İSLAM’DA AHLAK VE AHLAKA DAVET
İslam, Allah(c.c)’İn Efendimiz Muhammed (s.a.v.)’e indirdiği ve insanın yaratıcısıyla, kendi nefsi ile ve diğer insanlarla münasebetlerini tanzim eden dindir diye tarif edilmiştir. İnsanın yaratıcısıyla münasebetini, inançlara ve ibadetler şamildir. Kendi nefsiyle münasebeti ahlak yiyecek ve giyecek şeylere şamildir Diğer insan oğullarıyla münasebeti de muamelat ve cezalara şamildir.
İslam, insanın bütün meselelerini ele alır. İmanı bölünmez bir bütün olarak ele aldığı için, insanın karşılaştığı problemleri de tek bir usulle halleder. İslam,nizamını ruhi bir esas üzerine kurmuştur ki, o da akidedir. Bu yüzden ruhi cephe,İslam hadaretinin, Devletinin ve şeriatının temelini teşkil etmektedir.
İslam şeriatı, ibadet, muamelat ve ceza nizamları gibi bütün nizamları ince-den inceye açıklanmış olduğu halde ahlak mevzuunda mufassal bir nizam koy-muş değildir. Ahlak hükümlerini Allah(c.c)’in emir ve nehiyleri olarak vazetmiş ve işte bu, ahlaktır diye ona diğer mevzulardan üstün bir mevkii vermemiştir. Aksine, ahlak hükümleri, diğer herhangi bir mevzuun hükümlerinden daha az mufassal bulunmaktadır. bu mevzua fıkıhta hususi bir bab ayrılmamıştır. Şeri hükümleri ihtiva eden fıkıh kitaplarında “ahlak babı” diye bir bab yoktur. Fakihler ve müctehidler ahlak hükümleri üzerinde araştırma ve istinbatta bulunmamışlardır.
Ahlakın, cemiyetin meydana gelmesinde bir dahili ve tesiri yoktur. Zira cemi-yet hayat nizamları üzerinde teessüs eder. Ona duygular ve fikirler tesir eder. Ahlakın ise, cemiyetin teşekkülünde, terakkisinde veya inhitatında rolü yoktur. Bu hususta müessir olan şey ancak hayat hakkında edinilen mefhumlardan doğan umumi örftür. Cemiyeti yürütende ahlak değil, cemiyette tatbik edilen nizamlar, halkın benimsediği fikir ve taşıdığı duygulardır. Zaten ahlak fikirlerin mahsulü ve nizamların tatbikinden doğan bir neticedir.
Bundan dolayı, cemiyet içindeki insanları ahlaka davet etmek doğru değildir. Çünkü ahlak -Allah(c.c)’in emirlerinin mahsulü olması dolayısıyla İslam akidesine ve İslamiyet’in bütünüyle tatbik edilmesine davet etmekle elde edilir. Bir de ahlaka davet etmekte, hayat hakkındaki İslami mefhumların ters çevrilmesi; halkın, cemiyetin mahiyetini ve cemiyetin dayandığı esasları anlamaktan uzaklaşması ve halkı, hayatı geliştirecek olan gerçek, gerçek vasıtalardan gaflete düşürecek ferdi vazifelerle uyuşturması tehlikesi vardır. Bunun içindir ki, İslam davasını, sadece ahlaka davet şeklinde yürütmek tehlikesidir. Çünkü böyle bir hareket, İslam davasının ahlaki bir dava olmaktan başka bir şey olmadığı vehmi-ne götürür; Islamiyetin fikri formasyonun üzerini örter; insanları onu anlamak-tan alıyor;İslamiyet’in tatbikine götüren tek yoldan yani İslam Devletinin kurulmasından da halkı çevirir.
