Home / News / HİZB-UT TAHRİR / BASIN AÇIKLAMALARI / [10 Mart 2020] Hizb-ut Tahrir Türkiye Haftalık Değerlendirme Toplantısı

[10 Mart 2020] Hizb-ut Tahrir Türkiye Haftalık Değerlendirme Toplantısı

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu Başkanı Mahmut Kar haftalık değerlendirme toplantısında gündemin öne çıkan başlıklarına değindi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Moskova ziyaretiyle değerlendirme toplantısına başlayan Mahmut Kar, İdlib ateşkesi ile yapılmak istenenleri gözler önüne serdi.

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü kapsamında yapılan kutlamalara da değinen Kar, kapitalist sistemin tarihsel arka planıyla birlikte kadınları sömürüsünü ve İslâm’ın kadına bakışını kısaca ortaya koydu.

Kar, son olarak; Hizb-ut Tahrir Medya Bürosu tarafından başlatılan uluslararası 28 Recep kampanyasını duyurdu. “28 Recep 1441 Yeniden Hilâfet” başlıklı kampanya H. 28 Recep 1441- M. 23 Mart 2020 tarihine kadar sürecek.

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu Başkanı Mahmut Kar’ın haftalık değerlendirme toplantısının tam metnini istifadenize sunuyoruz:

MOSKOVA ZİYARETİ VE İDLİB ATEŞKESİ

Bildiğiniz gibi 27 Şubat’ta terörist Rusya’nın desteği ile yapılan Esed Rejimi saldırıları sonucunda 34 askerimiz hayatını kaybetmişti. Bu gelişmeyi geçen hafta toplantımızda ele almıştık. Cumhurbaşkanı’nın Putin ile yapacağı görüşmede masadan anlaşma ile kalkacağını öngörmüş ve söylemiştik. Nitekim öyle de oldu. Esed Rejiminin Soçi Mutabakatı sınırlarına geri dönmesi için başlatılan Bahar Kalkanı Harekâtı, Moskova’da varılan sözde ateşkes ile durduruldu, askıya alındı. Görüşmelerde Putin’in takındığı tavır ve anlaşma şartları Türkiye açısından hakikaten inciticiydi. Moskova’da Türk heyetine yönelik bekletme sahnesi diplomatik bir skandaldan başka bir şey değildi. Üstelik Türkiye heyeti Moskova’ya Rejime ağır darbe vurmuş bir durumdayken gitti. Türkiye, askerî olarak gücü elinde tutan, sahada hâkim olan taraf olarak gitti. Buna rağmen böyle bir karşılama oldu, bu asla kabul edilemez bir durumdur.

Kâfir Putin’in bekletme hamlesinden daha feci olan şey ise imza atılan protokol maddelerindeki ihanettir. Protokole göre; “gerginliği azaltma bölgesi” yani İdlib’de tüm askerî faaliyetler durdurulacak. Mevcut konumlar muhafaza edilecek. Yani Rejimin gözlem noktalarının gerisine çekilmesi gibi bir şey söz konusu olmayacak. Soçi Mutabakatını çiğneyerek ele geçirilen yerler Rejimin elinde kalmaya devam edecek. M5 karayolu Rejimin elinde kalacak, M4 karayolunun kuzey ve güneyinde ise 6’şar km güvenli bölge oluşturulacak. Türkiye ve Rusya bu karayolunda devriye gezecek. Kritik öneme sahip olan bu bölgeyi ele geçirmek için yüzlerce saldırı düzenleyen ama bir türlü başarılı olamayan Rejim, tek kurşun atmadan otoyolun hâkimiyetini Rusya sayesinde ele geçirmiş olacak. Türkiye ile Rusya BM’nin terörist ilan ettiği gruplara karşı birlikte savaşacak.

Şimdi söyler misiniz? Bu anlaşmada muhalifler için olumlu tek bir madde var mı? Türkiye’nin yoğun saldırısı sonucu Rejim iyiden iyiye zayıflamışken, muhalifler kaybettikleri yerleri tek tek geri almaya başlamışken bu anlaşma kimin işine yarar sizce? Elbette katil Rejimin! Böylece İdlib’in Rejime teslim edilmesi için Amerikan çözüm planı adım adım gerçekleştiriliyor.

