Home / News / YAZARLAR / Saliha Aydın / KAPİTALİZMLE DOĞAN SORUN; GÜVENSİZLİK
islam devleti default

KAPİTALİZMLE DOĞAN SORUN; GÜVENSİZLİK

Saliha Aydın

İslam’ın özü ve Müslüman olmayla eşdeğer olan güven unsuru, fertte İslam dinine iman etmek ve yaşantısında uygulamakla,  toplumda ise otoritenin mü’minlere ait olduğu bir devlette,  Allah’ın şeriatının külliyen tatbik edilmesi ile oluşur. Beşeri kanunların hayatta hüküm sürdüğü kapitalizm sisteminin hayatta tatbik edilmeye başlaması ile birlikte oluşan en büyük sorunlardan bir tanesi de kapitalizmin birbirine güvenmeyen bireyler ve güvensiz bir toplum inşa etmesidir. Gayr-i müslim batının kapitalist sistemin tatbiki ile doğal olarak oluşan güvensiz bireyler ve güvensiz toplum, özünde Müslüman olduğu halde İslami fikirlere sahip olmaktan yoksun bireylerde ve toplumda, yaşadıkları coğrafyada kapitalizmin tatbik edilmesi ile de haliyle güvensizlik oluşmuştur.

“Emn” her türlü korku ve şüpheden uzak olmak; bütünüyle mutmain bulunmak anlamına gelir. Emin, mü’min, emniyet ve emanet kelimeleri de “Emn” den türemiştir. Güvenilir olmanın Arapça karşılığı olan “el-Emin” koruma muhafızı, bir şeyi koruyan, güvenilen, itimatlı adam, hain olmayan” anlamındadır. Mü’min’in manası ise;  Allah’a güvenerek inanan veya kendisine güvenilen aynı zamanda Allah’ın kendisine yüklediği emaneti taşıyan anlamına gelir. Öncelikle mü’min, yani her şeyin kendine emanet edil­diği ve emanete, söze asla ihanet etme ihtimali olmayan ve her türlü emniyetin kaynağı olan Allah’tır. İnsanlar ise Allah’ın kendilerine yükledikleri emaneti hakkıyla koruyup, ölene dek üzerlerinde başta imanın yerleştiği kalp ve diğer tüm azalarında taşıyıp, ihanet etmemekle mümin olurlar.

Kalbin ihaneti mü’min’i mü’min olmaktan tamamıyla çıkarır. Emanetin kalpte mahpusu ile diğer azalarda ihanet söz konusu olursa mü’min, ihaneti ölçüsünde güvenilir olma sıfatını kaybeder. Dolayısı ile el-Mü’min olan Allah güvenilirdir. Ve ona inanan, emaneti taşıyan ve ihanet etmeyen mü’minlerde güvenilirdir. Mü’min olmayanlar güvenilir olmayan insanlardır. Zira onlar Allah’ın emanetine hıyanet eden kimselerdir. Allah’ın emanetinin bir kısmına sahip çıkanlar, bir kısmını korumayanlar ise ihanetleri ölçüsünde haindir.

Allah emaneti göğe, yere, dağlara teklif etmiş ama onlar emaneti yüklenmekten çekinmişler korkmuşlardır. Onu insan yüklenmiştir.

“Şüphesiz biz emaneti göklere, yere ve dağlara sunduk, onu yüklemeye yanaşmadılar, ondan korkup titrediler; insan onu yüklendi ; şüphesiz ki o, çok zalim ve çok cahildir.” (Ahzap 72)

Şer’i anlamda güvenilir olmak Allah’ın emanetine hıyanet etmemek yani mü’min olmaksa eğer, bu kişi insanlar nezdinde de güvenilir olur. Allah Resulü Aleyhissalatu vesselam buyuruyor ki;

”Kişinin kalbinde iman ve küfür bir arada bulunmaz. Güvenilirlik ve hainlik de bir arada olmaz.”  (İbn Hanbel, II, 349)

“Mü’min, insanların kendisine güvendiği kimsedir. Müslüman, dilinden ve elinden Müslümanların salim olduğu kişidir. Nefsim kudret elinde bulunan Allah’a andolsun ki, kötülüklerinden komşusunun emin olmadığı kimse cennete giremez.”  (İbn Hanbel, III, 54)

Güvenilir olmak aslında mü’min’de doğal olarak oluşan bir ahlaki vasıftır. Allah’ın emanetini taşıyan ona ihanet etmeyen kişi, insanlar nezdinde de emaneti koruyan, kötülüklerinden emin olunan, verdiği söze ihanet etmeyen vasıfta bir insan olur. Çünkü onu böyle olmaya zorlayan şey Allah’ın ona yüklediği emanettir.

Peki, ne oldu da bugün mü’minler emin bireyler ve emin bir toplum olma vasfını kaybettiler? Fertten topluma kadar herkes güven bunalımı yaşıyor. Kimse kimseye güvenmiyor. Kalpler güvensiz, evler güvensiz, sokaklar, yollar güvensiz adeta kurtların, çakalların yaşadığı dağlar bile daha güvenilir oldu. İnsanların şerlerinden emin olmayan bireyler, sokakta, parkta, çarşıda gezerken çocuğunu okula, eşini işe yollarken hatta akşam başını yastığa koyduğunda bile hep endişeli… Emniyet duygusundan yoksun ve mutsuz. Hatta güvensizlik öylesine had safhadaki aynı evin içinde yaşayan evli eşler birbirine, anne baba çocuğuna, çocuk anne babasına güvenemez oldu. Evli eşler birbirlerine ömür boyu sadakatte bulunacaklarından şüphe duyduklarından evlilik sözleşmesi bile yapar oldu. Anne babalar yaşlılıklarında çocuklarının kendilerine bakacaklarından şüphe duydukları hatta belki de bakmayacaklarından emin oldukları için yaşlılıklarında kendilerini garanti altına almak için birikim yapar oldu. Endişe ve güvensizlik hayatın bir parçası haline geldi. Bu hayatta babana bile güvenmeyeceksin sözünü şiar edinen bireylerde şüphecilik hastalığına tutuldu. Halbuki güven duygusu toplumun kalkınmasında hayati öneme sahiptir. Güven duygusundan yoksun bir toplum eninde sonunda çökmeye mahkumdur. Aslında bu güvensizlik duygusundan doğan şüphecilik yaşadığımız kapitalist sistemde çok doğal ve olmaması anormal olan bir psikolojik sorundur. İnsanların canlarını, mallarını, ırzlarını koruması gereken, zor durumda kaldıklarında onları koruyacak, düştüğü zor durumda ona el uzatacak sığınakları aynı zamanda toplumun emniyet duygusuyla yaşayıp yaşamamasının en baş ve temel sorumlusu onların devletleridir. Yaşadığımız bu fasit kapitalist sistemde işlenen korkunç düzeyde suç ve cezalara baktığımızda toplumda güven bunalımının yaşanması çok normaldir. Yani güven bunalımın sorumlusu toplumu idare eden, yöneten devletleri ve o devletin varlığının esası bozuk nizamlarıdır. Zaten toplumda işlenen suçların sayısı o toplumun nizamlarının ve yönetenlerinin fasitliğini ortaya koyar.

Devleti, sürüsünü otlatan onları kurtlardan, çakallardan koruyan bir çobana benzetmiştir Allah Resulü Aleyhissalatu vesselam;

“Hepiniz çobansınız; hepiniz güttüğünüz sürüden sorumlusunuz. Devlet reisi de bir çobandır ve sürüsünden sorumludur. Erkek, ailesinin çobanıdır ve sürüsünden sorumludur. Kadın, kocasının evinin çobanıdır ve sürüsünden sorumludur. Hizmetkâr, efendisinin malının çobanıdır; o da sürüsünden sorumludur. Netice itibariyle hepiniz çobansınız ve güttüğünüz sürüden sorumlusunuz.”

Bu hadisten devleti; hanımını ve çocuklarını koruyan bir babaya veya çocuklarını şefkatle büyüten onu her türlü tehlikelerden koruyan bir anneye de benzetebiliriz. Çocuklarından sorumlu olan anne ve çocuklarından ve eşinden sorumlu olan baba, mesul olduklarına güven ortamı sağlamakla onları her türlü tehlikelerden korumakla nasıl yükümlülerse, devlette mesul olduğu halkını tıpkı bir anne ve baba gibi her türlü tehlikelerden koruyup kollamak emniyeti sağlamak zorundadır.

Beşeri kanunların hüküm sürdüğü menfaatçi kapitalist sistemde, böylesine bir güven ortamı sağlamış,  halkın kendisine güvendiği bir yönetim yoktur.

Sınırlı akıl yapısıyla oluşturulmuş beşeri kanunlar insanları asla istenilen düzeyde mutlu ve emniyetli bir yaşama ulaştıramaz. İnsanları mutlu ve emniyetli bir toplum haline getirecek nizamların ne olduğunu insan aklı kestiremez. Muhakkak ki bu alemlerin yaratıcısından gelmelidir. Zira Allahu Teâlâ’nın bizim için seçtiği kanunların tatbikiyle güven ortamının sağlanması kaçınılmaz olacaktır.

وَنُنَزِّلُ مِنَ الْقُرْآنِ مَا هُوَ شِفَاء وَرَحْمَةٌ لِّلْمُؤْمِنِينَ وَلاَ يَزِيدُ الظَّالِمِينَ إَلاَّ خَسَارًا

“Ve biz, Kur’an’dan, inananlara şifa ve rahmet olan ayetleri indirmedeyiz ve bunlar, zalimlerin ancak ziyanlarını arttırır.” (İsra 82)

Seyyid Kutup Fizilal-il Kur’an’da ayetin tefsirinde şunları diyor;

“Kur’an, toplulukların yapılarını zedeleyen, güvenini, huzurunu ve sağlığını gölgeleyen sosyal hastalıklara karşı da bir şifa aracıdır. Bu ölçülere bağlı kalan toplum, Kur’an sayesinde sosyal düzeni, sağlık, güven ve huzur içinde gerçekleşen kuşatıcı adaleti ile oluşan atmosferde rahat içinde yaşar. Kur’an bu açıdan da mü’minler için bir rahmettir.

“Fakat bu ayetler zalimlere sadece yeni yıkımlar, yeni kayıplar getirirler.”

Onlar, bu ayetlerin şifa unsurlarından ve rahmet’inden yararlanmazlar. Ve onlar mü’minlerin Kur’an ile yükselişlerini bir türlü hazmedemezler. Onlara karşı kin ve öfke ile dolarlar. İnatları ve büyüklük taslayışları ile bozgunculuk ve zulümde daha da ileri giderler. Onlar bu Kur’an’ın taraftarlarına oranla dünyada dahi hep yeniktirler, hep kayıptadırlar. Ayrıca ahirette Kur’an’ı inkâr etmeleri ve taşkınlıkta ısrar etmeleri yüzünden azaba uğrayacaklardır. Yani onlar gerçekten büyük bir kayıp içindedirler.”

Mü’min’ler için hem dünyada hem de ahirette şifa ve rahmet olan Kur’an ayetleri kafirler içinse hem dünyada hem de ahirette onları güven, huzur ve adaletli bir yaşamdan mahrum bırakan büyük bir kayıptır.  Gerçekten kafirler nefislerine zulmetmektedirler. Sınırsız akıl ve güç sahibi olan Allah bizim için dünya ve ahirette güvenin, huzurun ve adaletin teminatı olan hükümlerini bizim için seçmiş ve bunlara uymaya bizi mecbur tutmuştur. İnsanoğlu ise adeta O’na meydan okuyup ben senden daha iyi hükümler koyarım diyerek egemenliği insana vermiştir.

İşte yaşadığımız kapitalist sistem tüm çıplaklığıyla gözümüzün önünde durmaktadır. Kapitalist sistemin övündüğü, gurur duyduğu ve tüm dünyaya pazarladığı akidesi olan demokraside, hüküm koyucunun, egemenliğin insana ait olduğu bir sistemdir. Dinin aşağılandığı ve hayattan koparıldığı demokrasi; bugün müslim, gayri müslim herkesin çığırtkanlığını yaptığı ve ideal toplum ve devlet oluşturmak için hedeflediği bir sistemdir. Öyleyse yaşadığımız tabloda demokrasinin insanlığa getirdiği hayırlara (!), onun tatbikiyle doğan sonuçlara bir bakalım:

Kapitalist sistemin hüküm sürdüğü bu ortamda oluşturduğu emniyetsiz ortam akıllara durgunluk verecek seviyede korkunçtur. Mesela; dünyanın en kapitalist ülkesi ve süper gücü Amerika adeta suç ülkesi haline gelmiş desek yanılmayız. Yıllık istatistiklerde;  17.000 cinayet, iki dakikada bir tecavüz, 10 milyon mala saldırı ve 32.000 intihar gerçekleşiyormuş. Yine Almanya’da her 4 dakikada Fransa’da her 90 saniyede hırsızlık vakası gerçekleşiyormuş.

Yüzde doksanın Müslüman olduğu söylenen ama kapitalist sistemin tatbik edildiği Türkiye’de gerçekleşen suç oranlarına bakalım:

“Türkiye’de geçen yıl yaşanan 1 milyon 491 bin 769 asayiş olayının yaklaşık dörtte birini hırsızlık suçu oluşturdu. İçişleri Bakanlığı verilerine göre, yurt genelinde 2008’de 256 bin 562 olan hırsızlık suçu, 2009’da 304 bin 570’e, 2010’da 344 bin 87’ye, 2011’de 351 bin 838’e ve 2012’de 405 bin 405’e yükseldi. “

Evet, bu korkunç ve inanılmaz rakamlar günümüz fasit kapitalizm sisteminin tatbikinden doğan sonuçlarıdır. Böyle bir ortamda insanların kendilerini emniyette hissetmemeleri çok çok normal bir durumdur. Bir de Allah’ın şeriatının hayatta tatbik edildiği dönemlere, tarihe bir yolculuk yapalım ve o günün tablosuna bir bakalım:

Baltacı Mehmed Paşa’nın Prut Seferi esnasında bir müddet Osmanlı ordugahında da bulunmuş olan meşhur seyyah A. de la Motraye ise şunları kaydetmektedir:

“Hırsızlara gelince, bunlar İstanbul’da son derece nadirdir: Ben Türkiye’de yaklaşık on dört sene kaldığım halde, bu müddet zarfında hiç bir hırsızın orada ceza gör­düğünü işitmedim. Yol kesen haydutların cezası kazıktır. Ben bu memlekette geçirdiğim müddet zarfında yalnız 6 haydudun kazıklandığını işittim: Onlarda hep Rum cinsindendi. Türkiye’de yankesicinin ne olduğu malum değildir: Onun için ceplerin el çabukluğundan korkusu yoktur.”

18. yüzyılda İngiltere’nin İstanbul Büyükelçiliği’nde bulunmuş olan Türk ve İslam düşmanı Sir James Porter bile şu itirafta bulunmaktadır:

“Türkiye’de yol kesme, ev soygunculukları ve hatta dolandırıcılık ve yankesicilik vakaları adeta yok gibidir. Harpte olsun, barışta olsun, yollar da evler kadar güvenlidir; özellikle anayolları takip ederek bütün İmparatorluk arazisini en mutlak bir emniyet içinde baştan başa katetmek her zaman mümkündür. Yolcu adedinin çokluğuna rağmen hadisenin fevkalade azlığına hayret etmemek mümkün değildir; bir çoğu İstanbul’da bir kaç sene tetkikatta bulunduktan sonra, 1855 tarihinde “La Turquie actuelle” ismindeki eserini Paris’te yayınlamış olan tarihçi A. Ubicini, Ezanın okunmasıyla esnafın Cami’ye gittiğini ve dönüşte her şeyi yerli yerinde bulduğunu yazdıktan sonra şöyle diyor:

“Patronların belli ve önceden bilinen saatlerde dükkanları terk ettiği ve geceleri evlerin kapılarının basit bir sürgüyle kapatıldığı o koca payitahtta, yılda sadece 4 hırsızlık vakası kaydedilmektedir. Buna karşılık münhasıran Hıristiyanların ikamet ettikleri Pera ve Galata semtlerinde gün geçmez ki hırsızlık yapılmasın veya bir cinayet işlenmesin.”

 A. Ubicini devamında şu hadiseyi naklediyor:

“Bir İngiliz seyyahının anlattığı şu menkıbeyi lütfen dinleyin. Bugün kendi eşyamla yol arkadaşım olan eski bir Macar zabitinin eşyasını nakletmek üzere bir köylünün yük arabasını kiraladım. Sandıklar, port-mantolar, paltolar, kürkler, atkılar hep açıktaydı. Buralarda yatağın hayali bile mevcut olmadığı için, gece üstüne uzanmak üzere ben biraz kuru ot satın almak isteyince son derece nazik bir Türk bana refakat teklifinde bulundu. Köylü de öküzlerini koşumdan çıkarıp bizim bütün eşyamızla beraber sokağın ortasında bıraktı. Ben onun uzaklaştığını görünce:

-Burada birisi kalmalı! dedim. Yanımdaki Türk hayretle sordu:

-Niçin?

-Eşyalarımızı beklemek için.

Müslüman Türk şu cevabı verdi:

-A! ne lüzumu var? Eşyanız bir hafta gece-gündüz burada kalsa bile dokunan olmaz.

Ben bu sözü kabul ettim ve dönüşümde her şeyi yerli-yerinde buldum. Şu noktayı da unutmamalı ki o sırada İslam askerleri sürekli gelip geçmekteydi. Bu vakıa bütün Londra kiliselerinden Hıristiyanlara ilan edilmelidir; içlerinden bazıları rüya gördüklerini zannedeceklerdir. Artık uykularından uyansınlar!” (Belgelerle gerçek tarih/ Kadir Çandarlıoğlu)

Allah’ın şeriatının hayatta tatbik edildiğinde oluşan emniyetli ortamı günümüzün korkunç emniyetsiz ortamı ile kıyasını yapmak bile abesle iştigal olacaktır. Kapitalist sistemin bozuk iktisadi sisteminin sonucunda oluşan gelir dağılımı adaletsizliği, zenginle fakir arasındaki uçurumu, hep daha fazlasını isteyen ve doymak bilmeyen tamahkar sermayedarları, sınırsız iktisadi özgürlükler, hayatta amellerinin ölçüsü menfaatçilik anlayışı, mutluluğun nefsani arzuları sınırsızca doyurmakla gerçekleşeceğini esas alan felsefesi, zor durumunda kendi başının çaresine bakmak zorunda olan, devletinin sahip çıkmadığı güven duygusundan yoksun bireyleri ve insan aklından doğan caydırıcılığı olmayan bozuk ceza kanunları vs. Hepsi birleştiğinde aslında sorunun bu sistemden kaynaklandığı gün yüzüne çıkacaktır.

Mükemmel İslam sisteminde ise;  asli ve lüks ihtiyaçların garanti altına alındığı, sıhhatli olanlara iş, sıhhati olmayan veya kadın, çocuk ve yaşlılara bakmakla yükümlü oldukları kişilerden durumu olanlara bakmayı emreden hükümleri, bakacak kimsesi yok ise devletin bakmakla yükümlü olduğu, zenginlerin olduğu ancak mallarını infakla yükümlü oldukları, komşusu aç iken tok yatan bizden değildir anlayışıyla hareket eden, fedakar ve dünya malına tamah etmeyen güzide şahsiyetleri ve caydırıcı ceza kanunlarıyla bu sistemin mükemmelliği bir kez daha kanıtlanmış olacaktır. Allah’ın dininin hayata hakim olduğunda oluşacak güven ortamını Allah Resulü Aleyhissalatu Vesselam hadis-i şerifinde şöyle anlatıyor:

“Allah’a yemin ederim ki, Allah, şu İslam Dînini muhakkak surette kemale erdirecektir. Öyle bir derecede ki, bir süvari yalnız başına Sana’dan Hadramevt’e kadar selametle gidecek. Allah’tan başka hiçbir şeyden korkmayacak yahut koyun sahibi yolcu sadece koyunu üzerine kurt saldırmasından korkacaktır. Fakat sizler acele ediyorsunuz.” (Buhari, Menakıb, 25, Ebu Davud, Cihad, 57)

Son olarak Allahu Teâlâ buyuruyor ki;

“Ey îmân edenler! Allâh’a ve Peygamber’e hâinlik etmeyin; (sonra) bile bile kendi emânetlerinize hâinlik etmiş olursunuz.” (el-Enfâl, 27)

 

Ayrıca...

yazar

TAVİZ ATEŞTEN BİR GÖMLEKTİR / Saliha Aydın

Taviz nedir? Taviz insanın inandığı kat’ i (asla vazgeçilemeyecek) değerler ve prensiplerinden ödün vermesidir. Değerlerini …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir