Amerika’nın Rusya’yla BM’de veto ile başlayan ve şimdi fiili müdahale ile devam eden süreçte sahte bir karşıtlık içinde birlikte oyun kurduğunu, Amerikan’ın muhalifleri oyalamak için Rus ve Çin vetosunu organize ettiğini, Rusya’nın da, Ortadoğu’da yanan devrim ateşinin hinterlandı Orta Asya’ya yayılma endişesinden dolayı bu oyunda kötü polis rolünü üstlendiğini ta başında söylemiştik.
Putin’in bizzat kendi ifadesiyle “terör Suriye’de kendisine merkez edindikten sonra genişlemeye çalışacak”. Onların İslam’ı tanımlamak için “terör” kavramını kullandığı ve Rus hava operasyonlarının %96 oranında sivilleri ve diğer muhalif grupları hedef aldığı herkesçe malum olduğuna göre Putin’in bu kaygısı şöyle okunmalıdır: Suriye’de Müslümanlar devrimlerini adadıkları hilafeti, önce kalkış noktası olarak Biladü’ş-Şam’da kuracak ve buradan tekrar eski hinterlandını da içine alarak genişleyecek. Dahası bugün Rusya’nın dikta rejimler ile kaynaklarını sömürdüğü Orta Asya’nın Putin’in sözünü ettiği hilafet devletinin hinterlandı içinde yer alıyor olmasıdır kaygının nedeni. Putin Rusya’nın bu kaygısını şu şekilde izah etmektedir: “Suriye’de teröristlerle baş etmenin tek yolu önleyici hareket etmektir. Eğer teröristler Suriye’de başarılı olursa Rusya’ya gelecekler.”
Başından beri bu devrimin, son yüzyılda Batı’nın oluşturduğu jeopolitik dengeleri İslam ümmetinin lehine dönüştürecek potansiyeli taşıdığını ve bundan dolayı İran, Hizbullah, Rusya vb.lerinin katliamlarında Şam kasabına destek vererek devrim iradesini “sopayla” kırmayı, ABD, Türkiye ve Katar bloğunun ise siyasi ve diplomatik alanda, Esed’li ya da Esed’siz ama kesinlikle laik ve seküler bir devletle sonuçlanması amacıyla “havuç” politikası izlediklerini anlatmaya çalıştık. Bakın birkaç gün önce Türk Dışişleri Bakanı Sinirlioğlu ağzındaki baklayı sonunda çıkardı ve Suriye’de istikrarın güvencesinin ancak laik bir rejim olacağını ifade etti. Bu demeç hem bir gerçeği afişe ediyor hem de saldırıların yoğunlaştığı bu süreçte Suriye ayaklanmacılarını tehdit içeriyor. Devrimin İslami kimliğini koruduğunuz sürece istikrar yok demeye getiriyor.
Doğusu ve Batısıyla ve bölgesel müttefikleri ile bütün dünyanın bu devrimin üzerine abanmasının nedeni artık açık. En son ABD ve Rusya’nın Suriye’yi birlikte vurma ve fakat birbirlerini vurmama konusunda anlaşmış olmaları da devrimcilerin kararlılıkla oluşturdukları şartların onları artık kartları açık oynamaya zorlamış olmasındandır.
Şimdi Suriye’de yeni bir sürece giriliyor. Bu süreç ABD ve Rusya başta olmak üzere dokuz ülkenin koordinatörlüğünde Esed’in “onursal” başkanlığını yürüteceği “geçiş süreci” olarak tanımlanıyor. Bu süreç sonunda Şam kasabının yerine ama rejimin seküler yapısını korumak kaydıyla her hangi biri de gelebilir. Rus Başbakanı Medvedev’in “Suriye’yi kimin yöneteceğinin bir önemi yok. Mühim olan seküler bir devlet olması” şeklindeki beyanı buna işaret ediyor. Esasında süreci iyi takip edenler için bu sadece malumun ilanıdır. Zira henüz emekleme aşamasında iken bu devrimin İslami niteliği tezahür edince ABD Eski Şam Büyükelçisi Robert Ford Katar’da muhaliflerle yaptığı bir görüşmede kendilerine destek verebilmeleri için kırmızıçizgilerini şu şekilde açıklıyordu:
- Rejim değişmeyecek.
- Suriye ordusunun hiyerarşik yapısı korunacak.
- Muhaberat olduğu gibi kalacak.
- Bunların bağlı olduğu İçişleri ve Savunma Bakanlıkları Amerikan’ın inisiyatifi ile belirlenecek.
Ford’un belirttiği bu kırmızıçizgileri gözeterek Amerika şimdiye kadar kelimenin tam anlamıyla “havuç-sopa” politikası izledi. Sopa: Konvansiyonel, kimyasal silahlar, varil bombaları ve savaş uçakları. Amerika bu sopayı bazen rejim bazen İran, bazen Hizbullah bazen Işid, bazen sözde Işid’e karşı oluşturduğu koalisyon ve son olarak Rusya’nın eline verdi. Havuç ise, muhalifleri rejimle masaya oturtmak, laik ve seküler bir çözüme razı etmek için yapılan diplomatik müzakerelerdir. Bu müzakereler hep sopanın peşinden ya da sopaya paralel eş zamanlı olarak hayata geçirildi. Beş yıllık sürece baktığımızda yaşanan bu; sopa havuca razı etmek için gösterildi. Şimdi Rus sopasının gösterildiği şu günlerde muhaliflerle Türkiye’nin de içinde bulunduğu yeni bir Amerikan planı masaya konulmak isteniyor: Esedli geçiş!