İslam şeriatı, ahlakı sıfatlara müteallik şeri hükümlerle insanın kendi nefsiyle olan münasebetini düzenlediği zaman, bunu ibadetler ve muameleler gibi bir nizam haline sokmamıştır. Ancak bu ahlaki hükümlerde Allah(c.c)’in emrettiği muayyen kıymetleri gerçekleştirmeyi göz önüne almıştır: Doğruluk, emanet, aldatmamak ve haset etmemek gibi….Bunlar bir tek şeyden -Fazilet ve iyilikler gibi- ahlaki kıymetlerle Allah(c.c)’u tealanın emrinden husufa gelir. Mesela: Emanet, Allah(c.c)’in emrettiği bir ahlaktır. Yerine getirildiği zaman ahlaki kıy-metine riayet edilmelidir. Böylece onunla ahlaki kıymet gerçekleştirilir ve ona ahlak denilir. Ahlaki sıfatların, ibadetlerin neticesinden meydana gelmeleri namaz dan doğan iffet gibi- veyahut muamelecin icrası sırasında bu sıfatlar, riayet edilmesi gereken hususlardan dolayı -alış- verişte doğruluk gibi, ahlaki bir kıymet ortaya çıkmış değildir. Çünkü işi yapmaktan maksat o değildir. Bu sıfatlar, ancak Allah(c.c)’a ibadet ettiği ve muameleleri, yaptığı zaman müminin ahlaki sıfatlarıdır. Yani mümin namazdan ruhi kıymeti ve ticaretten maddi kıymeti gerçekleştirmekle beraber ahlaki sıfatlarla sıfatlanmış olur.
Şeriat, iyi ve kötü sayılan sıfatları beyan etmiştir. İyiye teşvik etmiş ve kötüyü nehiy etmiştir. Doğruluğa emanete, güler yüzlü olmaya, hayaya, anne ve babaya ihsana, sılai rahme, sıkıntıları gidemeye, kişinin nefsi için sevdiğini kardeşi içinde sevmesine teşvik etmiştir. Bunların zıttı olan sıfatları yalnız, hıyaneti, haset, fısku fucr ve benzerlerini yasak etmiştir.
Ahlak, İslam şeriatından bir parçadır. Ve Allah(c.c)’in emir ve nehyleriden bir kısımdır. Müslüman’ın İslam ile amel etmesinin ve Allah(c.c)’in emirlerini yerine getirmesinin tam olması için Müslüman’ın nefsinde ahlakın gerçekleşmesi lazımdır. Şu kadar var ki, ahlakın cemiyette gerçekleşmesi, İslam’ın fikir ve duyguları meydana getirmekle olur. Ahlak, onun cemaatte gerçekleşmesiyle, zaruri olarak fert de de gerçekleşir. Ahlakın cemaatte gerçekleşmesini sağlamanın, ahlaka davet etmekle olmayacağı gayet açıktır. Buna ulaşmak ancak işaret edilen fikir ve duyguları meydana getirmek yolu ile olur. Fakat bu işe başlamak, müstakil birer fert olarak değil, cemaatten birer parça olarak bir İslami kitleyi, İslami-yetin bütünüyle hazırlamayı gerektirir. Ta ki, şümullü olarak cemiyette İslam davasını taşısınlar. Neticede İslami fikir ve duyguları meydana getireceklerdir ve halk Islama akın akın gireceği gibi, ahlaka da akın akın girmiş olacaktır. Açıkça anlaşılması icap eder ki, bu sözümüz, ahlakı, Allah(c.c)’in emirlerine ve İslam tatbikine paralel, zaruri bir husus addetmekte ve Müslüman’ın güzel ahlak ile ahlaklanmasını da bir zaruret saymaktadır.
