Musa (çölde) kavmi için su istemişti de biz ona: Değneğinle taşa vur! demiştik. Derhal (taştan) oniki kaynak fışkırdı. Her bölük, içeceği kaynağı bildi. (Onlara:) Allah’ın rızkından yeyin, için, sakın yeryüzünde bozgunculuk etmeyin, dedik.
A’raf süresinde ise şöyle buyurmuştur:
{وَقَطَّعْنَاهُمُ اثْنَتَيْ عَشْرَةَ أَسْبَاطًا أُمَمًا وَأَوْحَيْنَا إِلَى مُوسَى إِذِ اسْتَسْقَاهُ قَوْمُهُ أَنِ اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْحَجَرَ فَانْبَجَسَتْ مِنْهُ اثْنَتَا عَشْرَةَ عَيْنًا قَدْ عَلِمَ كُلُّ أُنَاسٍ مَشْرَبَهُمْ وَظَلَّلْنَا عَلَيْهِمُ الْغَمَامَ وَأَنْزَلْنَا عَلَيْهِمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوَى كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ وَمَا ظَلَمُونَا وَلَكِنْ كَانُوا أَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ} الأعراف/160
Biz İsrailoğullarını oymaklar halinde oniki kabileye ayırdık. Kavmi kendisinden su isteyince, Musa’ya, “Asânı taşa vur!” diye vahyettik. Derhal ondan oniki pınar fışkırdı. Her kabile içeceği yeri belledi. Sonra üzerlerine bulutla gölge yaptık, onlara kudret helvası ve bıldırcın eti indirdik. (Onlara dedik ki:) “Size verdiğimiz rızıkların temizlerinden yeyin.” Ama onlar (emirlerimizi dinlememekle) bize değil kendilerine zulmediyorlardı.
Her iki ayete baktığımızda Arapça, belagat, yeni bilgi ve farklı sahne bakımından şu farklılıklar bulunmaktadır:
1- Allah-u Teala Musa (a.s)’ın taşa vurmasını emrettikten sonra taştan suyun aktığını buyurmuştur. Allah-u Teala suyun taştan akışı hakkında Bakara süresinde (فَانْفَجَرَتْ), A’raf süresinde ise (فَانْبَجَسَتْ) olarak iki ayrı farklı ifadeler kullanmıştır.
Arapça olarak (إِنْفَجَرَتْ) kelimesi suyun pınardan tazikli olup fışkırarak çıktığı zaman kullanılır, (إِنْبَجَسَتْ) kelimesi ise suyun pınardan azar azar aktığı zaman kullanılır. Hatta bazı müfessirlere göre su önce fışkırarak aktı, daha sonra azalmaya başladı. Buna göre her iki sahne aynı değil. Suyun çok veya az akması neye bağlı ve neye delalet eder? Cevabı yine aynı ayetlerde bulabiliriz.
2- Bakara süresinde geçen ayetin sonunda (كُلُوا وَاشْرَبُوا مِنْ رِزْقِ اللَّهِ) ‘Allah’ın rızkından yiyin, için’ cümlesi geçmiştir. A’raf süresinde geçen ayetin sonunda ise (كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ) ‘Verdiğimiz rızkın temizlerinden yiyin’. Bu ikisi aynı değil. Birinde ‘yiyin, için’ diğerinde ise sadece ‘yiyin’ ifadesi geçmiştir. Neden acaba? Bakara süresinde su bol bol ve fışkırarak aktığı için ‘yiyin, için’ ifadesi kullanılırken A’raf süresinde ise su azar azar aktığı için sadece ‘yiyin’ ifadesi kullanılmıştır.
3- Bütün bunları yan yana getirdiğimiz zaman Bakara süresinde Allah-u Teala İsrailoğullarına verdiği nimetleri hatırlatmaktadır. Zira 47. Ayette şöyle buyurmuştur: (يَا بَنِي إِسْرَائِيلَ اذْكُرُوا نِعْمَتِيَ الَّتِي أَنْعَمْتُ عَلَيْكُمْ وَأَنِّي فَضَّلْتُكُمْ عَلَى الْعَالَمِينَ) mealen; (Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi ve sizi (bir zamanlar) cümle âleme üstün kıldığımı hatırlayın.) A’raf süresinde ise böyle bir şey geçmediği gibi oradaki durum Allah-u Teala İsrailoğullarına işledikleri günahları hatırlatmıştır. Zira 138. Ayette şöyle buyurmuştur: (وَجَاوَزْنَا بِبَنِي إِسْرَائِيلَ الْبَحْرَ فَأَتَوْا عَلَى قَوْمٍ يَعْكُفُونَ عَلَى أَصْنَامٍ لَهُمْ قَالُوا يَا مُوسَى اجْعَلْ لَنَا إِلَهًا كَمَا لَهُمْ آلِهَةٌ قَالَ إِنَّكُمْ قَوْمٌ تَجْهَلُونَ) mealen; (İsrailoğullarını denizden geçirdik, orada kendilerine mahsus birtakım putlara tapan bir kavme rastladılar. Bunun üzerine: Ey Musa! Onların ilahları olduğu gibi, sen de bizim için bir ilah yap! dediler. Musa: Gerçekten siz cahil bir toplumsunuz, dedi.) Yani İsrailoğulları denizi geçer gçmez hemen buzağıya tapmaya yöneldiler. Bundan daha büyük bir günah mı var?
Kısacası Musa peygamber (a.s)’ın kavmi ile meydana gelen ve onlar için su/yağmur istemesi ile ilgili kıssanın Bakara süresinde sergilediği sahne ile A’raf süresinde sergilediği sahne bir değildir. Birinde İsrailoğullarına nimetleri, diğerinde ise günahları hatırlatılıyor. Ama her iki durum/sahne cereyan etmiştir.
{وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ}
(Andolsun biz Kur’an’ı öğüt alınsın diye kolaylaştırdık. –Ondan- öğüt alan yok mu?) Kamer/17
-S O N-
Fuad Hamidoğlu