Tahir Şanlı
4. Bölüm
Fetihlerin durmasındaki ana etkenler:
Fetihler neden durdu? Bu soruyu Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’in şu hadisi şerifi ile izah etmeye çalışalım:
- Sevban’ın bildirdiğine göre Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem şöyle buyurdu:“Yemek yiyenlerin yemek kabının başına üşüştükleri gibi insanların size karşı birleşip başınıza üşüşmeleri yakındır.”Biri “O gün biz sayıca az olduğumuz için mi (bu duruma düşeriz)?” diye sorunca, “Hayır, bilakis o gün sayıca oldukça fazlasınız… Fakat selin kenara attığı çer-çöp gibi (değersiz)siniz. (öyle ki:) Allah düşmanlarınızın kalbinden sizin mehabetinizi çekip çıkarır ve sizin kalbinize de VEHN koyar” diye buyurdu. “Vehn nedir, ey Allah’ın Resulü?” diye sorduklarında, şöyle buyurdu: “Dünya sevgisi ve ölüm korkusu.” (Ebu Davud, Melahim, 5)
Bu ve bu minval üzere gelen hadislerde üzerinde durulan husus, Allah’ın emirlerini yerine getirmeye engel olan ölüm korkusudur. Yerilen bu durum Müslümanı dünyevileşmeye, dünyayı ahirete tercih etmeye dayanan yanlış bir düşünceye sevk etmektedir. Dünyaya olan bu düşkünlük, Allah’ın davetini yeryüzünde yaymayı, her işte öncelikli kılmayı, ahiret hayatını unutmayı, şehitlik gibi bir mertebeyi göz ardı etmeyi beraberinde getirir.
Demek ki, devlet olsa da fetihlerin durmasında ana etken dünya sevgisinin ağır basmasından dolayıdır. Yoksa ordunun eksikliği, silahsız kalmak vs. değildir. Şu ayeti kerime bu gibi mazeretleri boşa çıkartıyor:
يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ حَرِّضِ الْمُؤْمِنِينَ عَلَى الْقِتَالِ إِن يَكُن مِّنكُمْ عِشْرُونَ صَابِرُونَ يَغْلِبُواْ مِئَتَيْنِ وَإِن يَكُن مِّنكُم مِّئَةٌ يَغْلِبُواْ أَلْفًا مِّنَ الَّذِينَ كَفَرُواْ بِأَنَّهُمْ قَوْمٌ لاَّ يَفْقَهُونَ
“Ey Peygamber; mü’minleri savaşa teşvik et. Eğer sizden sabreden yirmi kişi bulunursa; iki yüz kişiyi mağlup ederler. Eğer sizden yüz kişi bulunursa; küfretmiş olanlardan binini mağlup ederler. Çünkü onlar, anlamazlar güruhu dur.” (Enfal 65)
İslam ümmetinde Allah’a olan bağlılık ve bu yoldaki cesaretlerinin iman coşkusu içerisinde neler kazandırdığını hepimiz biliyoruz. İşte Müslümanlar bu değerlerini kaybedince fetihler gerçekleşmez oldu. Hele hele bununla birlikte dayanakları olan Hilafeti kaybedince fetihlerden artık bahsedilmez oldu.
Ortaya çıkan ve yerilen husus normal fıtri bir ölüm korkusu değil, Allah’ın emri olan cihattan alıkoyan ölüm korkusudur. İman eden, Allah’ın rızasını gözeten kişi için en güzel ölüm şekli Allah yolunda şehid olmaktır. Allah’ı razı etmek isteyen kişi dünyalıkları kaybetmekten korkmaz. Dünyalıkların tesirinde kalanlarsa kaybetme korkusu ile hareket eder. Allah Subhanehu Teala kendi yolunda yürüyenlerin kazançlı çıkacaklarını bir çok ayette gösterdi:
فَرِحِينَ بِمَا آتَاهُمُ اللّهُ مِن فَضْلِهِ وَيَسْتَبْشِرُونَ بِالَّذِينَ لَمْ يَلْحَقُواْ بِهِم مِّنْ خَلْفِهِمْ أَلاَّ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ
(Onlar) Allah’ın lütfuyla kendilerine bağışladığı (şehitlikten) övünç duyarlar. Ve arkada kalıp henüz kendilerine (şehid olarak) katılmamış olan kardeşlerine, hiçbir korku ve üzüntü olmayacağını müjdelemek isterler. (Âl-i imrân: 170)
Şu bir gerçektir ki batının gösterdiği ilkelere yönelmek hayat sevgisini beraberinde getirir. Dolayısı ile Müslümanlar bu düşünceden kurtulmak zorundadırlar.
Fetih özlemi çeken ümmet ne yazık ki fethin içeriğini de unutmuş vaziyettedir. Unutmak istemeyen kesimlerin ekseriyeti de (diğer bazı konularda olduğu gibi fetih konusunu da) bulundukları atmosfer cihetinde evirip-çevirmektedirler.
Kimileri fetihlerin durmadığından bahsediyor. Bu gün Müslümanlara hitapta bulunan bazı kişiler; “Osmanlı orduları Viyana’ya kadar kılıçları ile geldiler, sizler ise bu mabetleri ve cemiyetleri açarak Avrupa’nın en ücra köşelerine kadar yaydınız. Bu camilerden okunan ezanlarla buraları fethettiniz…” söyleminde bulunuyor. Bunun yanında İslam beldelerinde; “önce gönüller fethedilmeli…” söylemleri ve fetihlerin gerçekleştiği tarihi günleri ihya ederek bu duygularını törpülemeye ve köreltmeye çalışıyorlar. Bunlara göre fetih durmamıştır ve hala devam etmektedir. Aslında bu ve buna benzer söylemler fethin ana mecrasından saptırılması, Müslümanların bu gibi şeylerle avutulması ve kavramla oynanmasından başka bir şey değildir.
Günümüzde maalesef İslam’ı algılama tarzı değişmiştir. Başkalarının sınırlandırdığı, kavramların alt-üst edildiği, daha çok batının öngördüğü, Allah’ı değil de karşı tarafı razı edecek bir şekilde algılayış yaşanmaktadır. Böylesi bir durum da elbette ki İslam’ın öngördüğü fethi asla getirmez. Fikren çökmüş bir ümmet İslam’ın ruhuna uygun fetih anlayışını çoktan kaybetmiştir.
Fetih gerçek manada İslam’a kapıların açılması, İslami otoritenin önünde hiçbir engel kalmaması ise (ki öyledir) bu anlamda feth maalesef durmuştur. Öyle ki fethin temsil gücü/sultası Hilafet 1924’te hayattan kaldırılmıştır. İslam Devleti tarihi seyri içerisinde (1400 yıl boyunca) dönem dönem bazı nedenlerden dolayı fetihler duraksa da yaşadığımız dönem gibi fetihlerin arkası kesilmemiştir.
Hilafet ilga edilmeden önce fetihlerin durduğu malumdur. İslam ümmetinde İslami düşüncenin zayıflaması ile başlayan süreçte İslam sultasının zayıflaması ve Hilafetin hayattan kaldırılmasından sonrada herhangi bir İslami fethin gerçekleştiğinden bahsedilmez..
Karlofça Antlaşması (Ocak 1699, Osmanlı Devleti ile Avusturya İmparatorluğu arasında imzalanmış olan bir barış antlaşmasıdır) ile İslam’ın temsil gücü konumunda olan Osmanlı Hilafet Devleti fetih içerikli cihadı terk etmiş, savunmaya çekilmiştir. Bu antlaşma İslam devletinin batıda büyük çapta fethedilen İslam beldelerinin kaybedildiği ilk antlaşmadır.
İslam davetini cihad yolu ile taşıma olayı bu antlaşma ile durmuştur.
Öncesinde ise; orduyu ve toplumu etkileyecek, ideolojiyi üstün kılan ve bu uğurda fedakarlık gösterecek kitleler yok olmuş veya sessizliğe gömülmüştür. Genellikle nefsi terbiye adı altında insanlar bireysel terbiyelerle uğraşırken dinamik genç nesil bu çalışmalar içerisinde pasifize olup eriyip bitmiştir. Daha sonrasında İslam’a olan öz güven kaybolmuş, batı hayranlığı başlamıştır. Bunların yanında birçok sebepler ortaya konabilir. Bu kadarla yetinmek istiyoruz.
Fetih kutlamalarına gelince:
Kutlamalar bayram cinsindendir. İslam’da herhangi bir fethin naslara dayalı bir şekilde kutlamalara dönüştürüldüğü sabit değildir. Günümüzde kutlanılan Mekke’nin fethi de bu cinstendir. Mekke Resulullah zamanında fethedilmiştir. Fakat ne Resulullah döneminde ve de daha sonra sahabeler döneminde kutlandığına dair herhangi bir delil yoktur. Buna Resulullah Sallalahu Aleyhi Ve Sellem’in şu hadisi ile cevap verelim. Resulullah Sallalahu Aleyhi Ve Sellem’de şöyle buyurmuştur:
“İşlerin en kötüsü sonradan ihdas edilenler/ortaya çıkarılanlardır.” (Müslim)
İstanbul’un fethi ve bu cinsten kutlamalar da aynı kategoridedir. İslam’da fetihlerin kutlanmasına yönelik delillere rastlanmaz. Kutlama olarak da iki bayram vardır. Bunlar hepimizin bildiği gibi Ramazan bayramı ve kurban bayramıdır.
Fetihlerin yoğun yaşandığı dönemlerde dahi İslam orduları böylesi kutlamalara tevessül etmemiştir. Hz. Ömer zamanında İslam orduları birçok yerlere ulaşmıştır. Böyle olmasına rağmen daha sonra bunların fetih günleri olarak kutlandığını görmek mümkün değildir. Örneğin; Kudüs’ün fethi diye özel bir güne tahsis edilmiş bir kutlama duymadık.
İslam kaynaklarında yerini bulmayan bu gibi kutlamalar bazı cemaat, dernek veya sivil toplum kuruluşlarının ana sütunlarından biri olmuştur. Hatta İslam beldelerindeki bazı karton devletçikler de bu gibi kutlamalardan istifade cihetine gitmişlerdir. İslam ümmetinin duyguları ile oynayan, hedef saptıran bu kutlamalar feth getirmez. Ancak İslam ordularının harekete geçmesi ile fetihler gerçekleşebilir.
Tarihte yaşanan bu fetihler o fethi yaşayan ve gerçekleştirenler için Allah’ın rızasına ulaşma amaçlıdır, gelecek nesiller için kutlamalara dönüşüm menşeili değildir. Fetihle ilgili gelen hadiste bu sınırlama ile ilgili şu ifadeler yer bulur:
“Kostantiniyye elbette fetholunacaktır. “Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan, onu fetheden asker ne güzel askerdir.” (Buhari, Ahmed Bin Hanbel’in Müsned ve Taberânî’nin El-Mûcemu’l Kebir)
Burada fetheden ile fethedilecek yer hakkında bir sınırlama vardır. Yani buradaki övgü fetheden kişiye ve fethedilen yere münhasırdır.
Hadis, bir müjde, cesaretlendirme ve hedef gösterme özelliği taşımaktadır. 8 asır boyunca birçok komutan, bu hedefi gerçekleştirmek, İstanbul’un kapılarını İslam’a açmak için çaba sarf etmişlerdir. Bu da Fatih Sultan Mehmed’de nasip olmuştur.
Elbette bu fetihler İslam ümmetinin sahipleneceği fetihlerdir. Fethedilen beldeleri kaybetmek, hidayetin ulaştığı yerlerde yeniden cahiliye tortuları ve küfrün yaygınlaştığını görmek elbette ki sevinilecek bir şey değildir. Bundan Allah razı olmaz. Allah’ın sevmediği bir ortamdan Müslümanlar da karlı çıkamaz. İzzet ve onurları kırılır, insanlık değerini kaybeder, adalet yok olur, hidayetin önü kapanır.
Sahiplenmek demek; fethi ortaya çıkartacak zeminin yeniden ihyasını gerekli kılar. Aksi takdirde İslam’ın hayata tesir etmediği veya ettirilmediği bir beldede fetih kutlamaları bir anlam ifade etmez.
Bu gibi kutlamalara takılıp kalmak mevcut şartları kabullenmek demektir. Düzenin bir lütfu gibi algılanır, fetih ruhu kaybolur, fetihle ilgili duygular körelir, gerçek fetihleri hazırlayacak ortamı oluşturmaktan Müslümanlar uzaklaşır ve ümmet önünü göremez bir hale gelir.
Gayri İslami sistemler hayatımızın her alanına müdahale ederken, küfür düzenleri altında fetih kutlamaları nasıl izah edilebilir?!. Her yer toz-duman iken, Müslümanlar İngiliz, Amerikan, Rus kuklası yöneticilerin elleri ile sağa-sola savrulurken, Kudüs Yahudi varlığı altında inim inim inlerken, İstanbul laiklerin, demokratların batı kuklası yöneticilerin kollarına teslim edilmişken, Şam beldesi acılar içerisinde kıvranırken bu gibi fetih kutlamalarının ne anlamı var?
Yeni fetihleri özümsemek salt sözlerle, tiyatroya dönüşmüş kutlamalarla var olmaz. Ancak İslam’ı yeniden hayata hakim kılıp, İslam Devleti Hilafet sancağı altında, İslam davetini taşıyarak Allah’ın rızasını kazanmak yolu ile gerçekleşir.
Yeniden fetihler gerçekleştirmek mümkün mü?
Fethi gerçekleştirecek düşünce ve güç bu ümmetin bağrında saklıdır. İslam akidesi korunduğu müddetçe, Müslümanlar üzerlerindeki külleri savurup fethi gerçekleştirecek düşünceye bir gün mutlaka kavuşacaklardır. Müslümanlar İslam akidesi ve onun hayatla bağını kurarak bunu her zaman gerçekleştirme gücüne sahiptir. Bu dönüşüm için önce İslam’ın hayata hakim kılınması gerekir. Fethin temsili gücü Hilafet olmaz ise fetihte yoktur. Yoktur derken altını çizerek tekrar edecek olursak; Hilafet yoksa fetihte yoktur. Teorik olarak her ne kadar mümkünmüş gibi üzerinde yazılıp-çizilse de şer’i ıstılahı manada pratikte mümkün değildir.
Malumunuz günümüz de Müslümanların içerisinde bulunduğu manzara pekte hoş değildir. Müslümanların İslami hayata dönüş istekleri kafirler ve onların yerli işbirlikçileri tarafından her türlü zorbalıkla bastırılmaya çalışılıyor. Bu manzara değişmesi lazım. Bunun içinde önce İslam’ın tekrar hayatta hakimiyeti gerçekleştirilmelidir. Böylece akabinde fetihlere kapılar aralanmış olsun. Şunu unutmayalım ki Mekke’nin fethi Medine’den geçmiştir. Yani Medine’de İslam devleti kurulmuş daha sonra Mekke fethedilmiştir.
Bu anlamda günümüz vakıasında Mekke ve Medine dönemi benzerliklerini görmek mümkündür. Mekke’de iman edenler olmuştu fakat fetih gerçekleşmemişti. Günümüzde de dünyanın birçok yerlerinde Müslümanların olması, İslam’la şereflenen binlerce insanın olmasına rağmen maalesef fetih gerçekleşmiyor. Medine’de fetih sulta ile taçlanmıştır. Yani fethin temsili gücü İslam devleti doğmuştur. Mekke’nin fethi ile de Arap yarımadasının kapıları gelecek fetihler için açılmıştır. Durum böyle olunca günümüzde Hilafeti ikame etmeden fethin bir yerde gerçekleşeceği mümkün gözükmüyor. Bu, fethin bir daha hiç olmayacağı anlamına gelmez. Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem gelecekte yaşanacak fetihlerden bahsetti/haber verdi:
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem:
“Sizler Arap yarımadasını fethetmek için savaş yapacaksınız, Allah onun fethini kolaylaştıracak. Sonra Fars diyarının fethi için savaşacaksınız, Allah onun da fethini kolaylaştıracak. Sonra Rumlarla savaşacaksınız, Allah onun da fethini müyesser kılacak. Sonra Deccal’le savaşacaksınız, Allah onun da zaferini muvaffak kılacaktır’ buyurdu.” (Müslim)
Abdullah bin Amr Radiyallahu Anh şöyle anlatıyor:
“Biz, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in etrafında hadislerini yazıyorduk. Bir ara Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e:
−Hangi şehir önce fethedilir? Konstantin’iye mi, Roma mı? diye soruldu.
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem:
−‘Hırakl’in şehri önce fethedilir’ buyurarak cevap verdi.” (Hâkim 4/508, 8550)
“Muhakkak ki Allah, yeryüzünü gözlerimin önüne dürdü. Böylece onun doğusunu ve batısını gördüm. Şüphesiz Ümmetimin mülkü, (Allah’ın gözlerimin önüne) dürdüğü (her yere) yayılacaktır.”
Enes bin Malik Radiyallahu Anh şöyle diyor:
“Konstantiniye’nin fethi kıyametin kopmasıyla beraberdir.”
Ebu Hureyre Radiyallahu Anh şöyle dedi:
“Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem:
‘Bir tarafı denizde bir tarafı karada olan bir şehir (İstanbul’u) duydunuz mu?’ diye sordu. Sahabeler:
−Evet ya Rasulallah dediler. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem:
−‘İsmail oğullarından yetmiş bin kişi o beldede savaşmadıkça kıyamet kopmaz. Oraya geldikleri vakit kılıçla savaşmazlar, ok atmazlar. La ilahe illallah Allah-u Ekber derler, şehrin deniz tarafı düşer. Sonra yine La ilahe illallah Allah-u Ekber derler şehrin diğer tarafı düşer. Sonra yine üçüncü defa La ilahe illallah Allah-u Ekber derler onlar için bir gedik açılır onlar da şehre girer ganimet elde ederler. Onlar ganimetleri taksim ederken birisi gelir de: ‘Deccal çıkmıştır’ diye bağırır. Onlar da her şeyi bırakıp geri dönerler’ buyurdu.” (Müslim: 2920)
Bu ve bunun gibi fetihlere kapıyı aralayacak olansa şu hadiste belirtildiği gibidir:
Huzeyfe sözüne devam ederek şöyle dedi:
Rasul Sallallahu Aleyhi Vasellem şöyle buyurmaktadır:
“Aranızda nübüvvet Allah’ın dilediği kadar kalacak sonra kaldırmak istediği zaman onu kaldıracaktır. Daha sonra nübüvvet metodu üzere Hilafet olacaktır. Allah onu kalmasını dilediği kadar bırakacak sonra onu kaldıracaktır. Sonra ısırıcı bir hükümdarlığa dönüşecektir. Allah’ta onu dilediği kadar bırakacak sonrada kaldırmayı murat ettiği zaman kaldıracaktır. Daha sonra o diktatörlüğe dönüşecek Allah onu dilediği kadar bırakacak. Sonra onu kaldıracaktır. Sonra nübüvvet metodu üzere Hilafet kurulacaktır.” Sonra Rasulullah sustu…” (Ahmed b. Hanbel, 4/273)
İslam beldelerinden herhangi bir yerinde ikame edilecek olan İslam devleti Hilafet yeryüzünün her tarafında İnşaallah yeni fetihler gerçekleştirecektir. Demokrasinin, laikliğin, kapitalizmin kaleleri bir bir yıkılacak, gelecek zaferlerle İslam ümmeti ferahlayacak ve Allah nasip ederse İslam ümmeti nice fetihler görecektir. Bunun içinde elbette şartların olgunlaşması gerekir.
Yeniden fetihlerin gerçekleşmesi için gereken şartlar:
İslam ümmeti yıllardır fetihlerin özlemini çekmektedir. Bu özlemi bitirmeyen en büyük dayanakları ise İslam akidesine bağlı olmalarıdır. Bu bağlılık yok olmadığı müddetçe bu özlem de yok olmayacaktır. Fethi hazırlayan etkenleri kısaca sıralayacak olursak;
- İslam akidesine olan sımsıkı bağlılık, İslam düşüncesinin hayatta hakimiyeti, bu kültürle yoğrulmuş ümmetin evlatlarının çoğalması,
- Hayata bakış mikyasının değişmesi. Yani eşyaya bakış en aşağılara çekilip İslami hayatın ilk sırayı alması ki böylece ahiret hayatı ön plana çıksın, ölüm korkusu kalksın, Allah uğruna şehidlik özlemi bütün vücudu sarsın, cesaret gelsin, umutsuzluklar yıkılsın,
- Her şeyde olduğu gibi bu yolda da sabırla, azimle bu işe devam etmek,
- İslam sultasının/Hilafetin varlığı,
- İslam davetini yeryüzüne taşıma azmini yüklenmiş davetçilerin olması,
- İslam ordularının davet taşıyıcılarına eşlik etmesi…
Eğer bunlar hazır olursa Allahu Teala mutlaka Müslümanların önünü açacak, nusretini gönderecek ve onlara nice zaferler ve fetihler nasip edecektir. Nitekim Allahu Teala şöyle buyurdu:
وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُم فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُم مِّن بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْنًا يَعْبُدُونَنِي لَا يُشْرِكُونَ بِي شَيْئًا وَمَن كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ
“Allah, sizden iman eden ve doğruları yapanlara, kendilerinden öncekileri hükümran kıldığı gibi, onları da yeryüzüne halifeler kılacağını vaat etmiştir. Kendileri için hoşnut olduğu dinlerini güçlendirecek, korkularını güvene çevirecektir. Çünkü onlar yalnız bana kulluk ederler, bana hiçbir şeyi şirk koşmazlar. Bundan sonra kim küfrederse, işte onlar, fasık olanlardır.” (Nur 55)
Bu işi gerçekleştirecek bir taifeyi Allahu Teala yeryüzünde mutlaka var edecektir.
