Salat ve salam efendimize onun yolunda olanlara nasihat alanlara ve hayatlarına geçirenlerin üzerine olsun.
Selamun aleykum ve rahmetullah ve berekatuhu
Hem yaratılış nimetimizden dolayı hem de İslam nimetimizden dolayı Allaha Subhanehu Tealaya hamd-u senalar olsun.
Allahu Teâlâ kainatı yarattı, Nebilere ve Resullere hidayeti yayma, şeriatı emretme görevini emretti. Onların görevi, yaratılanların yapmakta olduğu amellerin en üstü olanıdır. Eğer bir Müslüman vahye kulak vererek hidayeti yayma amelini yerine getirirse cennetteki yerine yaklaştırılır, onun sözü üstündür ve o öncülerden olur inşaallah. Bununla alakalı olarak, Allah (cc) şöyle buyurmaktadır:
“Muhakkak ki ‘ben müslümanlardanım’ deyip, salih amel işleyerek Allah’a çağıran kimseden daha güzel sözlü kim vardır.” (Fussilat 33)
Ben Müslümanım dediği halde, iyiliği emretmeyen ve kötülüğü nehyetmeyen, bu görevi hakkıyla yerine getirmeyen hem dünyadaki hem de ahiretteki azaba duçar kalacaktır. Çünkü bu o kadar büyük bir görev ki, bu görevin ihmali ferdi zarar ve ziyanı olduğu gibi toplumsal kaybı da çok büyük.
Bu kayba örnek olarak Peygamber Efendimiz bir misalle şu hadisi dile getiriyor;
“Allah’ın çizdiği sınırları aşmayarak onları koruyanlarla yasaklarını hiçe sayarak hudûdu çiğneyenlerin durumu aynen şöyledir: Bir gemideki yerlerini almak üzere bir toplum aralarında kur’a çektiler. Bunlardan bir kısmı geminin alt katına bir kısmı da üst katına yerleşmişlerdi. Alt kattakiler su almak istediklerinde üst kattakilerin yanından geçiyorlardı. Alt katta oturanlar hissemize düşen alt kattan bir delik açsak da, üst katımızda oturanlara su almak için eziyet etmemiş olsak, dediler. Eğer üstte oturanlar bu isteklerini yerine getirmek için alttakileri serbest bırakırlarsa hepsi birlikte batar, helâk olurlar. Eğer buna engel olurlarsa hem kendileri kurtulur, hem de onları kurtarmış olurlar.” (Buhârî, Şirket 6)
Günümüzde de İslâm adına yahut kişisel özgürlük, ve hürriyet adına istediği gibi davrananlar aynen bu hadisteki misalde olduğu gibi gemiyi delmekteyken diğer Müslümanlarda engellemeyince haramlar toplumda normalleşmektedir. Bugün başkasının çocuğu madde kullanırken, iş, okul için bacımız cilbabını çıkarırken, rızkını kazanmak isteyen alkol satarken, borcunu ödemek isteyen faiz çekerken gemi yavaş yavaş delinmeye başlıyor. O delik bizim hoşgörülü sessizliğimizle, karşımızdakinin bizi terslemesinden korkmamızla, bizimle daha arkadaş olmaz diye şeytanın bize fısıldamasıyla, “aman bana ne ya, ne yaparsa yapsın dememizle” ya “da ben ne yapabilirim ki, ben kimim ki” gibi düşüncelerle işte o delik her geçen gün büyüyor. Ve ucu bütün ümmete dokunuyor. Fitneler, fesatlar, İslam düşmanları, batı hayranları çoğalıyor ve bizler de onların içinde boğuluyoruz. Marufun emredilmediği, münkerden alıkonulmayan toplumların nasıl helâk edildiği, nasıl Allah’ın azâbının onları kuşattığı Kur’an-ı Kerîm’de hemen hemen her sûrede zikredilmektedir.
Ebu Davud Abdullah b. Mesud’dan peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder: İsrailoğullarından bir adam günah işleyen bir adama rastlar. “Bana bak! Allah’tan kork, işlemekte bulunduğun şeyi terk et. Zira o sana helâl değildir” der de daha sonra, ertesi gün ona aynı hâlinde devam ederken karşı gelir, bu hâl kendisini onunla yiyip içmekten, oturup kalkmaktan alıkoymazdı. Onlar böyle yaptıkları vakit, Allah kalplerini birbirine benzetti» «Hayır Allah’a yemin olsun ki, ya iyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeye çalışırsınız, zalimin eli üzerine (elinizi) tutar(ak zulmüne mâni olur)sunuz ve onu hakka döndürür ve hak üzerinde tutarsınız. Yahut Allah bazınızın kalplerini diğerine benzetir de onlara lanet ettiği gibi, sizi de lanete uğratır.» (Ebu Davud)
14. asır boyunca yani İslam’ın hayata devlete ve topluma hakim olduğu zamanlarda, iyiyi tavsiye etmek ve kötüyü yasaklamak hem fertler arasında, hem cemaatlerde hem de otorite tarafından sağlanıyordu. Ta ki hilafet kalkıncaya kadar. İslam doğudan batıya iyi yapmayı tavsiye ediyor ve şeytanlıktan kötü şeylerden insanları koruyordu.