Allah’u teala, Kuranı kerimin bir çok surelerinde, insanın edineceği ve edinmeye çalışacağı sıfatları beyan etmiştir. Bu sıfatlar, inançlar, ibadetler, muameleler ve ahlaktır. Bu dört çeşit sıfatın bir araya toplanması lazımdır. Allah’u Teala Lokman suresinde şöyle buyurur:
“Hani lokman öğüt verirken oğluna demişti: ‘Oğulcağızım, Allah(c.c)’a ortak koşma. Çünkü şirk elbette büyük bir zulümdür’.Biz insana ana ve babasını tavsiye ettik, Onun annesi kedisini zaaf üstüne zaaf ile taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl (sürmüştür).’ Bana ve ana babana şükret. Dönüşün ancak banadır’.(dedik) Eğer onlar sence ilimde (yeri) olmadık herhangi bir şeyi Bana eş tutman üzere seni zorlarsa, kendilerine itaat etme. Onlarla dünyada iyi geçin. Bana dönenlerin yoluna uyun. Nihayet dönüşünüz ancak banadır. O vakit Bende size ne yapıyor-dunuz, haber veririm. Oğulcağızım, hakikat bir hardal tanesi kadar olsa da bir kaya içinde yada göklerde veyahut yerin dibinde(gizlenmiş) olsa bile, Allah(c.c) onu getirir. Çünkü Allah(c.c) latiftir. Hakkıyla haberdardır. Oğulcağızım; namazı dosdoğru kıl. İyiliği emret,kötülükten de vazgeçirmeye çalış. Sana isabet eden her şeye katlan. Çünkü bunlar kati surette farz edilen umurdandır. ‘İnsanlardan yüzünü çevirme,yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Zira Allah her kibir taslayanı, kendini beğenip övüneni sevmez. ‘Yeryüzünde mutedir ol. Sesini alçalt. Seslerin en çirkini, hakikat eşeklerin anırışıdır. ‘
Allah’u Teala Furkan suresinde de şöyle buyuruyor :
“O çok esirgeyenin kulları ki onlar yeryüzünde vekar ve tevazu ile yürürler.
Kendilerine beyinsizler laflar attığı zaman “selametle” deyip geçerler. Onlar ki, gecelerini Rableri için secde karlar ve kaimler olarak geçirirler. Onlar ki, “ey rabbimiz, derler bizden cehennem ateşini sav. Gerçek onun azabı daimi bir helaktir.” Hakikat o, ne kötü bir karargah ve ikametgahtır. Onlar ki, harcadıkları vakit ne israf, ne de cimrilik ederler, ikisi arası ortalama giderler. Onlar ki, Allah(c.c)’in başka bir tanrıya tapmazlar. Allah(c.c)’in haram kıldığı cana hak-sız yer kıymazlar, zina etmezler. Kim bunları yaparsa cezaya çarpılır. Kıyamet günü de, azabı ve o (azabın) içinde hor ve hakir ebedi bırakılır. Meğer ki, tevbe edip iyi amelde bulunan kimseler ola. Öşre Allah (c.c) bunların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah (c.c) çok yargılayıcı, çok esirgeyicidir. Kim tevbe eder, güzel amelde bulunursa muhakkak o, Allah(c.c)’a tövbesi makbul ve Allah(c.c)’in rızasına erişmiş olarak döner. Onlar ki, yalan şahitlik etmezler,boş ve kötü lakırdıya rastladıkları vakit şerefli olarak (ondan yüz çevirip) geçerler. Onlar ki, kendilerine Rablerinin ayetleri okunduğu zaman bunlara karı kör ve sağır (yıkılıp) düşmezler. Onlar ki, “Ey Rabbimiz, derler, bize zevcelerimizden ve nesillerimizden gözlerimizin bebeği olacaklar ihsan et. Bizi takva sahiplerine rehber kıl.” İşte onlar ki, zorluklara katlanıp dayanmaları sebebiyle gurfe ile mükafatlandıracaklar, orada sağlık ve selam ile karşılanacaklardır. Orada ebedi kalıcıdırlar onlar. O, ne güzel bir karargahtır, ne güzel bir ikametgahtır.”
Allah(c.c)’u Teala Isra suresinde de şöyle diyor :
“Rabbin ondan başkasına kulluk etmemeyi, ana ve babaya iyi muamele etmeyi emretti. Eğer onlardan biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlığa ererlerse onlara “öf” bile deme. Onları azarlama, onlara güzel söz söyle. Onlara acıyarak tevazu kanadını indir ve : “Yarab! onlar beni çocukken nasıl terbiye ettilerse sende kendilerini (öylece) esirge” de. Rabbiniz sizin içinizdekini en iyi bilendir. Eğer siz iyi kimseler olursanız şüphesiz ki, Allah(c.c) da daimi kendine cidden bağışlayıcıdır. Hısıma, yoksula, yolda kalmışa haklarını ver. (Malını) israf ile saçıp savurma. Çünkü saçıp savuranlar şeytanların biraderleri olmuşlar-dır. Şeytan ise Rabbine (karşı) çok nankördür. Şayet rabbinden umduğun bir rahmeti aramak için onlardan sarfı nazar etmek mecburiyetinde kalırsan, o halde kendilerine yumuşak bir söz söyle. Elini bağlı olarak boynuna asma. Onu büsbütün de açıp saçma. Sonra kınanmış, pişman bir halde oturup kalırsın.
Şüphesiz ki, Rabbim kimi dilerse rızkını genişletir, daraltır. Çünkü o, kullarında gerçek haberdardır, hakkıyla görendir…Evlatlarınızı fakirlik korkusuyla öldürmeyin. Onları da, sizi de biz rızıklandırırız. Hakikat onları öldürmek büyük bir suçtur. Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o, şüphesiz bir hayasızlıktır, kötü bir yoldur. Allah(c.c)’in haram kıldığı cana, haklı bir sebep olmadıkça kıymayın. Kim mazlum olarak öldürülürse biz onun velisine bir salahiyet vermişizdir. O da katilin hakkına tecavüz etmesin. Çünkü o, cidden yardıma mazhar edilmiştir. Yetimin ergenlik çağına gelinceye kadar malına yaklaşmayın. Meğerki, bu en iyi bir suretle ola. Birde ahdi yerine getirin. Çünkü ahidden cayanlar sorumludur. Ölçtüğünüz vakitte ölçüyü tam yapın. Doğru terazi ile tartın. Bu, hem daha hayırlıdır, hem de akıbeti itabarıyle daha güzeldir. Senin için hakkında bir bilgi hasıl olmayan şeyin ardına düşme, çünkü kulak, göz, kalp, bunların her biri bundan mesuldür. Yeryüzünde kibirle yürüme. Çünkü (ne kadar bassan) arzı cidden yaramazsın, boyca da asla dağlara eremezsin. Kötü olan bütün bunlar Rabbinin indinde sevilmeyen şeylerdir.”
Bu üç surede bulunan her ayet gurubu, çeşitli sıfatlar arz eden tam bir birlik teşkil etmektedir. Müslüman suretini açıklayıp başkalarından ayrı ve seçkin olan İslami şahsiyeti beyan etmektedir. Görülüyor ki, bu sıfatlar Allah(c.c)’in emir ve nehiyleridir. Bunların bir kısmı akideye, bir kıskı ibadetlere bir kısmı ahlaka ve bir kısmı da muamelata müteallik hükümlerdir. Yine görülüyor ki, bu sıfatlar ahlaki sıfatlara münhasır değil, akide, ibadetlere ve muamelelere de şamildir. Bu sıfatların hepsi birden, İslami şahsiyeti meydana getirir. Ama yalnız ahlakla yetinmek kamil insanı ve islami şahsiyeti meydana getiremez. bu yüzden ahlak-in, peşinde olduğu gayenin gerçekleşmesi için ruhi temel olan İslam akidesi üzerinde kurulması gerekir. Bu sıfatlarla ahlaklaşmak, sadece bu sıfatlar, İslam akidesine mebni oldukları için olmalıdır. Bu esasa göre Müslüman, doğruluğu doğruluk olduğu için değil, ancak Allah(c.c)’in emri olduğu için kabul eder. Her ne kadar doğru söylediği zaman, ahlakı kıymete riayet etse de. O halde ahlakla, ahlak olduğu için değil, yalnız Allah (c.c)’in emri olduğu için ahlaklanılır.
Bundan dolayıdır ki, Müslüman’ın ahlaki sıfatlarla ahlaklanması ve ahlaki vecibeleri isteyerek, Allah (c.c)’in emrine uyarak yerine getirmesi gerekir. Zira bunlar Allah korkusuna bağlı şeylerdendir. Ahlak : a) İbadetlerin neticelerinden doğması, (Muhakkak ki namaz fuhşiyetten ve kötülükten men eder) b) Muamelatta kendisine riayet edilmesinin gerekliliği, (Din muameledir) c) Kendisinin tek başına bir takım emir ve nehiylerden ibaret oluşu sebebiyle, Müslüman’ın nefsinde yerleşip kendisinden ayrılmayan güzel bir huy halini alır. Binaenaleyh ahlakın -müstakil sıfatlar olmakla beraber- diğer hayat nizamları ile karışması, Müslüman’ın salih olmağa hazırlanmasını tekeffül eder. Bu hususta ahlakla, ahlakın faydalı ve zararlı olacağına bakmaksızın, sadece Allah(c.c)’in emirlerine uymak ve nehiylerinden kaçmaktan ibaret olduğu için ahlaklaşmanın tesiri çok büyüktür. İşte bu -yani menfaata mebni olmayan ahlak- Müslüman İslami tatbike devam ettiği müddetçe daimi ve sabit bir şekilde güzel ahlak sahibi kılar. Menfaat ne tarafa dönerse o tarafa dönmez hale getirir. Çünkü ahlaktan menfaat kast edilmez. Hatta menfaatın ahlaktan uzaklaştırılması lazımdır. Çünkü menfa-attan maksat, maddi , insani veyahut ruhi değer değil, ancak ahlaki değerdir. Belirtmek yerinde olur ki, ahlaka veyahut ahlaki sıfatlara uymakta çalkantı hasıl olmaması için bu değerlerin ahlaki değere karışmaması lazımdır. Dikkat edilmesi gereken şudur ki, maddi kıymetin ahlaktan uzaklaştırılmasının sebebi, ahlaka karşı arz ettiği tehlikedir.
Hulasa, ahlak, cemiyeti meydana getiren unsurlardan değildir. O ancak ferdi meydana getiren unsurlarındır. Bunun için cemiyet, ahlak ile düzelmez. Cemiyet, ancak İslami fikirler, duygular ve nizamların tatbik edilmesiyle düzelir. Ah- lak, ferd şahsiyetini meydana getiren faktörlerden olmakla beraber, tek faktör değildir. Yalnız başına bulunması da caiz değildir. Yanında mutlaka inançlar, ibadetler ve muamelelerin de bulunması gerekir. Çünkü ferd şahsiyetini meydana getirenler: İnançlar, ibadetler, muameleler ve ahlaktır. Buna göre güzel ahlaklı olup akidesi İslami olmayan bir kimse salih bir fert sayılmaz. Çünkü o, bu takdirde kafirdir. Küfrün ötesinde günah yoktur. Keza ahlakı güzel olan fakat ibadetlerini yapmayan, yahut muamelelerinde şer’i hükümlere göre hareket etmeyen kimse de salih bir fert sayılmaz. Bundan ötürü ferd şahsiyetinin teşekkülünde akide, ibadetler, muameleler ve ahlakın hep birlikte var olmasına riayet etmek gerekir. Yalnız ahlaka önem verip diğer sıfatlar terk etmek, şeriata göre caiz değildir. Hatta inançta itminan hasıl olmadan ferdin diğer herhangi bir hususu ile meşgul olmak doğru değildir. Ahlakta esas, onun İslam akidesine dayalı bulunması ve müminin Allah(c.c)’u Tealanın emir ve nehiyleri olması dolayısıyla ahlak ile ahlaklaşmasıdır.
Kaynak: Raşidi Hilafet Dergisi, Sayı 7