Fetihlerin kapısını aralayacak yolda öncüler olmak:
Fethi gerçekleştirmek için yola çıkanlar İslam davetini yüklenmekle daima öncü olmuşlardır. Bir nevi onlar da fethin anahtarlarıdır. Şu meşhur olayı hatırlayalım:
Hendek savaşında Medine’nin savunulması için şehrin kenarına derin çukurlar açılmasına karar verilmişti. Cabir (r.a.)’ in rivayetine göre, hendek kazılırken pek sert bir kayaya rastlanmıştı. Taşı kırmak için herkes bütün kuvvetini sarf etmiş, fakat hiç kimse onu kıramamıştı. Durum Peygamberimize bildirildi. Hz. Peygamber, karnına bir taş parçası sarılı olarak yerinden kalktı ve sivri balyozunu eline alarak hendeğe indi. Balyozu kayaya vurunca, o sert kaya kum gibi dağıldı.
Peygamberimiz taşa ilk vuruşta Kayser (Bizans)in sarayını, ikincisinde Kisra (İran)’nın sarayını, üçüncüsünde de San’a (Yemen) nın saraylarını gördüğünü ve bu memleketlerin Müslümanların eline geçeceğini müjdeledi.
Kur’an-ı Kerim’in Ahzab Suresi’nin 9-20. ayetleri arasında Hendek Savaşı’yla ilgili olaylar anlatılmaktadır. Ahzab Suresi’nin 12. ayetinde, ”Ve o zaman münafıklar ile kalbinde hastalık bulunanlar, meğer Allah ve Resûlü bize sadece kuru vaatte bulunmuş, diyorlardı” diye buyrulmaktadır.
Peygamber Efendimiz hendekteki kayayı parçalarken Bizans, İran ve Yemen’in fethedileceğini müjdeleyince, Muaatib İbn-i Kuşeyr, ”Muhammed bize İran’ın ve Bizans’ın saraylarını vadediyor, onları alacağımızı söylüyor. Halbuki biz kendi şehrimizi bile savunacak durumda değiliz. Korkudan hendek kazıyoruz” demişti. (Sahih-i Buhâri, c. 10, s. 213, Hadis No: 1588)
Bu müjdeden sonra fethin öncüleri hayatlarını feth hamuru ile yoğurmuşlardır. Daha sonraki nesiller için yollar açmışlardır.
Bugün imtihan sırası günümüz Müslümanlarındadır. Bir topluluğun sayıca az olması, elindeki imkânları kısıtlı olması, insanların değişik sebeplerle ilgi göstermemeleri, o topluluğun zafer kazanamayacağı anlamına gelmez. Zaferi veren Allah’tır. O gün Resulullah onların eline anahtarı verdi. Onlarda o zorlu günden sonra zaferden zafere fetihten bir diğer fethe koştular.
Şunu belirtelim ki; fetih bitmemiş ve onunla ilgili hükümler nesh (!) olunmamıştır. Ancak Müslümanların düştüğü gafletten dolayı fetihler duraksamıştır. Bu duraksamayı bitirip/Hilafetle taçlandırıp yeniden hayata geçirecek öncülere ihtiyaç vardır. Bu öncüler neden biz olmayalım?! Çünkü fethin yolunu açacak İslam kültürünü, İslam davetini, yeniden İslami hayatın oluşturulması yöntemini Allah bizlere birileri eli ile lütfetti. Allah’ın razı olmadığı bu hayattaki yanlışları gördük, onu değiştirmenin yollarını öğrendik, Hilafetin ışıklarını gördük, o fikirlere sahip olduk, onun için kitleleştik, onun için İslam’ı dava edindik, onun için Şer’i hükümlerin hayata hakim olması için yollara düştük…
Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem şöyle buyurdu:
“İslam garip başladı, başladığı gibi (bir hale) dönecektir. Ne mutlu gariplere!” (Sunenu İbn-i Mace II, 1319)
Duamız odur ki; Allah bizleri o garipler zümresinden kılsın, o nimetle (İslam’la) hem nusrete kavuşalım hem de Allahu Teala bizlere o gün sevineceğimiz fetihleri en yakın zamanda görmeyi nasip eylesin… (Amin)
– Son –