Kıymetli Müslümanlar! Herkesin bildiği gibi Suriye halkı, 9 yıldır her gün bilfiil katliama ve acıya şahitlik ediyor. Biz ise 9 yıldır mazlumların çığlığına ses olmaları için yöneticilere çağrı yapıyoruz. “Orduları harekete geçirin bu kâfir ve zalim sürülerini yerle yeksan edin!” diyoruz. Fakat maalesef ümmetin evlatlarının çağrılarına kulak tıkayan yöneticiler, mazlumlara umut olmak yerine sömürgecilerin planlarını uygulamak için anlaşmalara imza atmayı tercih ettiler. Güçlüyken zayıflığı, üstünken mağlubiyeti seçenler, izzeti değil düşmanla anlaşma yolunu, yani zilleti tercih ettiler. Anlaşma şartları Türkiye’nin Suriye meselesindeki söylemleri ile o kadar çok çelişiyordu ki, ihaneti örtmek için uydurdukları reel politika yalanı dahi bu hezimeti kurtarmaya yetmedi. Söyleyecek bir şey bulunamayınca Cumhurbaşkanı Erdoğan “Müslümanın Müslüman ile savaşı durdu” diyerek yapılan ihaneti örtmeye çalıştı.

Geldiğimiz noktaya bakar mısınız: Müslüman’ın Müslüman ile savaşı Moskova’da kâfir Putin’in masasında yapılan anlaşma ile son buluyor. Allah’ın ve Müslümanların düşmanı olan kâfir ve zalimlerin sırtını yere getirinceye kadar, onlara hiç eman vermeden savaşmamız gerekirken anlaşmayı tercih ediyoruz.

Ey yöneticiler! Bu bir zafer değil, zillettir! “Rejim Soçi mutabakatında belirlenen yerlere kadar çekilmezse vurmaya devam ederiz!” sözünü maalesef Moskova’da unuttunuz? Hâlbuki ne Rejimin çeteleri, ne Rus teröristler ne de İran milisleri İdlib’den geri çekilmediler. Hatta grupların ve sizin elinizde kalan stratejik noktaları bir bir ele geçirdiler. Sizler ise bu noktalarda onlarla ortak devriyeye razı oldunuz. Madem bu kâfir ve zalimlerle savaşı durdurdunuz, anlaşma yaptınız daha hâlâ İdlib’de ne için duruyorsunuz o zaman? Savaş durduğuna göre bundan sonra yaptığınız askerî yığınağı kimlere karşı kullanacaksınız? Söyleyin hadi! Biz söyleyelim: İdlib’de sıkışıp kalmış devrimci gruplara karşı kullanacaksınız. Onları Rejime karşı silah bırakmaya zorlayacaksınız ve en sonunda da Halep’i nasıl teslim ettiyseniz, İdlib’i de Rejime öyle teslim edip çekileceksiniz. Ve tarih bu yaptıklarınızı yazacak, bir milyona yakın Müslümanın kanının dökülmesi pahasına verilmiş mücadeleye ihanetinizi kötü yazacak.

8 MART DÜNYA KADINLAR GÜNÜ

Her 8 Mart’ta olduğu gibi bu yılda feminist örgütlerin sapkın söylemlerinden etkilenen binlerce kadın Taksim meydanında toplandı. Onurlu hiçbir kadına yakışmayacak, kadınlar için utanç verici sahneler yaşandı bu gösterilerde. Ahlaktan yoksun pankartlar ve sloganlar, İslâm’a hakaret eden söylemler oldu 8 Mart’ta… 8 Mart’ın geçmişi ta 1908 yılına dayanıyor. New York’ta 15 bin çalışan kadının daha kısa mesai süreleri, daha yüksek maaş ve seçme hakkı talep etmesiyle 8 Mart önem kazandı. Birinci Dünya Savaşı esnasında 1917 yılında Rusya’daki işçi kadınlar “Ekmek ve barış istiyoruz” sloganlarıyla sokaklara çıkmıştı. Yeni bir sömürü ideolojisi olan ve milyonlarca insanı katleden Komünist nizamın palazlanması Batılı kapitalistleri korkuttu.

Miladi takvime göre 8 Mart’ta başlayan bu protestolar Dünya Kadınlar Günü olarak belirlendi. Çalışma saatleri ve maaşlar yeniden belirlendi. 1975’te Birleşmiş Milletler, Dünya Kadınlar Günü’nü resmen kabul etti. Sömürü düzeni yıkıma doğru giden ağır bir süreci atlattıktan sonra yeniden işler halkın aleyhine dönmeye başladı. Ne gariptir ki zulme karşı bir başkaldırı olarak başlayan 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde kadınlar, kendilerini sömüren düzene sahip çıkıp toplumun ahlakına, inancına ve değerlerine saldırır hâle geldiler. Sistemin zulmü unutulmuş ve hedef olarak İslâm’ın nizamı ve fikirleri seçilmişti. Sanki kadınları sokağa paçavra gibi atan, onların bedenlerini parayla satın alınan bir ürün haline getiren, onları değersizleştiren, onları reklam malzemesi yapan Kapitalizm değil de İslâm’mış gibi. Sanki mevcut sorunların kaynağı uygulanan kapitalist sistem değil de İslâm’mış gibi.

Görüldüğü üzere işbirliği yaptığı iktidarlar ile İslâm’a savaş açan Batılılar 8 Mart’ı bile asıl mecrasından saptırmayı başardılar. Asıl hedef kapitalizm iken bir anda İslâm’a saldırıya dönüşüverdi. Oysa İslâm nizamı uygulandığı 13 asır boyunca hiçbir zaman kadın ayaklanmasına rastlanmamıştır. Çünkü İslâm zulmetmeyen adil bir nizamdır. Kadını korunması gereken bir namus olarak görür. İngiltere’de kadınlara 1908 yılında seçme hakkı verilmesi için yürüyüşler düzenlenirken, İslâm halifeleri 7. Yüzyılda kadınlardan biat alıyordu. İslâm, kadını kıymetli bir hazine gibi muhafaza ederken, demokratik nizam, umumhanelerde bedenlerinin satışından vergi toplayarak kazanç elde ediyor.

8 Mart’ı mecrasından saptırmak ve İslâm’a karşı bir savaş haline getirmek için Batı, hem laik hem de muhafazakâr feminist gruplara kesenin ağzını açıyor. “Kadına şiddet” adı altında İstanbul Sözleşmesi’ni uygulayan iktidara, Mor Çatı ve KADEM gibi feminist örgütlere projeleri karşılığında fonlar aktarıyor.

Kıymetli Müslümanlar! Kapitalizm, menfaatine olmayan hiçbir şeyi desteklemez. Kendi kültürünü yaymayan örgütlere, derneklere milyon dolarlar bağışlamaz. Batı buna adeta bir kültürel savaş ve işgal olarak bakıyor. Bu Batı’nın silahsız haçlı seferidir. Maalesef kalenin içinden işbirlikçilerin yardımıyla kapıları zorluyorlar. Biz ise bu kalenin son kale olduğunu ve yıktırmayacağımızı iddia ediyoruz. Tüm Müslümanları da bu kültürel savaş ile mücadeleye davet ediyoruz. “Aileyi, nesli ve toplumu ancak İslâm korur!” diyoruz. Batılı mihrakların onursuz yürüyüşlerine karşılık onurumuzla çıkıp İslâm ve O’nun değerlerini, Müslüman aile yapısını savunuyoruz. Çözüm olarak “demokrasi” demiyoruz, “İslâm ve O’nun yönetim modeli olan Hilâfet” diyoruz.

28 RECEP 1441 YENİDEN HİLÂFET!

Hizb-ut Tahrir Türkiye olarak biz bir taraftan “Aile, Nesil, Toplum İslâm ile Korunur!” başlıklı kampanya çalışmasını devam ettirirken, Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi yeni küresel bir kampanya başlattı. Hilâfet’in kaldırılışının Hicri yıldönümü münasebetiyle başlatılan bu kampanya çerçevesinde H. 28 Recep 1441-M. 23 Mart 2020 tarihine kadar birçok ülkede Hilâfet’in konuşulacağı faaliyetler gerçekleştirilecek. Bu faaliyetlerde yıkılışının üzerinden 99 yıl geçmesine rağmen “Yeniden Hilâfet!” denilecek. Hilâfet’in yeniden ikamesi için çalışma yapan Hizb-ut Tahrir’in liderliği ve öncülüğünde yapılacak bu kampanyayı Rabbimizin hayırlara vesile kılmasını niyaz ediyoruz. 23 Mart tarihine kadar devam edecek bu kampanyaya tüm Müslümanların destek olmasını talep ediyoruz.

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu

Ayrıca...

Tutuklamalar İle Ne Bizi Korkutabilirsiniz Ne de Hilafeti Engelleyebilirsiniz

22 Eylül 2020 Salı günü Antalya Emniyet Müdürlüğü tarafından gözaltına alınan 14 Hizb-ut Tahrir mensubu …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir