1 Kasım’da Türkiye’de yapılan milletvekili seçimleri sonuçlandı. Yayınlanan sonuçlara göre AK Parti aldığı %49,5 oy oranı ile birinci parti oldu. Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) %25,3 ile ikinci, Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) %11,9 ile üçüncü, Halkların demokrasi Partisi (HDP) ise %10,8 oy oranı ile dördüncü parti oldu. 7 Haziran’da yapılan Milletvekili seçim sonuçları ile 1 Kasım sonuçlarını kıyasladığımızda ortada büyük farkların olduğunu görüyoruz. Zira 7 Haziran seçimlerinde AKP %40,9, CHP %24,9, MHP%16,30, HDP ise %13,1 oranında oy almışlardı.
Sadece 5 ay gibi kısa bir sürede partilerin oy oranlarındaki büyük değişimlerin sebeplerinin hem Türkiye içi siyaset hem de Ortadoğu ve bölgesel dış siyaset ile ilişkisinin olduğunu vurgulamak gerekiyor. Zira halkın tercihlerini etkileyen faktörler çoktur ve önemlidir. Çünkü 12 yıl iktidarda kalmış bir partinin oylarını 7 Haziran’da adeta ihtar çeker, hatta cezalandırır gibi %9 aşağı çeken halk nasıl olur da 5 ay sonra yine tercihini bu partiden yana kullanır, bunun sosyal siyasal ve ekonomik etkileri muhakkak vardır. Bu etkileri aşağıda tek tek değerlendireceğiz.
Yine bu seçimlerin gerçekte kazananının kim olduğunu partilerin aldığı sayısal oy oranları üzerinden değil, toplumsal, sosyal ve siyasal gerçekler ve beklentiler üzerinden de değerlendireceğiz. Ancak seçim sürecinde yaşadıklarımız ışığında bende oluşan hissiyat ve şu önemli tespitleri okuyucuyla daha önce paylaşmak istiyorum:
Malum Köklü Değişim camiası ve Hizb-ut Tahrir olarak daha önceki tüm demokratik seçimlerde olduğu gibi bu seçimlerde de Müslümanları şer-i hükme uygun hareket etmeye davet ettik ve demokratik seçimlerde oy kullanmanın haram olduğunu ifade ettik. Bizim bu noktada şer-i hükme rağmen bir şey yapabilmemiz mümkün olmadı, bundan sonra da mümkün olamaz. Zira Müslümanlar şer-i hükümlere bağlı kalmakla sorumludurlar. Her seçim döneminde olduğu gibi bu seçim döneminde de bizim bu yaklaşımımız ya Müslümanlar tarafından yanlış anlaşıldı ya da bazı çevreler tarafından bu tavrımız Müslümanlara yanlış algılatıldı.
Bizi AK Parti düşmanlığı ile suçlayanlar, “paralel” yandaşlığı ile itham edenler dahi oldu. Hâlbuki hem AK Parti hem de “Paralel” denilen yapı, Hizb-ut Tahrir çalışanlarına tam 12 yıl etmediklerini bırakmadılar. İftiraya maruz kaldık, etik ve hukuk dışı yollar kullanılarak İslami fikir ve projelerimizin marjinal kılınması için çaba sarf edildi. Zulme uğradık ve ağır hapis cezaları ile haksız yere mahkûm edildik.
Tüm bunlara rağmen biz Müslümanları kendimize asla düşman edinmedik. Biz Müslümanlara dost nazarıyla bakanları da asla kendimize düşman edinmedik. Bizim bir tek düşmanımız var, o da İslam’ın karşısında duran Demokrasi ve Laiklik gibi küfür sistemleridir, dedik. Biz yıllarca hep bunlara düşman olduk. Hilafet kaldırıldıktan sonra Müslümanları Batı’nın şerleri ve kötülükleri ile tanıştıran Laikliğe demokrasiye düşman olduk, kötü mü ettik?
Biz bu halka hiç düşman olmadık. İslam’ın şiar ve namını yükseltme beklentisi ile Müslüman yöneticilere oy vermelerinden dolayı da insanlara hiç düşman olmadık. Aksine Müslümanların bu tutumu, insanların İslam’a ve onun değerlerine teveccüh ettiklerini gösterir. Bu güzel bir şeydir. Bu durum, insanların İslam’dan hala çok umutlu olduklarını gösterir. Şayet insanların çoğu İslam’a düşman olan ve İslam’ın aleyhine projeler taşıyanlara teveccüh etmiş olsaydı bu kötü bir şey olurdu, buna daha çok üzülürdük. İşte buradan hareketle biz bu topluma hep güvendik. Başkalarının aksine köklü ve İslami bir dönüşümü, değişimi gerçekleştirebileceğine inandık ve hala inanıyoruz. Biz, kendisine öncü olacağımız, imani gücü ve kararlılığıyla üzerindeki kül tabakasını atacağına inandığımız Müslümanlara nasıl düşman olabiliriz!?
Bizim düşmanımız Batı’nın İslam beldelerini sömürmek için kullandığı sistemlerdir. İkiyüzlü ve münafık görüntülü demokratik sistem bizim düşmanımızdır. Bu sebeple Müslümanlardan da demokrasinin ikiyüzlülüğünü görmelerini, ona net bir tavır koymalarını istedik. Demokrasinin İslami talep ve hedeflere ulaşmada bir araç olarak kullanılmasının Müslümanlara ve İslam’a hiçbir fayda getirmediğini ve getiremeyeceğini haykırdık. Cezayir’i örnek gösterdik, Mısır’ı örnek gösterdik Türkiye’yi örnek gösterdik. Necmettin Erbakan’ın Milli Nizam’ından bugüne kaç sene geçti, hedef aynı, yol aynı yöntem aynı… Ne kazandık, ne kaybettik? Müslümanların dönüp geriye bakmalarını istedik.
Biz dertliyiz, biz dertli olduğumuz gibi Müslümanların geneli de dertli. Bizim bir davamız var, bizim davamız Müslümanların da ortak davasıdır. O dava İslam’ın rahmetini yeryüzüne yayacak nizamı yeniden hayata hâkim kılmaktır. Bizim bir düşmanımız var, Müslümanların düşmanı tekdir. İşte o düşman küfürdür işte o düşman küfrün sistemi olan demokrasidir, laikliktir.
Biz üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirdik, gitmeyin demokratik seçimlerde oy kullanmayın, laik ve demokratik bu rejimin bekasına hizmet ve aracılık etmeyin dedik. Ama anlatamadık, anlaşılamadık, bilinçli bir şekilde yanlış algılatıldık. Olacak oldu ve seçimlerin kazananı, kaybedeni açıklandı. AK Parti ezici bir çoğunlukla seçimleri kazandı. AK Parti kazandı ama gerçekte kazanan ve kaybeden kim, gelin bir de ona bakalım:
1 Kasım’da Gerçekte Kim Kazandı?
İsterseniz bu sorunun cevabını AK Parti genel başkanının balkon konuşmalarındaki ifadelerinde arayalım. Ahmet Davutoğlu’nun konuşmasına başlarken kullandığı selamlama hitabına şöyle bir göz gezdirelim, “Gözlerini bu mübarek ülkeye heyecan içerisinde çeviren milyonlarca Türkiye sevdalısına selam olsun. Kaderini Türkiye’nin kaderine bağlamış, hayır dualarını bu kardeşlerinden eksik etmeyen bir buçuk milyarlık Müslüman kardeşimize selam olsun.”
Ahmet Davutoğlu’nun selamlama hitabındaki muhatap kitle genelde tüm Müslümanlar özelde ise Türkiye’de yaşayan Müslümanlardır. İslam beldelerindeki Müslümanların Türkiye’den beklentileri var öyle değil mi? Türkiye’de yaşayan Müslümanlar ise AK Partiye karşı tüm bu beklentileri karşılayacağına dair bir inanç ve hissiyat taşıyorlar. İşte Ahmet Davutoğlu’nun hitabında bu hissiyattaki ruha gönderilen bir selam var.
Balkon konuşmasının ilerleyen bölümündeki ifadelere geldiğimizde beklentilerden gerçeğe bir dönüşle karşılaşıyoruz. Hissiyattan somuta bir gerçeklikle karşı karşıya kalıyoruz. Ahmet Davutoğlu, balkon konuşmasında daha neler söyledi şimdi bir de buna bakalım, “81 vilayetimizde coşkuyla demokrasi bayramı yapan vatandaşlarımı selamlıyorum. Allah’ın selamı üzerinize olsun. Bu demokrasi kürsüsünden 71 milyon vatandaşımızın bütününe selamlarımızı, muhabbetlerimizi sunuyoruz. Kurucu genel başkanımız, Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın bir demokrasi ve uzlaşma şölenine çevirdiği bu balkondan büyük bir onur duyuyorum.” “Bugün yenilen yoktur, bugün kazanan vardır. O da milletimizdir, cumhuriyetimizdir, demokrasimizdir.”
Evet, işte bu ifadeler gerçek ifadeler, bu ifadeler bütün beklentileri yerle yeksan eden ifadeler. Bu ifadeler seçimin gerçek kazananını resmi olarak ilan eden ifadeler. Bu ifadelerin içinde ruh yok. Bu ifadelerin içinde AK Partiye oy veren Müslümanların hissiyatı, duygusu yok. Bu ifadelerin içinde İslam beldelerindeki Müslümanların beklentisine bir cevap da yok.
Hani AK Parti kazanınca; Hayırlı olsun İstanbul, Gazze, Saraybosna, Kahire, Patani, Şam hayırlı olsun denildi ya, hani AK Parti kazanınca; Suriye kazandı, Filistin kazandı, Mısır kazandı denildi ya…
Bunların hepsi içi ruhi beklentilerle dolu umut ve hissiyatlardı. Ama bu gidiş ile kazananlar bunlar olmayacak. Çünkü Demokrasi Müslümanlara hiç kazandırmadı bilakis hep kaybettirdi. Irak’ta kaybettik, Bosna da kaybettik, Cezayir’de kaybettik, Mısır’da kaybettik.
Şimdi Filistin’de de kaybetmek mi istiyoruz? İşgalci İsrail’in varlığını kabul eden demokratik bir Filistin Devleti ümmet için İslami bir kazanım mı olacak? Suriye’de kaybetmek mi istiyoruz? 5 yıldır şehitlerin kanı ile sulanan bu topraklara Demokratik Suriye ismini mi verelim?
AK Parti kazanamamış, CHP gibi solcu bir parti, HDP gibi Kürt Milliyetçisi sol ve demokrat bir parti ya da Türk milliyetçisi MHP kazanmış olsaydı bunlar olmayacak mıydı diye sorulabilir? Tabii ki daha da kötüsü olabilirdi. Ama bu planların Müslümanların desteklediği AK Parti eli ile gerçekleşiyor olması, Müslümanların AK Partiye verdiği destek sonrası elde edilen başarının demokrasi bayramı olarak kutlanması, İslami olarak büyük kayıptır. Çünkü AK Parti’nin topluma yönelik sosyal mesajları İslami motifli mesajlardır. Yöneticilerin hitapları ve vaatleri de İslami söylemler içermektedir. AK Parti aynı zamanda halka hizmet konusunda diğer partilere oranla daha fazla çalışan bir partidir.
AK Parti’nin bu özelliklerini esas alarak ona oy toplayan, onun bu çalışmasından İslami bir gelecek beklentisini dile getirenlerin, seçim başarısını demokrasi bayramı olarak tanımlayan Ahmet Davutoğlu’na söyleyecek bir sözü olmaz mı? Seçimlerde “Kazanan demokrasidir, cumhuriyettir.” diyen Davutoğlu’na senin dilin ne söylüyor öyle, ağzından çıkanı kulağın duymuyor mu diyen bir kimse çıkmaz mı, çıkmayacak mı? Çıkmadı maalesef… İşte en büyük kaybımız budur.
AK Parti seçimleri kazansa, Türkiye’yi bir 10 yıl daha yönetme şansını elde etse de gerçekte kazanan Demokrasi oldu kaybeden Müslümanlar oldu, biz olduk.
İnşaAllah hissiyatıma tercüman olabilmişimdir.
Şimdi son olarak 1 Kasım seçim sonuçlarını etkileyen faktörlerin değerlendirilmesine gelelim ve son noktayı koyalım.
Ekonomik kriz beklentisinin etkisi: 7 Haziran seçimleri öncesinde ekonomik alanda Türkiye’de sıkıntılı günler yaşanıyor ve Türk lirası karşılığında dolar değer kazanıyordu. Gezi olayları, AK Parti-Gülen cemaati arasındaki kavga ve yolsuzluk iddiaları iktidar partisi aleyhinde bir algı oluşturmuştu. 7 Haziran’dan hemen sonra AK Parti tek başına iktidar olamayınca siyasi çözümsüzlük (koalisyon) süreci başladı. Koalisyon görüşmelerinden de bir sonuç çıkmayınca ekonomide sıkıntılı süreç kendini çok bariz hissettirdi.
İşte bu sıkıntılı ekonomik süreci AK Parti kendi lehine kullandı ve açıkça halka şu mesajı verdi: “Eğer bizi tek başına iktidara getirmezseniz ekonomik kriz baş gösterir. Koalisyon ile yönetilen bir ülkede ekonomik istikrar olmaz.” Türkiye halkı da bu ekonomik gösterge karşısında tercih değiştirdi ve 1 Kasım’da AK Parti’yi tek başına iktidara taşıdı. Çünkü gelecek 10 yıl için ekonomik gelişmeler konusunda Türkiye halkının karşı karşıya kalacağı büyük riskler vardı. Halkın büyük bir çoğunluğunun bankalara kredi borcu bulunmakta, eğer AK Parti tek başına iktidar olamazsa koalisyon olur ve ekonomik istikrar bozulur, faizler artarsa Bankalar halkın kapısına dayanır. Dolayısıyla 12 yıllık süreçte tüketim alışkanlığında çok büyük değişimler yaşayan, bu tüketimi küresel kapitalizme entegre şekilde kredi kartlı sistemler ile yapan halk, AK Parti’nin bu 5 aylık süredeki kriz söylentisinden oldukça etkilendi ve tercihini ekonomik istikrardan yana koydu.
Terör sorununun etkisi: Türkiye’nin bölgesel bir aktör olabilmesi kendi iç siyasi sorunlarını ne kadar çözüme kavuşturduğu ile doğrudan orantılıdır. Eğer Türkiye 30 yıldır devam eden terör sorununu çözebilirse o zaman bölgesel bir aktör olmaya aday olabilir. Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun bu özelliği terör sorununun siyasal bir zeminde çözüme kavuşmasını ivedi kılıyordu. Özellikle de komşu ülke Suriye’deki gelişmeler bu sürecin daha da basit yöntemler ile hızlanmasını sağlamıştı. Zira dağdaki PKK militanlarının Suriye sınırına akın etmesini ve oradaki Kürt bölgelerini Esed’den teslim almasını gerektirecek çok önemli gelişmeler yaşanıyordu. Aslında bu gelişmeler Suriye’de açık bir rejim değişikliğinin habercisiydi. Baas rejimi gidecek ve yerine bağımsız İslami bir rejim gelecekti. Bu tehlike Türkiye ve PKK’nın, sorunu siyasal zeminde çözme arayışlarını oldukça hızlandırdı.
Çözüm süreci denilen şey bu bölgede siyasal bir muhataplığı gerekli kıldı. HDP bu muhataplığı çok etkin bir şekilde kullanınca ve AK Parti bu sürecin kontrolünü tamamen elinde tutamayınca 7 Haziran seçimleri ortaya bir sonuç çıkardı. AK Parti oylarının elinden kayıp gittiğini 7 Haziran akşamı anlayabildi. HDP’nin çözüm sürecindeki muhataplığı AK Partiye umduğundan daha pahalıya mal olmuştu. İşte 7 Haziran’dan hemen sonra başlayan yeni terörle mücadele süreci Kürt halkına yeni başka bir mesaj verdi. “Türkiye eğer tek başına bir iktidar ile yönetilmezse yani AK Parti iktidar olamazsa 1990’lı yıllara geri dönülür. Yeniden bu bölge olağanüstü hal bölgesi olur.“ Bu mesaj Kürt halkı tarafından çok net bir şekilde alındı. Aynı şekilde AK Parti’nin terörle mücadele stratejisi milliyetçi muhafazakâr oyların da kendisinde yeniden toplanmasını sağlamış oldu.
Vaatlerin seçim sonuçlarına etkisi: Her seçim öncesinde olduğu gibi 1 Kasım seçimleri öncesinde de partiler halka bazı vaatlerde bulundular. Genelde bu vaatlerin büyük bir bölümü ekonomik vaatlerden ibaret oldu. Bu vaatler halkın tercihleri üzerine bariz etki yaptı. AK Parti dışındaki partiler bazı ekonomik vaatlerde bulundular ancak halk iktidara daha yakın olan AK Parti’nin vaatlerini daha gerçekçi buldu. Çünkü diğer partilerin ekonomik vaatleri çok uçuk vaat olarak görüldü. Halk CHP, MHP ve HDP’nin tek başına iktidar olma ihtimalinin çok zor olduğunu bildiği için AK Partiye oy verdi ve verilen vaatlerin gerçekleşmesini arzuladı. Bu vaatlerin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini öğrenmek için çok fazla beklemeyeceğiz kanaatindeyim. En azından asgari ücretin 1300 TL olacağına dair vaadin gerçekleştirilmesinin iktidarın kendi iradesinde olmadığını söyleyebiliriz. Sermaye sınıfının buna müsaade etmeyeceğinin işaretlerini ekonominin müstakbel bakanı Ali BABACAN’ın açıklamalarından anlayabiliriz.
Ortadoğu ve bölgesel dış siyasetin seçim sonuçlarına etkisi: 12 yıldır AK Parti iktidarı ile uyumlu çalışan ABD’nin Türkiye’nin bölgesel siyaseti üzerinde çok ağırlıklı bir etkisi bulunmaktadır. Türkiye’nin Ortadoğu, özellikle de Suriye üzerindeki rolünü dikkate aldığımızda ABD’nin Türkiye’de gerçekleşen seçimlere etkisinin olup olmayacağını söyleyebiliriz. ABD Suriye konusunda çözümsüzlüğe saplanmış bir durumdadır. Rusya’nın bile Suriye’ye müdahale etmesine müsaade etmesi bunun göstergesidir. Bu sebeple ABD Suriye konusunda bölgesel devletlerin rolünü etkin bir şekilde kullanmak istemektedir. Bu devletler İran, Irak, Ürdün ve Türkiye’dir. Suriye’ye 900 km sınırı olan Türkiye’nin rolü diğer üç ülkenin rolünden daha fazla önem arz etmektedir. Durum böyle olunca ABD Türkiye’de istikrarlı bir yönetimi daima istemektedir. Koalisyon hükümetleri ABD’nin Türkiye üzerinden yürüteceği politikaları yavaşlatacak ve hatta akamete uğratabilecektir. Bu sebeple ABD 7 Haziran seçimleri sonrasında Erdoğan ve AK Parti’nin erken seçim kararını destekledi. Türk milliyetçi oyları ve Kürt bölgesindeki oyları geri alabilmesi için Türkiye’nin PKK’yı vurmasına ses çıkarmadı hatta destekledi. Bunun karşılığında ise Suriye’ye müdahale de kullanabilmek için Türkiye’den askeri hava üslerinin kullanımı için izinleri rahatça aldı.
Özetle Türkiye, Ortadoğu bölgesinde etkin rolü olan bir ülkedir. ABD ise bu rolü en etkin şekilde kendi çıkarları için kullanmak istiyor. Bunu yapabilmesi için Türkiye içinde istikrarsız bir süreci (koalisyon) asla kabul etmiyor. İstikrar için ise kendisi ile 12 yıldır uyumlu çalışma tecrübesine sahip AK Parti’yi destekliyor. Eğer ABD, Erdoğan ve AK Parti’yi desteklemeyecek olsaydı seçim sonuçlarının AK Parti aleyhinde değişmesi için tüm dinamikleri kullanırdı. Bunu kullanıp kullanmadığını sizin gözlemlerinize bırakıyorum.
Mahmut kar