Amerika yukarıda ifade edilen kırmızıçizgilerinden vazgeçmeyecektir. Devrimciler de devrimlerinden. Dolayısıyla Esed’in yerine gelen kişi de yine ABD’nin kuklası olacak ve efendisinin çıkarlarını korumak için Müslümanları katletmeye devam edecektir. Bu katil rejim içinde “elini kana bulamamış birisi” kaldı mı, zannetmiyorum ama kim gelirse gelsin bu emperyalistler kesinlikle ondan Esed gibi davranmasını isteyeceklerdir. Bundan dolayı bu habis planın Suriye sokağında hiçbir karşılığı olmayacaktır. Elini bulamak ne kelime, Suriye halkının kanlarından derya içinde yüzen ABD-Rusya ve bölgesel işbirlikçi yönetimler şimdi kanlarına bulandıkları halk için “elini kana bulamamış” bir adam seçecekler! Allah’ım buna aldanırsak kalbimiz kurusun!
Devrimi boğmak için Rus sopasını devreye soktuğu bu süreçte ABD bir yandan da -havuç siyaseti gereği- araziye hakim devrimci güçleri kuşatma, rejimin yıkılışını geciktirme, bunun için bazı kritik noktaların güvenliğini temin etmek için habis hamleler yapmaktadır. Zebedâni anlaşması bunun en çarpıcı örneğidir. Zebedâni anlaşmasının Amerikan tertibi büyük bir ihanet anlaşması olduğu aşikardır. BM Genel Sekreter Yardımcısı Yan Elliason, Suriye’de siyasi çözüm için Zebedâni’de olduğu gibi kritik üç dört bölgede ateş kesin temin edilmesi gerektiğini itiraf etti. Rus saldırılarına da, devrimcileri, Amerikan’ın siyasi çözümüne razı etmek için bizzat Amerika tarafından ruhsat verildiğini ima ederek Elliason, saldırıların yoğunlaşması tarafların masaya oturmalarının gerekliliğini hatırlatacağını umduğunu ifade etti. İşte bu ümmet düşmanları katliamı şantaj olarak kullanacak kadar aciz ve tükenmişlerdir.
Ankara’da patlayan neydi?
Amerika –şayet işler planladığı gibi giderse- yeni Suriye’nin inşasında AB (özelde İngiltere)’nin nüfuz sahibi olabileceği bir denklemin olmasını istemediği için onu başından beri etkisiz bir eleman olarak sürecin dışında tutmaya çalıştı. Ukrayna konusunda kriz yaşadığı Rusya’ya, Suriye’ye operasyon yapması konusunda yeşil ışık yakmasının ardından kıskançlık krizlerine giren ve sürecin dışında tutulmalarına fazlasıyla içerlemiş Avrupalı kadim sömürgeci devletler bir yerde (Suruç ve Ankara) öfke patlaması yaşamış olabilirler. Teşbihte hata olmaz, AB adeta “bu yüzyılın başında bu toprakların sınırlarını benim harita mühendislerim çizdi, sen o zamanlar daha piyasada yoktun” edasında. Öfkeli ve öfkesini Amerika’nın Ortadoğu politikalarını müttefiklik içinde yürüttüğünü düşündüğü AK Parti’ye tek başına iktidar olamayacağı, böylece Amerikan nüfuzunu kısmen dondurabileceği bir siyasi sonuç çıkartmak istiyor olabilir. Bunu, kendi genlerini taşıyan ulusalcı CHP ile koalisyona mahkum ederek yapmaya çalışıyor.
7 Haziran seçimleri sonrası AK Parti’yi koalisyona zorlamak için Suruç katliamını planlayanlar da aynı ellerdi. Bir PKK itirafçısı Suruç katliamını PKK’nın yaptığını söyledi. Ankara patlamasının yöntem, kullanılan patlayıcı ve malzemeler vb. açılardan Suruç patlamasına benzerlikleri bu hadisenin de marjinal bir takım terör örgütlerine yaptırılmış olabileceğini düşündürüyor. Nitekim Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın dün HAK-İŞ kongresinde “bu işin içinde Daiş var, PKK var, Muhaberat var”, Numan Kurtulmuş’un patlamanın ardından “bu işin içinde ülkelerin istihbarat örgütleri bile olabilir” şeklindeki açıklamaları bunu teyid etmektedir.r
Sonsöz: Bu toprakların insanına vitrinde duran konu mankeni gözüyle bakan ve onları nüfuz savaşlarında kolay harcanabilir varlıklar olarak gören ABD ve AB ülkeleri ile tüm bağlar koparılmadan, biri son yarım yüzyılda diğeri ilk yarım yüzyılda coğrafyamızı kendi jeopolitik çıkarlarının arenası haline getirmiş olan her iki sömürgeci güçten birini diğerine tercih etmeksizin, onların sürekli terör üreten emperyal politikalarına topyekûn, amasız ve fakatsız hayır demeden huzur, eman ve barış serap peşinde koşmaktır vesselam.
Abdurrahim Şen