İslam öyle bir sistem ki, bu nizam çok modern çağlar ötesi bir nizam. Ferdi korumakla beraber toplumu da koruyor. Ahlaki çevrenin güzelleşmesi, temizlenmesi hedefi var. Sözde modern hukuk sistemlerinden üstün bir sistem. Kişi iyiliğe davet ederken, kötülükten de sakındırıyor çevresini. Kişi hem kendi iyi Müslüman olacak hem de iyi olmayanları düzeltecek. Subhanallah ! Ne güzel bir görev. İslam öyle bir görev yüklüyor ki, sadece suçu işlemekten dolayı ceza gelmiyor, suçu işlemediği halde, suç işleyene müsamaha etmesinden, aldırmamasından, buna göz yummasından da ceza geliyor. Allahu Teala bu görevi yapmazsak bize azap edeceğini bir çok delillerle bize bildirmiştir. Bununla ilgili Resulullah sav de şöyle buyurmuştur;
’’Canımı elinde tutana yemin ederim ki, ya marufu emredersiniz ve münkeri nehyedersiniz ya da Allah size bir azap indirir.’’ (tTirmizi, Ahmed b. Hanbel)
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“Hiçbir kavim yoktur ki, içlerinde günah işlenir, onlar, günah işleyenlerden daha güçlü (fenalıklardan) caydırıcı üstünlüğe sahip olduğu hâlde (günahları) engellemez de Allah, onların tümünü cezalandırmaz (yani Allah, suçluları ve onlara mâni olmayanların tümünü cezalandırır). sunen ıbnı mace
Her Müslümanın birinci görevi, resullerin getirdiği bu dosdoğru yolla bu yüce göreve hakkıyla sımsıkı sarılması ve bu yoldan kıl kadar dahi ayrılmadan bu görevi yerine getirmesi gerekir.
İyiliği emretmek ve kötülükten nehyetmek şeri hükümlerin en önemlilerindendir. İslam devleti kurulurken Resulullahın davetinin bir parçasıdır. Hatta bazı alimler İslam’ın bilinen beş şartından bunu altıncı rüknü saydılar.
Allah’u Teâlâ buyuruyor ki;
’’Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; marûfu emreder; münkerden nehyeder ve Allah’a iman edersiniz.” (Ali imran 110)
İyiliğin ve kötülüğün ne olduğunun sınırını İslam belirlemiştir. Bunu pratiğe geçiren ümmette işte ayetteki sıfata sahip olur, en hayırlı ümmet olur. O ümmet ki, hayatı şer ve fesattan korumak için imanla yoldaki dikenlere ve zorluklara aldırmadan yoluna devam eder. Ve bu görevi yapan Müslüman farzını yerine getirmekle beraber samimiyetini göstererek, şeytana ateş açarak batıla karşı, küfre karşı durarak safını belli etmektedir. Nasıl safını belli etmektedir. İnsanlar amellerine göre Kur’an’da mümin, münafık ve kafir olarak isimlendirilmektedir.
Tevbe suresinin 69 ve 70. ayetlerinde kafirlerin, münafıkların ve diğer ümmetlerin hallerinden, onların emril maruf nehyil anil munker yapmadıkları için zillete uğradıklarından bahsedilmekte.
Bu ayetlerin akabinde gelen 71 ve 72. ayetlerde de müminlerin hakkında bahsetmekte ve onların emril bil maruf nehyil anil munker yaptıkları için onların rahmete ereceğinden bahsedilmektedir.
“Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılar, zekatı verirler ve Allah’a ve Resul’üne itaat ederler. İşte, Allah’ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. ] Tevbe, 9/71.
İşte, bu ayetle münafıkların ve kâfirlerin karşısında gerçek iman sahipleri yer alır. Mü’minlerin yapıları, karakterleri onlarınkinden farklı, yaşayışları, ahlâkları onlarınkinden ayrı, sonları da onlarınkinden başkadır, sırf amellerinden dolayı.
Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar,
Mümin erkek ve kadınlar birbirlerinin velileridir. Yani onlar birlik, yardımlaşma ve dayanışma içindedirler. Bu dayanışma da iyiliği gerçekleştirme ve kötülüğü bertaraf etme alanında görülen bir dayanışmadır. Bu dayanışma ile mü’minler iyiliği emretmeye, kötülüğü yasaklamaya, Allah’ın sözünü, dinini yüceltmeye, İslam ümmetinin yeryüzünde gerçekleştirmesi gereken hedefe doğru yönelirler.
İşte marufu emretmek ve münkerden nehyetmek münafık ve mümini birbirinden ayırır. Mümin kadınlar ve mümin erkekler birbirine hakkı söyler, birbirlerinin hayırhahı olur, hayırlı amellerde yarışırlar ve bir hataları olduğunda da bunu sırf Allah için düzeltirler. Bilmemiz gerekir ki sadece Allah’a bağlı kişiler birbirlerini karşılıksız olarak destekler, bu yolda her türlü desteği birbirlerine verirler. Ve Allah’ın rahmetini elde etmek için kötülüklere karşı, iyiliği yaymak için kardeşlerine nasihat ederler, birbirlerinin aynası olurlar sırf cenneti elde etmek için, birbirlerinin hatasını düzeltirler uygun yerde uygun zamanda, şahsi almazlar meseleyi; bilirler ki yapılan Allah rızası içindir.
Peygamber efendimiz diyor ki; “Din hayırhahlıktır.”
Hayırhah; Başkasının iyiliğini istemektir. Yani böyle kimseler hep iyilik düşünüp İslam’ın ve insanların faydasına hizmet ve yardım ederler. İşte bizden istenen de budur, birbirimizin hayırhahı olmaktır.
Fakat insanlardan bir kısmı bu görevi unutmuş ya da önemsemez olmuş durumda. Bir kötülük gördüğünde, gücü yettiği halde, benim susmam daha hayırlı ben en iyisi kalbimle buğzedeyim deyip imanın en zayıf haline tutunur.
İslâm bilginleri, bir şeyden korkarak kötülüğe engel olmamanın âdeta o kötülüğü kabul etmek ve ona katılmak anlamına geldiğini, asıl korkunun Allah’tan korkmak olduğunu, iyiliği emretmek ve kötülüğü engellemek görevinin eceli yaklaştırmadığını ve rızkı kesmediğini, ancak göz göre göre tâkat dışı belâya direnmenin de câiz olmadığını söylemişlerdir.
Abdullah İbn Mes’ud (r.a.)’dan; Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: Ebu Said el-Hudri Radıyallahu anh Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellemin şöyle söylediğini işittim, dedi:
“Sizden herhangi biriniz bir kötülük görürse onu hemen eliyle değiştirsin. Eğer buna gücü yetmiyorsa diliyle değiştirsin. Ona da gücü yetmiyorsa kalbiyle değiştirsin. İmanın en zayıfı da budur.”
Emir ve nehiy yapamayışımızın sebepleri şu hadis-i şerifte ne güzel ifade edilmektedir: «Sizi iki sarhoşluk sarmıştır: Yaşama sarhoşluğu ve cehâlet sarhoşluğu. Bundan dolayı emr-i bi’l ma’ruf ve nehy-i ani’l münker yapamıyorsunuz. Kitap ve sünnetle kaim olanlar ilk muhacir ve ensar gibidirler.” (Ebu Naim)
Sarhoşluk ne kötü şeydir. Sarhoş olan gittiği yolu bilmez, gözüne perde iner, başı dertten kurtulmaz. Kim kendinden geçip, kendini unutup, kendini bilmez hareketler yapmak ister ki. Kim sarhoş olmak ister ki… Dünyaya dalmak ve ilimsiz kalmak işte buna benzetilmiş. Yani biz Kur’an’a ve Sünnete sarılırsak ensar ve muhacir gibi ecir olacağız ama ilimsiz kalıp ve dünyaya dalarsak davamızdan olacağız, farzımızı yapamayacağız.
Bu görevi yerine getirirken de hakkıyla yerine getirmek gerekir. Eğer ki başkalarına anlattıklarımızı kendimiz uygulamazsak işte o zaman azap çok büyük.
“İnsanlara iyiliği emrediyor da kendinizi unutuyor musunuz?” (Bakara: 44)
Usame b. Zeyd (r.a.)’dan; Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“Kıyamet gününde bir kişi getirilir, cehennemin içine atılır da cehennemde onun bağırsakları, derhâl karnından dışarı çıkar. Sonra o kişi, (bağırsakları etrafında) değirmen eşeğinin değirmende dönüşü gibi döner. Bunun üzerine cehennem ahalisi, o kişinin başına toplanır da:
Ey falan, senin hâlin nedir? Sen, bize dünyada iyilikle emreder ve bizleri kötülükten nehyeder değil miydin? derler.
Oda:
(Evet,) ben, size iyilikle emrederdim, fakat onu, kendim yapmazdım. Yine ben, sizleri kötülüklerden neh-yederdim de onu, kendim işlerdim, diye cevab verir.” (Sahihi Buharı)
“Başkasına emrıl maruf yapıp kendini unutan gaz lambasına benzer, dışarıya ışık verir ama kendini yakar.”
Kendimiz açısından, dava açısından, ümmet açısından öyle hassas ve önemli bir görev ki, bu peygamber görevi. Bizler bu görevi hakkıyla yerine getirmezsek, şuan dünyanın her yerini sarmış olan zulme sessiz kalmış sayılırız ve bu bizim sessizliğimizde güç sahiplerinin gücüne güç katmaktan başka bir şey değil. Biz sessizliğimizi sadece Allah’tan korkarak ve sırf onun rızasını gözeterek yolumuza devam edeceğiz. Eğer biz bu görevi yapmazsak, Allah’a karşı gelirsek, duada etsek te Allah bize yardım etmez.
Huzeyfe (R.A.)nin rivayetine göre Resulullah şöyle buyurdu:
“Nefsim elinde olana yemin ederim ki ya iyiliği emreder, kötülüğü nehyedersiniz ya da Allah üzerinize azabını gönderir de dua edersiniz ama duanızı kabul etmez.” (Tirmizi)
Hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü nehyeden bir cemaatin bulunması da kaçınılmazdır. Bizzat Kur’an ayetinin ifadesiyle yeryüzünde, hayra çağıran iyiliği emreden kötülüğü nehyeden bir otoritenin bulunması da kaçınılmazdır.
“İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten alıkoyan bir topluluk bulunsun. İşte onlar, kurtuluşa erenlerdir.” (Ali ı-İmran 104)
Ayetle sabittir ki Rabbimiz bunu bize farz kılmıştır. Rabbimiz bu görevi bir cemaatle birlikte üstlenmemizi istiyor. Maalesef öyle bir zamanda yaşıyoruz ki, zorba, fasık, zalim diktatörler, baskıcı ve batılı güçler, yalancı- inkarcı sözde alimler ve iyiliği reddedip kötülükten hoşlanan insanlar; gencimize yaşlımıza acımıyor, bebek katilleri her yerde, namuslar ayaklar altında. İşte bütün bunlar için iyiliği, emredip kötülükten nehyeden daveti taşıyan bir cemaatin varlığı ve bu cemaatle çalışmak farzdır. Hayattaki bütün pislikleri ortadan kaldıran bir amel olduğu için de farzların en üstünü, ümmetin köklü çözümüdür.
İhya-ü Ulumi’d Din” adlı eserinde İmam Gazali şöyle diyor: “Emri bi’l ma’ruf ve nehyi ani’l münker, Allah’ın bütün peygamberlerin gönderilme sebebi kıldığı dinde en yüksek mevkii teşkil eder. Bu hüküm, teorik ve pratik olarak ihmal edilirse nübüvvet atalete terk edilmiş, din zayıflamış, dinden habersiz kalınmış olmasına karşılık dalalet yaygınlaşacak, cehalet her tarafı kaplayacak, fesat alınıp satılan bir meta haline gelecek, yalan ve taşkınlık umumileşerek ülkeler harap olup insanlık helak olacaktır.”
O halde kardeşlerim;
“İşittik ve itaat edeceğiz”, “elhamdülillah Müslümanlardanım” dediysek seçme şansımız, hürriyetimiz yok bu konuda. Allah muhafaza unutur da bu önemli görevi ihmal edersek münafıklık sıfatını almış oluruz. Bizim ihmalimizden dolayı hem başkası yanar, hem biz hesaba çekiliriz, hem de ümmetin felaketinden dolayı ayrıyeten hesaba çekiliriz. Yani bu öyle büyük bir hesap ki cezası kat kat.
İnşaallah bizler tarihteki örnek şahsiyetler, sahabeler gibi olalım. İslam’ın geleceği olalım. Hz. Bilal ne işkenceler çekti daha yeni Müslümanken. O Allah’a çağıran güzel sözlülerdendi. Dilinde işkence anında dahi ‘’ ehad ‘’ ehad’’ sözü vardı.
İnşaallah bizler de Allah’a çağıran güzel sözlülerden olanların arasına yazılırız ve İslam’ı taşıyarak Resulullah’ın duasına mazhar olanlardan oluruz inşaallah.
Resulullah (sav.) buyurmuştur ki;
“Sözümü işitip onu kavrayıp başka birine ulaştıranın yüzünü Allah ak etsin. Fakih olmadığı halde kendisinden daha anlayışlı kimselere fıkhı taşıyan nice insanlar vardır..”
İşte, bütün bu nasslar bir fert olarak her Müslümanın ma’rufa uyması ve münkerden sakınması gerektiği gibi ma’rufu emretmesi ve münkere de engel olması bir vecibe olmaktadır.
Bacınız; Zeynep Afra