Soru:
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-moon 20 Şubat 2014 tarihinde güvenlik durumunun kötüleşmesini önlemek için Orta Afrika’ya hızla ek askeri kuvvet gönderilmesini istedi. Yine Fransa 5 Aralık 2013 tarihinde Güvenlik Konseyi tarafından Orta Afrika’ya askeri müdahale kararının alınmasının ardından sayıları 5.000 adedi aşan asker sayısına ilave olarak 2.000 asker daha gönderdi. Bu arada Hıristiyan milisler Müslümanlara karşı öldürme, yakma, etlerini yeme, evlerinin yakılıp yıkılması, servetlerine el konulması ve topraklarından göç ettirilmeleri gibi vahşi ve iğrenç eylemlere giriştiler. 10 Ocak 2014 tarihinde ise Orta Afrika Cumhuriyeti’nin Müslüman asıllı ilk başkanı olan Michel Joatodia istifa etti 20 Ocak 2014 tarihinde ve bu cumhuriyetin başkanı Catherine Samba-Panza tarafından seçimler ilan edildi. 20 Ocak 2014 tarihinde ise Amerika, Afrika kuvvetlerini desteklediğini ve seçimlerin Şubat ayından önce yapılması gerektiğine çağrıda bulundu. Burada yaşanan çatışmanın hakikati nedir? Yani gerçek bir çatışma var mı? Bu durum nasıl ortaya çıktı? Krizin sebepleri nedir ve neticesi ne olur?
Cevap:
Bu soruyu cevaplamadan önce Orta Afrika’daki Müslümanların durumunu, orada yaşanan darbeleri, bunların devletlerarası ilişkilerini ve neticelerini ortaya koymamız gerekir.
1- Orta Afrika’daki Müslümanların sayısı yaklaşık 5 milyonu bulan nüfusun %15 ila %20’sini oluşturmaktadır. Ancak ülkede Müslümanların yayılmalarına bakıldığında bu istatistiklerin şüpheli olduğu, tarafsız ve temiz olmadığı görülmektedir. Birçok sebepten dolayı Müslümanların oranı düşük gösterilmektedir. Bu nedenledir ki Müslümanların oranının daha yüksek olduğu kanaati hâkimdir. Kalan yüzde ise Hıristiyanlar ve putperestler arasında paylaşılmaktadır. Müslümanlar, birçok mescit, Kur’an eğitim okulları bina ettikleri başkent Bangui’de, diğer önemli şehirlerde ve köylerde yaygın olarak bulunmaktadırlar. Miladi on dokuzuncu asrın sonlarında Çad’ın güneyinde bulunan Bajrma İslam sultanlıklarından bir kısmının topraklarından sürülerek Çad’ın Güneyinden Orta Afrika’nın kuzeyine gönderilmelerinden sonra orada İslami bir Sultanlık inşa edilmişti. Güney Çad’da olduğu gibi yine onların elleriyle birçok putperest, Müslüman olmuş ve İslam’a girmişti. Diğer taraftan İslam’ın Orta Afrika’nın kuzey bölgesine on üçüncü asırda girmiş, kuzeyin başkenti olan Andla mıntıkasında yoğunlaşan Alronga kabilesi ile altın, elmas ve uranyum bakımından zengin olan Kuzey doğu bölgesinin başkentinde Prao’da yoğunlaşan Vakaca kabileleri İslam’a girmişlerdi. Birtakım Müslüman gruplar çeşitli nedenlerle on sekizinci yüzyılda ve on dokuzuncu yüzyıllarda bu bölgeye gelmişler ve ülkenin Fransız kolonizasyonunu yenmek için çalışan Müslüman kardeşlerine destek vermişlerdir. Aynı şekilde Batı Afrika’nın ve Hausa Filata kabilelerinden Müslümanların oluşturmuş olduğu heyet Kamerun’a bitişik olan güney-batı bölge nüfusunun yüksek bir yüzdesini oluşturmaktadır. Sistem özellikle de Fransa tarafından desteklenen Patassé rejimi, putperestler arasında İslam’ın yayılmasından korktuğu için Müslümanları izole etmek için çalıştı. Hatta Müslümanları hükümetten, kamu görevlerinden uzaklaştırmak istediler. Müslümanların ticaretlerine yöneldiler. Müslüman tüccarlara yönelik katliamlardan sonra ticaret durdu ve Bangui’de yaşayanlar ciddi anlamda gıda sıkıntısı çektiler.
2- 1885 yılında Fransız sömürgeciliği Orta Afrika’ya girmeye başladı ve Fransa Bangui’de Fransız üssü inşa etti. 1894 yılında da bölge resmi olarak Fransız sömürgesi haline geldi. 1960 yılında Fransa şekli olarak bağımsızlık verdiğinde iktidar Hristiyanların eline geçti ve eskiden olduğu gibi nüfuzunu devam ettirdi. Hıristiyanlardan olan yöneticiler ya darbe yoluyla ya da seçim olarak isimlendirilen uygulamalar yoluyla atanıyordu. Fransa Orta Afrika’ya şekli olarak bağımsızlığını verdiğinde David Dacko’yu ilk başkan olarak atadı. Ancak onun yönetiminin üzerinden henüz iki yıl geçmeden muhaliflerine karşı baskı ve şiddet kullanmaya başladı. Afrika’ya doğru gözünü dikmiş olan Amerika bu durumu kullandı. Bu dönemde Sovyetler Birliği ise Amerika ile 1961 yılında yapmış olduğu ittifaktan sonra eski sömürgeler üzerindeki mücadelesini sürdürüyordu. 1961 yılında Amerika ile Sovyetler Birliği arasında varılan uzlaşma siyasetine göre her iki devlet Afrika’daki eski sömürgeleri kışkırtmakta ittifak etmişlerdi. Fransa ise bölgedeki nüfuzundan endişe etmeye başladı ve 1966 yılında Genelkurmay başkanı Jean Biddle Bokassa’yı darbe yapıp yönetimi ele almakla görevlendirdi. Bokassa’nın, eski başkan David Dacko’yu ise daha sonra kendisine danışman yapmış olması, Amerika-Rusya saldırısı karşısında durabilmek için darbenin Fransa tarafından tertip edildiğini göstermektedir. Baskıcı askeri bir tayinde bulunmakla Fransa, nüfuzuna karşı çıkacak olan herkesi bastırmayı hedeflemiştir. Fransız nüfuzunu koruyup sistemini yerleştirmek için Bokassa, 1976 yılında kendisini imparator ilan edinceye kadar da baskılarını sürdürmüştür. O dönemde Fransızların büyük bir çoğunluğu ülkesini bolluk ülkesi haline getirdiği için Fransa Cumhurbaşkanı de Gaulle’e papa lakabını taktılar. Bu dönem içerisinde ise, insan eti yemesi, çocukları öldürmesi gibi eylemleri nedeniyle Bokassa aleyhinde dünya kamuoyunda etkili olan birtakım sözler yayılmaya başlaması üzerine Fransa, kuvvetleri ile Orta Afrika’ya girerek onu yönetimden uzaklaştırmış ve 1979 yılında ikinci defa David Dacko’yu devlet başkanlığı görevine getirmiştir. Daha sonra General Andre Kolingba liderliğindeki ordu 1981 yılı Eylül ayında darbe yaparak Dacko’yu yönetimden uzaklaştırdı. 1990 yılında ise Fransa Çad’daki Amerikan ajanı Habre’yi devirerek yerine ajanı İdris Debyy’i getirdiğinde Orta Asya’daki Fransız gücü daha da pekişti. Çünkü Çad Orta Afrika’daki Fransız nüfuzunu destekleyen bir ayak sayılmaktadır. İşte böylece Fransa, Orta Afrika’da nüfuzunun iyice yerleştiğini gördü ve bu ülkedeki yönetimi demokrasi boyasıyla boyamak istedi. Bu nedenle orduyu görevden uzaklaştırmaya ve seçimlerin yeniden yapılmasına karar verdi. 1993 yılında Cumhurbaşkanlığı seçimleri yapıldı. Muhalefete liderlik eden ve Fransa ile irtibatlı olan Felix Patasse’nin kazandığı ilan edildi. Eski sömürgeciliğin terk edilerek yerine başka çözümlerin getirilmesi düşüncesi üzerinde Amerika tarafından odaklanılan demokratik çağrıların etkisini absorbe edilmesi fikri Fransa’yı böyle bir yola sürükledi. Böylelikle Fransa içlerinde Müslümanların da yer aldığı farklı etnik gruplardan meydana gelen papaz François Bozize liderliğindeki muhalefet, seçimlerle yeni bir yönetim oluşturdu. Bu muhalefet, Patasse’nin yapmış olduğu yolsuzluklardan ve Müslümanlar özelde olmak üzere muhalefete karşı yürütülen baskıdan intikam almak istediler ve muhalefet silahlı bir direnişe dönüştü. Bu gelişme üzerine Fransa 15 Mart 2003 tarihinde Patasse’yı değiştirerek yerine Cumhurbaşkanı olarak François Bozize’ye getirmeyi uygun gördü ve Müslümanlar da onun yönetime gelmesine yardımcı oldular. Ancak Bozize kendisi ile birlikte muhalefet edenlere ve destek veren Müslümanlara hoş davranmadı, onları kucaklamadı. Tam tersine onlara karşı düşmanca bir tavır takındı. Korunmasını emekli Fransız General Jean-Pierre Beers’in yönettiği Fransız güvenlik şirketine bıraktı. Sonra 2005 ve 2011 yılında seçimler yapıldı ve her ikisinde de kazandığını ilan etti. İşte bu dönem zarfında ona karşı [liderliklerini Müslümanların yaptığı ve en büyüğüne Djaotodia’nın liderlik ettiği beş örgüt arasındaki ittifak veya koalisyon anlamına gelen] yeni direniş hareketi olan SELEKA ortaya çıktı. Bozize tarafından sahnelenen tüm seçimlere rağmen durumlar istikrar bulmadı ve Bozize tarafından Müslümanlara yönelik baskılar daha da arttı. Öyle ki Bozize güçleri Müslümanların mülklerine saldırdılar. Kendilerini ve mülklerini savunma uğrunda da yüzlerce Müslüman kurban edildi.
3- Bu olaylar üzerine 11 Ocak 2013 tarihinde Gabon’un başkentinde bir çözüme ulaşmak için Seleka hareketi ile Bozize’nin de hazır bulunduğu bir konferans yapıldı. Bu konferansta Orta Afrika Müslümanlarının ne kadar büyük çaplı bir zulme maruz kaldıkları ortaya çıktı. Öyle ki onların en basit hakları dahi çiğnendi. Diğer dinler için geçerli olduğu gibi dinlerinin tanınması, ramazan ve kurban bayramlarının bayram olarak kabul edilmesi ve Müslümanlara zulmedilmemesi gibi basit isteklerde bulundular. Ancak Buzize, işi uzattı, oyalama yoluna gitti. Bozize yönetiminin devam etmesine ve katliamlarına rağmen Müslümanların ve Silika’nın birtakım isteklerine muvafakat ettikten sonra bu Fransız uşağının 2016 yılına kadar yönetimde kalması üzerinde ittifak edildi. Fransız haber ajansının verdiği habere göre Amerika bu ittifakı desteklemiştir. Bütün bunlara rağmen Fransa ve Bozize, bu basit hakların uygulanmasını uzattılar. Hatta Müslümanlara karşı vahşi eylemlerde bulunmak suretiyle tam tersi bir iş yaptılar. Bunun üzerine Seleka hareketi saraya yöneldi. 24 Mart 2013 tarihinde Michel Jaotodia liderliğinde sarayı ele geçirdi ve başkan oldu. Bunun üzerine Fransa, Jaotodia’nın Müslüman asıllı olması nedeniyle ortalığı velveleye verdi. Oysa o, yönetime geldiği günden itibaren açıklamalarıyla batıyı razı etmeye çalışıyor ve kendisinin ülkenin geçici başkan olduğunu ifade ederek şöyle diyordu: “Orta Afrika, Müslümanlar ile Hıristiyanların bir arada yaşadığı laik bir devlettir. Benim Müslüman olduğum doğrudur, ancak benim görevim vatanıma ve Orta Afrikalı tüm vatandaşlarıma hizmet etmektir.” [31.3.2013 el-Haliç] Bu ifadelerin tümü Batıyı özellikle de beraberindeki Hıristiyanlarla birlikte Fransa’yı memnun etmek için yapılan açıklamalardır. Buna rağmen Hıristiyan milisler silah bırakmadılar ve çalışmaya devam ettiler. Bu arada ise Fransa ve uşakları yeni başkanı tanımadılar. Müslüman asıllı olduğu için Fransa ve Fransa’ya tabi olan uşakları bütün gücüyle ona karşı çalışmaya başladılar. Bunun ardından Fransa, 3 Mart 2013 tarihinde Çad’ın başkenti N’Djamena’da bir konferans yapılması için Orta Afrika liderlerini harekete geçirdi. Bariz Fransız ajanı olan İdris Debby bu hususta onlara şöyle seslendi: “Bizim açımızdan kendisini göreve atayan bir kimseyi kabul etmek imkânsızdır.” [05.04.02013 el-Vasat] Oysa geçiş konseyi 13 Nisan 2013 tarihinde Michel Djotodia’yı ülkenin başkanı olarak seçtiğini ilan etti. Ancak bunların tümü Müslüman asıllı olması sebebiyle ona şefaatçi olamamıştır. Fransa, ülkenin elmas, uranyum ve altın gibi tüm servetlerini yağmalaması ve bu servetleri yalnızca kendi mülkü olarak kabul etmesi nedeniyle bu güne kadar Orta Afrika hükümetlerine sunmuş olduğu desteği bu hükümetten kesti!
4- Fransa müdahalede bulunmasına gerekçe oluşturması için ortamı hazırlamaya ve sorunlar çıkartmaya başladı. Sonunda Güvenlik Konsey’inden 5 Aralık 2013 günü Orta Afrika’ya askeri müdahalede bulunmasını onaylayan kararı çıkartmayı başardı ve 8 Aralık 2013 günü müdahalede bulundu. Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande, Michel Djotodia’yı istifaya ve erken seçimlerin yapılmasına çağırdı. Bu nedenle Fransa 10 Ocak 2014 tarihinde Çad’ın başkenti N’Djamen’da Bölgesel Afrika Zirvesini gerçekleştirdi. Bu zirve aracılığıyla istifa etmesi için Michel Djotodia üzerindeki baskıyı devam ettirdi ve bu zirvede istifa ettiğini ilan etti. 20 Ocak 2014 tarihinde de başkent Bangui belediye başkanı Catherine Samba-Panza’nın ülkenin geçici başkanı olarak seçildiği ilan edildi. Bu açıklamayı güvenliği sağlamak gerekçesiyle 7000’den fazla Seleka hareketi savaşçılarının ellerindeki silahları toplayan fakat Hıristiyan milislerinin özellikle de Anti Balaka milislerinin ellerindeki silahları almayan tam tersine onlara destek veren Fransız kuvvetlerinin gözleri önünde Hıristiyan milisleri tarafından gerçekleştirilen vahşi eylemler takip etti. Cumhurbaşkanı Jaotodia’nın düşmesinin ardından bu milisler, Afrikalı ve Fransız askerlerinin gözleri önünde Müslümanların öldürülmeleri, yakılmaları, etlerinin yenilmesi, evlerinin, mescitlerinin, okullarının ve işyerlerinin yerle bir edilmesi ve mülklerinin yağmalanması gibi son derece vahşi ve iğrenç eylemlere giriştiler. Hatta Birleşmiş Milletler raporlarına göre Fransa, kendilerini savunacak ellerindeki tüm silahlardan arındırılmalarının ardından Fransa’nın Müslümanlara karşı Hıristiyanları desteklemekle suçlanmaktadır. Bu suçların en iğrenci ve çirkini ise yeni Cumhurbaşkanının şu sözleri ile bunu itiraf etmesidir: “Anti-Balaka misyonlarının anlamını kaybettiler. Bugün kurban edilenler öldürenlerdir… Onlar kadın olduğum için benim zayıf olduğuma inanıyorlar. Ancak şu andan itibaren öldürmek isteyen Anti-Balaka onları takip edecektir.” [12.2.2014 BBC] Radyo ilave olarak şöyle dedi: “Binlerce Müslüman Orta Afrika’dan Kamerun ve Çad’a kaçtı. Onlardan bir kısmı da ülkenin içlerindeki çadırlara sığındı. Uluslararası Af Örgütü, milis saldırıları Müslümanlar açısından tarihsel bir orantı olarak kitlesel bir göçtür. Orta Afrika’daki durum etnik bir temizliği ifade etmektedir.” Bununla birlikte ülkenin Cumhurbaşkanı bu nitelemeyi reddetti. Bununla kalmadı “Ülkede yaşananların güvenlik sorunundan ibaret olduğunu iddia etti.”
5- Amerika ise bu yaşananlar karşısında Fransa ve ajanlarının Orta Afrika’da yaptıklarından faydalanmaya çalıştı. Fransız kuvvetlerine paralel kuvvetler olması için Afrika kuvvetlerini takviye etti. Böylelikle Fransa’nın yalnızlığı ortadan kalkıyor ve Amerikan çözümleri onun yerini alıyor veya ortak oluyordu. İnsanlar suçlu Hıristiyan milislerle işbirliği yaptıkları için Fransız kuvvetlerini suçlamaya başladılar. Fransa kuvvetleri yerine Afrika kuvvetlerinden istekler artış gösterdi ve Amerikan kaynaklarından gelen çağrılarla bu yön desteklendi. Aynı şekilde Amerika Birleşik Devletleri kaynakları ile Amerikan kaynaklarının üzerinde etkili olduğu Birleşmiş Milletler kaynakları tarafından da desteklenmektedir. Amerikan Kongresi Dışişleri Komitesine bağlı Afrika işleri Komitesi Başkanı Christopher Conner şu açıklamayı yaptı: “Güvenliği artırmak ve şiddeti sona erdirmek için Afrika Birliği Kuvvetlerinde bulunması gerekli olan gücü garantilemek üzere komisyon, çok taraflı çabaları destekleme yoluyla Birleşik Devletlerin neler yapılabileceğini belirlemek amacıyla bir oturum gerçekleştirdi.” [23.12.2013 ABD Dışişleri Bakanlığı’nın IIB Dijital sitesi] Birleşmiş Milletler’deki Amerikan daimi temsilcisi Samantha Power ve Amerika Dışişleri Bakanlığının Afrika işleri sorumlu yardımcısı Linda Thomas Grinfeld orada bulunan sorumlularla bir araya gelmek üzere 29 Aralık 2013 tarihinde Bangui’yi ziyaretinde şöyle dedi: “Şu anda istikrarın sağlanabilmesinin gereği olarak silahlı gruplarla yüzleşmenin ve silahtan arındırmanın gerçekleşmesi için Afrika Birliği misyonuna tam bir yetki verilmesi gerektiğine inanıyoruz.” [Aynı kaynak] Buna karşılık, Fransa, sayıları 4400 kişiye ulaşan Afrika kuvvetleri ile karşılaşmaları için devletlerarası kuvvetleri Avrupa ülkelerinden gelen uluslararası güçlerle ve bunlara ilave edilecek olan 850 nüfuslu Ruanda güçleriyle takviye etmeye çalıştı. Bunun için Fransa Cumhurbaşkanlığı 12 Şubat 2014 tarihinde Orta Afrika’da sayıları 2000 kişiyi bulan Fransız askeri gücünü takviye etmek için 400 asker daha göndermeye karar verdi. Bu hususla ilgili olarak Fransa Cumhurbaşkanlığı şu açıklamayı yaptı: “Bu ilave 400 asker takviyesi, hemen yayılacak olan Avrupa Birliği operasyonuna katılacak olan Fransız muharebe birliklerinin erken dağıtımını içermektedir.” Açıklamanın devamında şöyle denildi: “Fransa, içinde Avrupa jandarmasının da yer aldığı Avrupa Birliği EUFOR kuvvetlerinin hızlı bir şekilde yayılmasına çağrıda bulunmaktadır.” Diplomatik kaynaklar, Avrupa Birliği’nin 500 asker olarak beklenen katılımının 900 askeri bulmasının mümkün olduğunu ifade ettiler. [14.02.2014 AFP] Bunun üzerine Amerika Birleşik Devletleri ise, Afrika güçlerinin finanse edilmesine karar verdi ve ABD Dışişleri Bakanlığı’na vekâleten açıklama yapan Marie Harf şöyle dedi: “Biz, Orta Afrika Cumhuriyetinde katlayarak artış gösteren, insanı bir krize doğru giden ve kitlesel vahşet eylemlerinin işlenmesi tehlikesini artıran şiddet eylemlerinden derin endişe hissediyoruz. Önceki gün biz, uzun süreden bu yana ciddi zorluklarla karşı karşıya kalan halka 7. Madde gereğince güvenliği ve barışı yeniden gerçekleştirmek amacıyla Afrika kuvvetlerini destekleyen Fransız kuvvetleri ve Avrupa Birliği kuvvetleri için Güvenlik konseyindeki güçlü karar lehinde müşterek oy kullandık. Biz ihtiyaç duyulduğunda ekipman ve eğitim hizmeti veya gerekmesi halinde Afrika Birliği askerlerine ve Fransız müttefiklerimize 40 milyon dolar tutarında lojistik destek sağlamak niyetindeyiz.” [06.02.2014 IIB Dijital] İster Amerika’nın etkili olduğu Afrika Devletlerinden isterse Fransa tarafından yemlenmiş olan Avrupa kuvvetlerinden meydana gelen ve sayıları 8.000’i bulan bu kuvvetlerin tasarruflarının Afrika Cumhuriyeti’nde güvenliği sağlamak olmadığı açık ve nettir. Bunlar, Müslümanlara karşı işlenen iğrenç katliamları ve vahşi eylemleri engellemek için hiçbir şey yapmadılar. Bu konuda ciddi olsaydılar küçük bir nüfusa sahip olan bu bölgede bunu yapabilirlerdi. Onların yaptıkları kendi nüfuzlarını bölgeye sokmak amacıyla Fransız nüfuzu ile Amerikan nüfuzu arasındaki rekabetten ibarettir. İşte bu şekilde Müslümanların kanları akıtılmakta ve etleri dişlenmektedir. Ayaklarının altında Müslüman kanları olduğu halde çiğnenen topraklardaki mücadele minderinde Amerika ve Fransa dans etmektedir.
6- Bu nedenle Amerika Birleşik Devletleri Afrika kuvvetlerini güçlendirerek ve bu güçlerin misyonunu güçlendirmek suretiyle Orta Afrika’daki nüfuzunu takviye etmeye çalışıyor. Bu nedenledir ki Amerikan politikasına uygun olarak hareket eden Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-Moon, Güvenlik Konseyi’nde şu istekte bulundu: “Güvenliği sağlamak ve sivilleri korumak içi çok hızlı bir şekilde ilave olarak 3.000 asker gönderilmelidir.” [20.02.2014 AFP] Bu askerlerin Afrika güçlerinden olacağı bilinmektedir. Yine görünen o ki Amerika, Müslümanların kanını kullanarak Orta Afrika’daki Fransız nüfuzuna son vermek için siyasi çalışma turlarının nihayet bulmasını sonra da seçimlerin yapılmasını istiyor. Yine Fransa’nın her şeyi kaybetmemek için siyasi çözümlerde Amerika ile birlikte yürüyecektir. Bu sefer öncekilerden daha şiddetlidir. Daha sonra ise seçimler yoluyla yönetime ulaşmaları için ajanlarının başarılı olmasına çalışacaktır.
7- Son olarak Müslümanların kanı, Amerika ile Fransa arasında yaşanan nüfuz mücadele meydanı haline geldi. Ne Müslümanların kanlarının nehirler gibi akmasını ne de yaşlılara, çocuklara ve kadınlara işkence yapılmasını önemsememekte veya dikkate almamaktadırlar. Bilakis diri diri onları yemektedirler. Bu sömürgeci kâfir devletler için önemli olan husus bu ölü bedenler ve vücut parçaları üzerinde durarak kimin el çırpacağıdır. Sömürgeci kâfirler tek millettirler ve onlar müminler hakkında hiçbir anlaşma yükümlülüğünü gözetmezler. Bu nedenledir ki üslupları ve maksatları ne kadar farklı olursa olsun onlar Müslümanların öldürülmeleri üzerinde odaklaşmıştırlar. Ancak her ikisi de Müslümanların kanlarını yalamaları için koşuşturma işini Hıristiyan milislere bıraktılar.
Ancak burada üzücü olan durum Filistin’de, Burma’da, Keşmir’de, Çeçenistan’da, Tataristan’da, Suriye’de ve işte şimdi de Orta Afrika’da en iğrenç bir şekilde Müslümanların kanı akarken Müslümanlar için ağlayacak kimsenin bulunmamasıdır. Müslümanların topraklarındaki yöneticiler ise Müslümanların çıkarlarına değil Batının çıkarlarına hizmet etmektedirler. Adeta vaka başka topraklarda veya bir başka dünyada yaşanıyormuş gibi bu katliamlara bakıyorlar. Oysa bu katliamlar onların egemen oldukları topraklardan bir karış kadar uzak bir yerde yaşanmaktadır. Yaptıklarından dolayı onlara yazıklar olsun.
Sözün sonu: Müslümanlar saldırganları caydıracak olan zırhı kaybettiler. Onları koruyacak kalkanı ve zırhı kaybettiler. وَإِنَّمَا الإِمَامُ جُنَّةٌ يُقَاتَلُ مِنْ وَرَائِهِ وَيُتَّقَى بِهِ”İmam ancak kalkandır. Onun arkasında savaşır ve onunla korunursunuz.” [el-Buhârî] وَيَقُولُونَ مَتَى هُوَ قُلْ عَسَى أَنْ يَكُونَ قَرِيبًا “Ne zamanmış o?” diyecekler. De ki: “Yakın olsa gerek!” [İsra 51]
23 Rabi’-ul Âhir 1435
23 Şubat 2013
Kaynak: Hizb-ut-tahrir.info