KÜLTÜRLENME SÜRECİNDE DUYGUNUN YERİ ve ÖNEMİ
ABDULMETİN İNALPOLAT
4. Bölüm
İşte, psikiyatristlerin -sosyal bilimcilerin-, düşünürlerin, bilhassa insanlığın ve yön verenlerin bilmesi gereken hakikat şudur ki; kişi fikir ve duygu uyumunu yakalayamadığı sürece ferdi mutluluğu elde edemeyecektir. Özellikle bilinmesi gereken şu husustur; herhangi bir uzvun verdiği rahatsızlıktan dolayı kişi operasyon olabilir, evli çiftler ayrılabilir. Ancak düşünce ve duygunun boşanma gibi muhayyerlikleri olmadığı gibi bir operasyona da tabi tutulup ameliyat olma şansları yoktur. Tek şansları uyumdur, birbirlerinden bağımsız hareket etmemeleridir.
Öyleyse fikir ve duygunun barışık uyum içerisinde olmaları kaçınılmazdır. Ya bahtiyar ya da bedbaht bir hayat sürecekler başka alternatifleri yoktur. İşte saadet; fikir ve duygunun ayrı kulvarlarda yürümeleri değil tek bir güzergahta yürümeleridir. Bu ifade doğrultusunda anlaşılması gereken husus; fikir ve duygunun vakası incelendiğinde tek bir kaide ile bu uyumun gerçekleşeceği realitesidir. Bunun örneğini atom parçacıklarından gökyüzü hadiselerine kadar gözlemleye biliyoruz. Allahu Teala şöyle buyurdu:
“Görmüyor musunuz; Allah, yedi göğü birbirleriyle bir uyum (mutabakat) içinde yaratmıştır?” (Nuh Suresi, 15)
Bu müthiş uyum ahenk yer ve gök ikilisinin bozulmaması tek ilahın varlığını zorunlu kılar. Allahu Teala şöyle buyurdu:
“Eğer yerde ve gökte Allah’tan başka ilahlar olsaydı yerin ve göğün düzeni altüst olurdu. Arş’ın rabbi olan Allah, o müşriklerin asılsız yakıştırmalarından münezzehtir.” (Enbiya 22)
Dolayısıyla konumuza örneklik teşkil etmesi açısından fikir ve duygu ikilisinin saadet için uyumu yakalıya bilmeleri tek bir fikri kaide-akideyi yani tek bir ilahın varlığını zorunlu kılar. Gerek fert huzuru gerek toplumsal asayiş için olsun kaçınılmaz bir tek çare vardır. O da; tek ilah anlayışıdır, bir tek emre göre yaşamımızı bütün alakalarda tanzim etmemizdir. Bakınız şu yaşadığımız dünyada mutsuz bireylerin, ailelerin, ağlayan annelerin, bacıların gözyaşları, savaşların, zulümlerin, çilelerin, fakirlik, hele de insafsızca işlenen kitlesel cinayetler insanlığın yüz karası… Bitmek bilmeyen suçlar yeter dedirtecek türden. Adaletsizliklerin tek nedeni vardır o da; insanların tek olan RABBULALEMİNİN nizamına iradelerini yönlendirmemeleridir. Ayeti celilede dile getirilen;
“Eğer hak, onların heva (istek ve tutku)larına uyacak olsaydı hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herkes (ve her şey) bozulmaya uğrardı…” (Müminun Suresi, 71)
Bu ayetler ışığında anlaşılması gereken husus; fert ve toplumun dinamiklerinden olan fikir ve duygunun vakası incelendiğinde, tek bir kaide yerine birçok kaideler ile bu uyumu sağlamaya çalışırsak içsel dünyamız yıkılmaya yüz tutar. Bundan dolayı fikir ve duygu bağımsız düşünülmemelidir. Yoksa bu tür bağımsızlık hareketleri, fert hürriyeti, özgürlük çatısı altında çağdaş, modern dünyanın yaygın hastalık diye tabir ettikleri sosyal bunalım -duygulanım-, düşünsel bozukluk diye teşhisi konulan daha birçok kavram demokrasinin türevi ve tabiatı gereği insan fıtratını bozmaya devam edegelecektir. Onun için eksiksiz, kendini tamamlamış İslam ideolojisinin anti virüs programı insanların derdinin tek dermanı olarak hem fert, hem toplum bilhassa ümmet nezdinde hayat sahasına inmelidir…
İslami akide ümmetin kurtuluşuna ilişkin toplumsal anti virüs programı Raşidi Hilafet gerçeğini insanlığın tedavisine sunmuştur. Bizlerinde hakikat yolcularının hayat sahasına indirmek istedikleri bu ulvi anti virüs programı için azıcıkta olsa bir karınca misali katkıda bulunmamız yaratılışımızın bir gereğidir. Dolayısıyla konumuzu özetlersek; fikir ve duygunun vakası incelendiğinde tek bir kaide ile bu uyumun gerçekleşeceği realitesidir.
İşte biz bu uyumu bireysellikte İslam şahsiyeti olarak adlandırıyoruz. Böylelikle toplumsal oluşumun ilk temelini şahsiyet harcıyla iyice sağlamlaştırmış oluyoruz. Değerli alleme müçtehit, dahi ve mütefekkir olan Takiyyuddin en Nebhani insan hayatında çığır açmış olan, o kapı aralığındaki o ışık bütün insanlığı aydınlatmasında, İslam’ın tedavi şeklini ve tek bir kaideyle seçkin bir şahsiyet nasıl oluşur bakınız bunu ne güzel ifade etmiş:
Şahsiyetin tedavi edilebilmesi ve seçkin bir şahsiyetin
oluşturulabilmesi, ancak insanın akliyeti ve nefsiyeti için aynı anda ancak
tek bir kaidenin bulunması ile gerçekleşir.
İslam, diğer şahsiyetlerden tamamen farklı ve seçkin bir şahsiyet
oluşturmakla insanı eksiksiz bir şekilde tedavi etmiştir. İnsan, bu fikri kaide ile
seçkin bir akliyete sahip olur. Kendinde fikirler için doğru ölçüler
bulunur. Böylece fikir sapmasından emin olur. Bozuk fikirleri reddeder.
Doğru fikir ve sağlam bir kavrayış üzerinde kalır.
Aynı zamanda İslam, insanın içgüdü ve organik ihtiyaçlarından
kaynaklanan davranışlarını, bu aynı akideden çıkan Şer’i hükümlere göre
dosdoğru bir şekilde tedavi eder. içgüdüleri en güzel bir şekilde
düzenleyip onları ne baskı altında tutar ne de tamamen salıverir. İnsan
için, huzur ve istikrar sağlamaya yönelik olarak ihtiyaçlarını birbiriyle
uyumlu bir şekilde doyurabileceği bir ortam hazırlar.
-Peki, seviye ve kaliteye dair kişiler arası ve kişi ile yaratıcı ilişkisinde duygunun önemi ve yeri nedir?
Allahu Teala Kur-an’ı Kerim’de Resulullah’ın, ashabının,
mu’minlerin, Rahman’ın kullarının ve mücahitlerin sıfatları hakkında şöyle buyurmaktadır:
“Mu’minler gerçekten felah bulmuşlardır. Ki onlar namazlarında huşu içindedirler Onlar bos sözlerden yüz çevirirler. Onlar zekatlarını verirler.” (Mu’minun 1-4)
Diğer ayette;
“Muhammed Allah’ın resuludur. Beraberinde bulunanlar da kafirlere karsı sert zorlu, kendi aralarında merhametlidirler…” (Fetih 29)
Bir başka ayette de;
“Rahman’ın kulları onlardır ki, yeryüzünde mütevazi olarak yürürler, bilgisizler kendilerine takıldıkları zaman selam deyip geçerler. Onlar ki gecelerini Rab’leri için secdeye vararak ve kıyama durarak geçirirler.” (Furkan 63-64)
İslam şahsiyetine sahip olanlar için özel sıfatlar vardır. İnsanlar
arasında bu ayrıcalıkları ile tanınırlar ve onlar adeta insanlar içinde özel
alametleri ile belirginleşirler. Müslümanın sahip olduğu bu sıfatlar,
Allah Subhanehu ve Teala’nın emir ve yasaklarına bağlı kalmasının yani Allah
ile olan bağını idrak etmesine binaen amellerini Allah Subhanehu ve Teala’nın
emir ve yasaklarına göre yürütmesinin kesin sonucudur. Bu nedenle
Müslüman, Şer’i hükümlere ancak Allah Subhanehu ve Teala’nın rızasını
kazanmak için bağlanır. Müslüman, İslami akliyete ve İslami nefsiyete sahip olduğu zaman, kendisinde merhameti ve sertliği, zühdü ve nimetleri bir arada
toplayabilen, hayatı doğru bir şekilde anlayan, gerektiği kadar dünyaya
yönelen, ahireti kazanmak için bütün gücüyle çalışan aynı anda hem
asker hem de lider olmaya elverişli şahsiyet olur. Ona ne dünyaya
tapanların sıfatları, ne Hint çilekeşliği/fakirliği ne de dünyadan elini
eteğini çeken kimsenin hali etki edebilir. O, cihadda kahraman iken aynı
zamanda mihrabın dostudur. Güçlü olduğunda da mütevazidir. Liderlik
ile fakihliği, ticaret ile siyaseti bir arada barındırır. Onun özelliklerinin en
üstünü onu yoktan yaratan yaratıcısı Allah Subhanehu ve Teala’nın kulu
olmasıdır. Bunun için onu; namazında huşuda, boş sözlerden yüz çeviren,
zekatını veren, gözünü haramdan çeviren, kendisine verilen emanetleri
muhafaza eden, ahdine vefakar, verdiği sözü yerine getiren, Allah Subhanehu ve Teala yolunda cihad eden bir kimse olarak bulursun. İşte
Müslüman budur. İşte mu’min budur. İnsanı insanoğlunun en hayırlısı
kılan İslam’ın oluşturduğu İslam şahsiyeti işte budur. (İslami Şahsiyet c. 1 s.15)
Allah (cc) Takiyyuddin en Nebhani’den razı olsun, onu derecelerle yüceltsin inşaALLAH.
Devamı var…