2 Eylül 2015 Çarşamba sabahı Suriyeli iki çocuğun cansız bedeni Muğla sahillerinde kıyıya vurdu. Biri iki, diğeri üç yaşında olan Aylan ve Galip kardeşlerin anneleri de aynı denizde boğularak can verdi. Bu acı hadise hem Türkiye, hem de dünya basınında geniş yer buldu.
Batılı ülke yöneticileri bu olay karşısında “utandıklarını” ve gözyaşlarını tutamadıklarını dile getirdiler. İşte bu açıklamalar dahi Batı Medeniyetinin zalimliğini ifşa etmeye kâfidir. Zira döktükleri timsah gözyaşlarıdır. Bu ölümlerin gerçek müsebbibi bugüne kadar insanlığa zulüm ve felaketten başka hiçbir şey getirmeyen bizzat Batı’nın kendisidir. İşte yüreklerimizi yakan bu acı olay, onların fasit nizamlarının kıyıya vurduğunun son resmidir. Çünkü varil bombaları ve kimyasal silahlar ile katledilen Suriyeli çocukların kanları, hâlâ Batılı yöneticilerin elinde duruyor. Çünkü zalim Beşşar rejiminin saldırılarından ve ABD’nin bombardımanından kaçan Müslümanlar, sığınabilecekleri güvenli bir liman ararken denizlerde boğuluyor. Batılı yöneticiler ise Esed’i desteklemekten başka bir şey yapmadıkları gibi, bu ölüm yolculuğunu da sadece izliyorlar. Başka ne beklenirdi?
Müslümanların Batılılardan farksız olan işbirlikçi yöneticilerine gelince; Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem efendimize hakaret edenler için Paris’te yapılan törenlere adeta koşarcasına giden Arap beldelerin yöneticileri, her zaman olduğu gibi bu durum karşısında da Arap Birliği ve İslam Konferansı Örgütü ile beraber sessizliğe gömüldüler.
Türkiye’de ise Cumhurbaşkanı Erdoğan CNN International’e verdiği röportajda, üç yaşındaki bir çocuğa ait bu fotoğrafın kendilerini ağlatan bir kare olduğunu ifade etti. CNN muhabirinin suçlu kim sorusuna ise şu yanıtı verdi. “Ben doğrusu tüm Batı dünyasını bu konuda suçlu buluyorum.” Başbakan Ahmet Davutoğlu ise yaptığı yazılı açıklamada şöyle dedi: “Başkentlerde, Brüksel’de soğuk duvarlı toplantı salonlarında yapılan müzakerelerde gelinen yer Aylan’ın cansız bedeni olmuştur. Kaybeden bütün bir insanlıktır ve bu insanlığı temsil ettiğini iddia eden ancak gereğini yapamayan uluslararası toplumdur.” Ne hazindir ki bu iki açıklamanın yapıldığı aynı gün, İslam beldelerini kana bulayacak Amerikalı ve diğer yabancı askerlerin Türkiye’de bulunmasına izin veren tezkere yeni kurulan seçim hükümeti tarafından meclisten geçirilerek kabul edildi.
Hizb-ut Tahrir Türkiye Vilayeti olarak önce, özelde Suriyeli Aylan ve Galip kardeşlerle annelerine, genelde ise çaresizlik içinde çıktıkları ölüm yolculuğunda denizlerde kaybolan ve can veren Müslümanlara Allah’tan rahmet diliyoruz. Ailelerine sabır ve metanet niyaz ediyoruz. Sonra ise yöneticilere sesleniyor ve şöyle diyoruz:
Ey Yöneticiler! Müslümanların malları ve canları ne zamandan beri kâfirlerin korumasına ve insafına terk edilir oldu? Tarih boyunca hangi devirde Halifeler Müslümanların güvenliğini sağlamak ve onları koruma altına almak için kâfirlerden medet umdu? Batı medeniyetinin kıyıya vurduğunu görmüyor musunuz? Neden hala ondan medet umuyorsunuz? ABD ve İngiltere’nin, Irak ve Afganistan’da yüz binlerce çocuğu yetim ve öksüz bıraktığını nasıl da unuttunuz? Fransa’nın Cezayir ve Mali’de, İtalya’nın ise Libya’da yaptıklarını nasıl unutursunuz? Tüm bunlar aklınıza gelmiyor mu? O halde neden hâlâ Batı’dan ve onun fasit medeniyetinden yardım bekliyorsunuz?
Ey Yöneticiler! Bir taraftan boğulan çocukların suçlusu olarak Batı’yı gösteriyorsunuz, diğer taraftan ABD ve Batılı askerlerin topraklarımıza gelerek Suriye ve Irak halkını bombalaması için aynı gün tezkere çıkartıyorsunuz. Bir taraftan uluslararası toplumdan şikâyetçi oluyorsunuz, diğer taraftan ABD ve NATO’ya hava üslerimizi açarak onların katliam ve cürümlerine ortak oluyorsunuz. Bu ne yaman bir çelişki! Bu nasıl bir devlet adamlığı? Bu nasıl bir liderlik? İslam Halifeleri sadece Müslüman bir kadının feryadına ucu bucağı gözükmeyen ordular gönderirdi. Siz ise yaptırdığınız ucu bucağı gözükmeyen çadır kent ve kamplarla sadece övünüyor hatta bazen bunu Batılılara şikâyet ediyorsunuz. Siz, askerlerinizi ve uçaklarınızı ABD ile ortak operasyonlara sokmakla övünüyorsunuz. Bu mu adalet anlayışınız? Bu mu stratejik derinliğiniz? Büyük devlet dediğiniz şey bu mu? Söyleyin hadi, sizin gerçek dostunuz, gerçek düşmanınız kim?
امُّبِينً عَدُوًّا لَكُمْ كَانُواْ الْكَافِرِينَ إِنَّ “Muhakkak ki kâfirler sizin apaçık düşmanınızdır.” [Nisa 101]
Hizb ut tahrir Türkiye