Home / News / HABER / DAVA / Hizb-ut Tahrir’den Genel Olarak İslâm Ümmetine Özel Olarak Güç ve Kuvvet Ehline Sondan Önceki Çağrı

Hizb-ut Tahrir’den Genel Olarak İslâm Ümmetine Özel Olarak Güç ve Kuvvet Ehline Sondan Önceki Çağrı

 

بسم الله الرحمن الرحيم

Hizb-ut Tahrir’den

Genel Olarak İslâm Ümmetine

Özel Olarak Güç ve Kuvvet Ehline Sondan Önceki Çağrı

Hamd Allah’a, salat ve selam Allah’ın Rasûlü’ne, O’nun ailesine, ashabına ve O’nu dost edinenler üzerine olsun.

Değerli Kardeşlerim! Es Selamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakâtuh

Size bu çağrıyı mübarek Ramazan ve faziletli oruç ayının manevi atmosferi içerisinde yapıyoruz. Allah Subhânehu ve Teâlâ bu mübarek ay hakkında şöyle buyurdu:

شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذِي أُنْزِلَ فِيهِ الْقُرْآنُ هُدًى لِلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِنَ الْهُدَى وَالْفُرْقَانِ Ramazan ayı ki onda Kur’ân, insanlara yol gösterici ve doğruyu yanlıştan ayırıcı belgeler olarak indirildi.” [Bakara 185] Ebu Hurayra RadiyAllahu Anh‘dan rivayet edilen bir Hadisi Kutsî’de ise Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: “Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor:

قَالَ اللَّهُ: كُلُّ عَمَلِ ابْنِ آدَمَ لَهُ، إِلَّا الصِّيَامَ، فَإِنَّهُ لِي وَأَنَا أَجْزِي بِهِ “İnsanoğlunun oruç hariç bütün iyi amelleri kendisi içindir; ama oruç benim içindir ve ben mükâfatını vereceğim.” [Buhârî] Yine Ebu Hurayra RadiyAllahu Anh‘dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: إِذَا جَاءَ رَمَضَانُ فُتِّحَتْ أَبْوَابُ الْجَنَّةِ، وَغُلِّقَتْ أَبْوَابُ النَّارِ، وَصُفِّدَتِ الشَّيَاطِينُ “Ramazan ayı gelince, Cennet kapıları açılır. Cehennem kapıları kapanır ve şeytanlar bağlanır.” [Muslim]

Alîyyu’l Kâdir olan Allah Subhânehu ve Teâlâ‘dan temennimiz o dur ki kalpleriniz açık, kulaklarınız işitir olur da söylediklerimize icabet edersiniz. Sonra da Allah Subhânehu ve Teâlâ’nın haklarında şöyle buyurduğu kimselerden olursunuz: الَّذِينَ يَسْتَمِعُونَ الْقَوْلَ فَيَتَّبِعُونَ أَحْسَنَهُ أُولَئِكَ الَّذِينَ هَدَاهُمُ اللَّهُ وَأُولَئِكَ هُمْ أُولُو الْأَلْبَاب “Sözleri dinleyip en güzeline uyanları müjdele. İşte Allah’ın doğru yola ulaştırdığı bunlardır. Gerçek akıl sahipleri de bunlardır.” [Zümer 18]

Şüphesiz ki sizler, geçmişte yaşadıklarımızı ve yaşamakta olduklarımızı görüyor ve işitiyorsunuz. Sömürgeci kâfir ülkeler, aç kurtlar ve kuduz köpekler gibi üzerimize saldırıyorlar. Ülkelerimiz, tüm açgözlülerin ve fırsatçıların iştahını kabartıyor. Hiç kimse de bu bölünmüşlüğü bütünleştiremiyor. Malumunuz üzere kanlarımız akıtıldı, mallarımız yağmalandı ve topraklarımız tırpanladı. Dahası bundan önce Yahudiler, mübarek Filistin’i, İsra ve Miraç topraklarını, ilk kıblemizi işgal ettiler. Orada gasıp devletlerini kurdular. Yeryüzünde fesat ve bozgunculuk çıkardılar. Halkı yerinden ve yurdundan ettiler, ülkelerinden çıkardılar. Yasakları çiğnediler, katlettiler, kan akıttılar ve hâlâ da o topraklarda bozgunculuk çıkarmaya devam ediyorlar. Yine kâfir Amerika da çok kanlar akıttı. Irak ve Afganistan topraklarını parçaladı. Her yerde bize karşı komplolar kurdu. Sudan’ı böldü. Doğu Timor’u Endonezya’dan ayırdı. Neredeyse Kıbrıs’ın tamamını Yunanistan’a verdi. Tüm bu bozgunculuklarda İngiltere de Amerika’ya iştirak etti. İmkân bulduğunda tek başına katliamlar yaptı ve kanlar akıttı. İmkânları el vermediğinde ise kimi zaman Amerika’nın gerisinde durdu, kimi zaman da Amerika’nın suç ortağı oldu. Irak, Afganistan ve Libya’daki katliamlarda Amerika ile işbirliği yaptı. Yine kâfir Fransa da katliamlarında bu iki devleti izledi. Orta Afrika’da olduğu gibi bazen onlara ortak oldu, bazen de onlardan ayrı ve bağımsız olarak katliamlar yaptı.

Sonra Rusya; Kırım, Kafkasya, Çeçenistan ve Tataristan’da katliamlar yaptı. Aynı şekilde Çin, Türkistan’da İslâm’a düşmanlık olarak yapacaklarını yaptı. Diğer taraftan Hindistan, Keşmir’de katliamlar yaptı. Keşmir’in neresi olduğunu biliyor musunuz? Onlar Hinduların katliam ve cinayetine maruz kalan Müslümanların topraklarıdır. Hatta küçük ülkeler bile Müslümanların katline iştirak ettiler. İşte Burma, Müslümanları katlediyor, namuslarını çiğniyor… Budistler de Müslümanlara musallat oluyor… Ve daha birçokları…

Bu kanlar, sadece sömürgeci kâfirler eliyle akıtılmıyor. Bilakis, onların işbirlikçisi ve uşakları olan yöneticiler, onlarla beraber savaşıyor ve Müslümanların kanlarını akıtıyorlar. Bilinçsiz Müslümanlar da iyi bir iş yaptıklarını sanarak onlara ortak oluyorlar. En azılı düşmanların savaşı gibi Suriye’de birbirleri ile savaşıyorlar. Sanki ilk cahiliyedeki gibi Irak’ta savaşıyorlar… Libya’da vahşi bir şekilde, Yemen’de ise sert bir şekilde savaşıyorlar… Mısır ve Tunus’ta da savaşa benzer şeyler oluyor ve bunların daha birçok örneği bulunmaktadır. Daha önce Müslümanlar arasında kendi elleriyle böyle cürümler ve benzeri hususlar yaşanmadı.

Sömürgeci kâfirler eliyle Müslümanların bedenlerinden sadece kanlar akıtılmıyor. Bilakis yaralı bedenlerinde görülmeyen daha ne katliamlar var. Zira akıllar ve gönüller katledildi. Sömürgeci kâfirler, Hilâfet’e davet eden ve onun için çalışanlara karşı hile, tuzak, şer çeşitleri ve yalan haber araçlarını kullandı. Bunlar, bazen doğrudan sömürgeci kâfirler, bazen de işbirlikçi ajanları eliyle kullanıldı. Hilâfet için çalışanlar karşısında çabalarının karşılığını elde edemeyince ve Müslümanları da Hilâfet’in farziyetinden saptıramayınca, Müslümanlardan bir grup, sömürgeci kâfirlerin yapamadıkları yaptılar. Kelimeleri manalarından saptırmak için konferans üstüne konferans düzenlediler. Hilâfet’in, şer’î bir hüküm ve İslâm’ın bir farzı değil, tarihi bir olgu olduğunu söylediler. Onların dışındakiler ise Hilâfet’e karşı savaş konusunda bundan çok daha ötesini yaptılar. Hilâfet’i, Hilâfet ismiyle karaladılar. Hilâfet adı altında katliam ve cinayet işlediler. Hilâfet’in böyle olduğunu iddia ettiler. Hilâfet adına, insanlığın aklına gelmeyecek kötülükler yaptılar. Sömürgeci kâfirler ve İslâm düşmanları için yol ve bu cürümlerin istismar edilmesi için Hilâfet adıyla zemin hazırladılar. Böylece insanlara, Hilâfet’in cürüm üstüne cürüm işlemek olduğu gösterildi. Sonra da insanlar Hilâfet’ten tiksindiler, ondan uzaklaştılar. Böylece Hilâfet, zihinlerdeki görkem ve ihtişamını kaybetti. Zifiri karanlıktan ibaret hâle geldi. Bugün ise Müslümanların durumu çok karanlıktır. Ancak bu karanlık, sadece sömürgeci kâfirler eliyle değil aynı zamanda onların işbirlikçileri hatta onların da önüne geçen İslâmcılar aracılığıyla gerçekleştirildi. İslâm karşıtı ya da İslâm adına sloganlar atan kimseler aracılığıyla gerçekleştirdi!

Ey Müslümanlar! Özellikle Ey Güç ve Kuvvet Ehli!

Durumumuz, Arapların cahiliye dönemini andırıyor. Sırf bir deve için aralarında kırk yıl savaşıyor ve kız çocuklarını diri diri toprağa gömüyorlardı. Elleriyle taş ve tahtadan putlar yapıyor, sonra da onlara ibadet ediyorlardı. Hatta bazen hurmadan yapıyorlar, acıktıklarında ise o yaptıkları putları yiyorlardı! Çölde avare avare dolaşıyorlardı. Bırakın dünyaya taşımayı, ne kendi halklarına ne de çevredekilere taşıyacak davaları yoktu… Medenî olanları ise, o dönemin büyük güçlerine bağlıydılar. Irak’taki Hira Krallığı Perslere, Suriye’deki Gassaniler de Romalılara bağlıydı. Romalılar, Perslerden ya da Persler Romalılardan tedirgin olduklarında Gassaniler ve Hiralılar birbirleri ile savaşıyorlardı! İster bedeviler isterse medenî ve uygar olanları olsun, Mekke hariç işte o zamanın Arapları böyleydi. Yılın belli günlerinde ibadet edilen putlara rağmen Allah Mekke’yi korudu!

İşte cahiliyedeki bedeviler böyleydi. Kendi kanlarını kendi elleriyle akıtıyorlar, boş şeyler için hatta pis kavmiyetçilik için aralarında savaşıyorlardı. Uygar olanları ise, çoğu zaman dönemin büyük güçlerini ilgilendiren bir çıkar için birbirleri ile savaşıyorlardı. Yani paramparça idiler. Hiçbir kimse onları bir araya getiremiyor ve pek çok büyük günahın işlenmesine hiçbir güç engel olamıyordu. Onların durumu bugün bizim durumumuza ya da bugün bizim durumumuz, onların durumuna nasıl da benziyor. Buna rağmen yöneticiler veya kabile liderleri bir ahlak ve edebe sahiptiler. Kimileri tevazu ve hayâ sahibiydiler. Bugün ise Müslüman ülkelerdeki yöneticilerin hiçbiri bu hususlara sahip değildir. Bunun kanıtı ise, Rasûlullah’ı öldürmek için müşriklerin gönderdiği kırk adam olayıdır. Bunlar, bir gece Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem‘in evine gittiler ve evin kilitli olduğunu gördüler. Öldürmek için kapıyı açana kadar Rasûl’ün evinin etrafında beklemeye başladılar. Çünkü sahip oldukları ahlakları, eve baskın düzenlemeye ve zorla eve girmeye izin vermiyordu. Hayâları da ev halkı uyurken eve girmeye müsaade etmiyordu. Bugünün yöneticileri ve emniyet kuvvetleri ise bunları çiğniyorlar. Gözlerini kırpmadan evlere izinsiz baskın düzenliyor, kadın ve çocukları korkutuyor ve uykularından uyandırıyorlar. Masumları korkudan tir tir titretiyorlar. Çünkü bugünün yöneticileri ve onların emniyet kuvvetleri, karakter ve ahlaklarını yitirdiler. Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: إِذَا لَمْ تَسْتَحْيِ فَاصْنَعْ مَا شِئْتَ…  “… Utanmıyorsan dilediğini yapabilirsin[el-Buhârî]

Ey Müslümanlar! Özellikle Ey Güç ve Kuvvet Ehli!

Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem İslâm ile gönderildi. Bu karanlık cahiliyeden Arapları kurtardı. Yere düşmüş ve adeta çakılıp kalmış bir vaziyette olan Arapları ayağa kaldırdı. Onları uykudan uyandırdı. Böylece Allah yolunda cihat etmeye başladılar ve yanlarında adalet ve hayır yayan yüce bir risalet taşıdılar. Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, iman edenleri Erkam b. Erkam’ın evinde gizlice örgütledi. Bir kaç yıl sonra da insanlarla kaynaşmak üzere kitlesini açığa vurdu. Fikrî çatışma ve siyasi mücadele ile insanlara karşı açıkça hakkı haykırıyorlardı. Allah hakkında hiç bir kınayıcının kınamasından korkmuyorlardı. Kararlılıkları dumura uğramadan ve dirençleri yumuşamadan işkencelere karşı sabrediyor, zorluklara katlanıyorlardı. Nihayet o yıl hüzün yılı olmuştu. Çünkü Rasûl Sallallahu Aleyhi ve Sellem‘i koruyan amcası Ebu Talib vefat etmiş ve Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem‘in eşi ve mü’minlerin annesi olan Hatice Radıyalahu Anhuma refiki alâya intikal etmişti.

Bu hüzün yılında Allah Azze ve Celle, Rasûlü’nü dünya ve ahiret izzetinin olduğu iki şey ile onurlandırdı. Bu bi’setin onuncu yılında olmuştu. Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, İsra ve Miraç ile onurlandırdı. Rabbimiz bir gecede O’nu, Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksâ’ya yürüttü. Oradan yüce semaya yükseltti. Böylece kuluna vahyedeceğini vahyetti. İkinci hususise İkinci Akabe Biatı yani nusret biatı yani yönetim biatı ile taçlanan nusret talebi için Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem‘e izin verildi. Bu olay, bisetin on ikinci yılı Zilhicce ayında gerçekleşti. Daha sonra Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem hicretin ilk yılı Rabiu’l Evvel ayında hicret etti ve İslâm Devleti’ni kurdu. Böylece İslâm ve Müslümanlar izzet buldu. İşte bu büyük bir olaydı. Nihayet Müslümanlar, takvim için bir tarih benimsemek istediklerinde, Ömer RadiyAllahu Anh onları topladı ve durumu istişare ettiler. Sonunda hicreti ve İslâm Devleti’nin kurulmasını, İslâmî tarihin başlangıcı olmayı hak eden büyük bir olay olarak kabul ettiler. Böylece İslâm Devleti kuruldu ve İslâm, Arap Yarımadası’nı ve çevresini aydınlattı. Râşidî Hilâfet ve ondan sonra gelen Halifeler de aynı işi gerçekleştirdiler. Fetihler genişledi. Hayır, doğusundan batısına dünyanın birçok köşesine yayıldı. Doğuda Endonezya’dan batıda Pasifik Okyanusu’na kadar uzandı. Eğer o zaman mücahitler, okyanusun ötesinde bir toprak parçası olduğunu bilselerdi, o toprak parçasını fethetmek için elbette okyanusa dalarlar ve oraya hayrı yayarlardı. Nitekim Ukbe b. Nafi Atlas Okyanusu’na ulaşınca atını denize sürüp şöyle demişti: اللهم لو كنت أعلم أن وراء هذا البحر أرضا لخضتُه إليها “Allah’ım! Şayet bu denizin ötesinde bir toprak parçası olduğunu bilsem, atımla ona dalardım.” Başka bir rivayette ise atını denize sürmüş ve su atın boğazına dayanınca şöyle demişti: اللهمّ إنى أُشهدك ألّا  مجاز، ولو وجدت مجازا لجزت. “Allah’ım görüyorsun ki geçit yok, şayet bir geçit bulsaydım elbette geçerdim.”

İşte Müslümanlar izzet üstüne izzet elde ettiler ve yükseldikçe yükseldiler. Sömürgeci kâfirler, Müslümanların izzetinin kaynağının Hilâfet Devleti ve La İlahe İllAllah Muhammedun Rasûlullah yazılı Ukab sancağının gölgesi altında İslâm ile hükmetmek olduğunu anlayınca, bu devleti yıkmak için ellerinden geleni yaptılar. O dönem küfrün başı İngiltere idi. İngiltere, on sekizinci yüzyıl başından itibaren Hilâfet Devleti’ni yıkmak için çok çalıştı. Dönemin Arap ve Türk hainlerini kullanarak yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde Hilâfet Devleti’ni yıktı. O zamandan sonra da Müslümanlar paramparça oldular. İslâm düşmanı tüm büyük güçler, hatta küçük devletler bile Müslümanların ülkelerinde ayak basmadık yer bırakmadılar. Kur’ân’a hakaret edildi, fakat harekete geçmediler. Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e hakaret edildi, damarlardaki kanlar kaynamadı. Kutsal yerler ve yasaklar çiğnendi, ordular kışlalarında çakılıp kaldılar. Yöneticiler orduları sadece masumlara karşı seferber ettiler ve zayıflar karşısında aslan kesildiler. Düşmanlar karşısında ise korkuya kapılıp el pençe divan durdular. İşte günümüz yöneticilerin durumu budur.

Ey Müslümanlar! Özellikle Ey Güç ve Kuvvet Ehli!

Bu durum, ancak öncekileri düzelten şeyle düzelir. Ukab sancağının, Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in bayrağının gölgesindeki Râşidî Hilâfet Devleti’nde İslâm ile hükmetmekle düzelir. Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in İslâm risaletini tebliğ ettiği aynı metodu takip ederek, İslâm’a dayalı bir kitle kurarak, ümmetle kaynaşarak, güç ve kuvvet ehlinden nusret talep ederek, Allah nusret verip de İslâmî yönetim ve İslâm Devleti kurulana kadar nusret talebine devam etmek suretiyle düzelir. Meselenin ıslahı işte böyle olur. Ümmet çöküntüden ancak böyle kurtulur ve düştüğü yerden ancak böyle ayağa kalkar. İçeride İslâm’ı uygulayan, davet ve cihat yoluyla İslâm’ı âleme taşıyan öncekilerin siretine, Râşidî Hilâfet’e dönüş yapar. Aziz ve Hâkim olan Allah da ona yardım eder. إِنَّا لَنَنْصُرُ رُسُلَنَا وَالَّذِينَ آمَنُوا فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَيَوْمَ يَقُومُ الْأَشْهَادُŞüphesiz ki, Rasûllerimize ve iman edenlere dünya hayatında ve şahitlerin şahitlik edecekleri günde yardım ederiz.” [Mü’min 51]

Hilâfet’in kurulması için çalışmak zaruridir. Ancak bu zaruret vakıanın vasfı açısından sadece zaferin yolu olduğu için değildir. Aksine öncelikli olarak Hilâfet büyük bir farzdır, farzların anasıdır ve farzların tacıdır. Hükümler onunla uygulanır ve hadler onunla infaz edilir. O olmadan insanlara hükümler uygulanamaz, aralarında hadler ikame olunamaz. Zira fıkhî kaide şöyledir: “Vacibin ancak kendisi ile tamamlandığı şey de vaciptir.” Hilâfet’i kurmak ve Halife var etmek farzdır. Hem de nasıl bir farz?! Gücü yettiği hâlde Hilâfet’i kurmak için çalışmayanların günahı büyüktür. Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem günahın şiddetini göstermek amacıyla bu farzın ikamesi için çalışmayan kimseler için şöyle dedi:وَمَنْ مَاتَ وَلَيْسَ فِي عُنُقِهِ بَيْعَةٌ، مَاتَ مِيتَةً جَاهِلِيَّةً Kim boynunda biat halkası olmadan ölürse, cahiliye ölümü ile ölmüş olur.” Hilâfet’i kurmak ve Halife var etmek farzdır. Hem de nasıl bir farz?!. Müslümanların, önemi ve büyüklüğüne rağmen Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in techiz ve defin işleminden ziyade Hilâfet ile meşgul olmalarını gerektirecek kadar büyük bir farzdır. Tüm bunlar Hilâfet’in önem ve büyüklüğünü gösterir. Sahabe’nin ileri gelenleri Hilâfet ile meşgul olmanın Rasûl’ün defin işlemi gibi bu büyük farzdan daha öncelikli olduğunu gördüler.

Sonra Hilâfet ile Halifenin, İmamın önderliğinde fetihler yeniden başlar. وَإِنَّمَا الإِمَامُ جُنَّةٌ يُقَاتَلُ مِنْ وَرَائِهِ وَيُتَّقَى بِهِİmam ancak bir kalkandır, arkasında savaşılır ve onunla korunulur.” Halife ve Hilâfet bir kalkandır, yani korumadır. Kalkanı olanlar Allah’ın izniyle sonunda zafer elde ederler. Hakları ve ülkeleri zayi olmaz. Düşmanları onlara asla yaklaşamaz. Hilâfet’in şanlı tarihi bunun kanıtıdır. Bizans ve onun kralı nerede? Şehirler ve Kisralar nerede? Sonra İslâm Devleti, İslâm ordusu ve İslâm’ın adaleti olmamış olsaydı tekbir sesleri dünyanın en ücra köşesine ve okyanusun en derinliklerine kadar uzanabilir miydi? Şayet Hilâfet, doğu ve batıda okyanusların ötesinde bir toprak parçasının olduğunu bilseydi, Rahman ve Rahim olan, Aziz ve Hâkim olan Allah’a davet etmek için okyanusların derinliklerine dalardı.

Ey Müslümanlar! Özellikle Ey Güç ve Kuvvet Ehli!

Size daha önce iki defa çağrıda bulunduk:

Birincisi: 20 Rabiu’s Sânî 1385 / 17 Ağustos 1969’da yani bundan yaklaşık 50 yıl önce idi. Bu çağrı, Müslümanlar nazarında İslâm’ın fikir ve hükümlerine olan güven için tehlike çanları çaldığına dikkat çekmekten ibaretti. Çünkü bu güven sarsıntısının Müslümanlar arasında gözle görülür bir vakıası vardı! Hizb-ut Tahrir, halkına yalan söylemeyen bir liderdir. Bu yüzden Hizb-ut Tahrir, İslâm’ın fikirlerine yeniden güven kazandırmak için bu uğurda elinden gelen çaba ve mücadeleyi sarf etmiştir. Bu konuda son derece de başarılı olmuştur. Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun.

İkincisi: 28 Receb 1426 / 2 Eylül 2005’de, yani bundan on yıl önce idi. O zaman bu çağrı, çok sıcak ortamlarda olmuştu. Başta Amerika olmak üzere Batı, yıllarca Müslümanlar arasında oluşturmak istedikleri güven sarsıntısının, Hizb ve diğer samimi Müslümanlar tarafından bertaraf edildiğini ve Müslümanların da adım adım Hilâfet için çalışmaya doğru yöneldiklerini görünce, bazen doğrudan, bazen de ajanlarının elleriyle Hizbe olan saldırılarını arttırmıştı. Buna İslâm’a ve Müslümanlara olan kinlerinden dolayı Irak ve Afganistan’da ilan ettikleri Haçlı savaşlarını da eklediler. İkinci çağrımızda, Amerika önderliğindeki Batı’nın, Hilâfet ve özelde Hilâfet için çalışanlara, genel olarak da tüm Müslümanlara olan düşmanlıklarını açıklamış, İslâm düşmanlarının, Müslümanların Hilâfet’e doğru yürüyüşlerini engellemek istediklerini belirtmiştik. Sonra da İslâm’ın hükümlerine bağlandıklarında, Allah’a ve dine samimi olduklarında, Aziz ve Kaviyy olan Allah’a dönüp tövbe ettiklerinde Müslümanların onları yenebileceklerini söylemiştik.

Sondan bir önceki bu çağrımızı da; kahir ekseriyet Müslümanlar nazarında Hilâfet’in kamuoyu olduğu bir zamanda yöneltiyoruz. Geriye sadece Allah’ın izniyle Ensar gibi Ensarlar, Sa’d gibi Sa’dlar kaldı… Bunlar öyle kişilerdir ki Hilâfet için çalışanlara yardım ederek dinlerine yardım ederler. Hizb-ut Tahrir’e yardım ederek İkinci Râşidî Hilâfet’e, Allah vaadini gerçekleştirmek için ceberut saltanattan sonra Nübüvvet metodu üzere Hilâfet’e yardım ederler. وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنْكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُمْ فِي الْأَرْضِAllah, sizlerden iman edip iyi davranışlarda bulunanları yeryüzüne sahip ve hakim kılacağını vadetti.[Nur 55] Bu ceberut saltanattan sonra Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem‘in müjdesi vardır.… ثُمَّ تَكُونُ مُلْكًا جَبْرِيَّةً، فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ، ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا، ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةً عَلَى مِنْهَاجِ نُبُوَّةٍ Daha sonra ceberut bir saltanat olur, o da Allah’ın dilediği kadar devam eder, ardından Allah dilediği zaman onu ortadan kaldırır. Sonra Nübüvvet metodu üzere Hilâfet olacaktır.

– Sondan bir önceki bu çağrıyı, sizlerin iyiliğini istediğimiz için yöneltiyoruz. Haydi, koşun ey Müslümanlar! Koşun ey güç ve kuvvet ehli! Davet ve nusrete katılın. Hizb-ut Tahrir ile Hilâfet’in kurulmasına koşun. Sadece ona tanıklık etmeyin. Bugün Hizbin saflarına katılarak elde edeceğiniz hayır ve sevap, her hayır hususunda olsa dahi bugünden sonra saflara katılarak elde edeceğiniz sevap ve hayır gibi olmayacaktır.     لا يَسْتَوِي مِنكُم مَّنْ أَنفَقَ مِن قَبْلِ الْفَتْحِ وَقَاتَلَ أُوْلَئِكَ أَعْظَمُ دَرَجَةً مِّنَ الَّذِينَ أَنفَقُوا مِن بَعْدُ وَقَاتَلُوا وَكُلاً وَعَدَ اللَّهُ الْحُسْنَى وَاللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرٌ İçinizden, fetihten önce harcayanlar ve savaşanlar bir değildir. Onların derecesi, sonradan harcayan ve savaşanlardan daha yüksektir. Bununla beraber Allah, hepsine de en güzel olanı vadetmiştir. Allah, bütün yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır. [Hadid 10]

Sondan bir önceki bu çağrıyı, sizlere yöneltiyoruz ki Aziz ve Cebbar olan Allah’tan başkasından korkmayın. “Size yardım edecek olursak, Amerika ve arkasındaki Batı karşımızda duracaktır” demeyin. Çünkü iman edenler, barınak ve yardım sağlayanlar karşısında, onların duruşu yok olup gidecek, belleri kırılacaktır. وَكَانَ حَقًّا عَلَيْنَا نَصْرُ الْمُؤْمِنِينَMü’minlere yardım etmek ise üzerimizde bir haktır.” [Rum 47]

– Sondan bir önceki bu çağrıyla size izzeti, düşmanlarınıza da zilleti hatırlatıyoruz. Sizler; Rab olarak Allah’a, din olarak İslâm’a, peygamber olarak da Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem‘e iman eden Müslümanlarsınız… Siz Rabbinizle güçlüsünüz. لَا قُوَّةَ إِلَّا بِاللَّهِAllah’tan başka güç yoktur.” [Kehf 39] Dininizle izzetlisiniz. وَلِلَّهِ الْعِزَّةُ وَلِرَسُولِهِ وَلِلْمُؤْمِنِينَİzzet, Allah’a, Rasûlüne ve mü’minlere aittir.[Münafikun 8] Sizler, Râşitlerin, Endülüs’ü fethedenlerin ve İslâmî hadaratı orada yayanların torunlarısınız. Sizler, bir Rum’un haksızlığına uğrayan, bunun üzerine yetiş ya Mu’tasım diye haykıran bir kadının imdadına yetişmek için kalabalık bir orduya komutanlık eden Mu’tasım’ın torunlarısınız. Sizler, Müslümanlar ile olan antlaşmasını bozduğu için Rum kralına işitmeden önce göreceği bir ordu ile yanıt veren Harun Reşid’in torunlarısınız. Haçlıları hezimete uğratan Selahaddin’in torunlarısınız. Tatarları yenen Kutuz ve Baybars’ın torunlarısınız. Allah’ın İstanbul’un fethi ile onurlandırdığı genç komutan Fatih Sultan Mehmed’in torunlarısınız. Rasûl şöyle buyurdu:فَلَنِعْمَ الْأَمِيرُ أَمِيرُهَا، وَلَنِعْمَ الْجَيْشُ ذَلِكَ الْجَيْشُKomutanı ne güzel komutan, ordusu da ne güzel ordudur.” Esir olan krallarını kurtarmak için Fransa’nın kendisinden yardım istediği Kanûni Sultan Süleyman’ın torunlarısınız. Halife III. Selim’in torunlarısınız. Onun döneminde ABD, Amerikan gemilerinin Akdeniz’den güvenli bir şekilde geçişine izin verilmesi için Cezayir valisine yıllık vergi ödüyordu. Yahudilerin devlet hazinesine sunduğu milyonlarca altına kanmayan, Yahudilerin Filistin’de yerleşmelerine izin vermek için uluslararası toplumun baskılarından korkmayan Sultan Abdülhamid’in torunlarısınız. Hatırlayın o meşhur sözünü: “Filistin’in Hilâfet Devleti’nden ayrıldığını görmektense, bedenimin lime lime doğranmasını yeğlerim. Yahudiler milyonlarını kendilerine saklasınlar. Bir gün gelir de Hilâfet Devleti yıkılırsa o zaman Filistin’i bedelsiz alabilirler.” Allah rahmet eylesin ne kadar ileri görüşlüymüş. Gerçekten Hilâfet yıkıldıktan sonra onun dediği gibi oldu. Zira ajan yöneticiler, Filistin’i peşkeş çektiler ve onu Yahudilere teslim ettiler. Hatta onların bekçiliğini yapıyorlar. Kâfirler, bu Halife ve İslâm Devleti’ne karşı şiddetli entrikalar kurmalarına rağmen on dokuzuncu yüzyılda [1890] bir İngiliz vatandaşı tarafından İslâm karşıtı bir şey yayımladığı için dönemin süper gücü İngiltere’yi, Osmanlı’nın Londra Büyükelçiliğine resmî özür sunmak zorunda bırakmıştı. Bugün ise âlemlerin Rabbinin kelamı olan Kur’ân’ı Kerîm, kâfir Batı ve Yahudiler eliyle kirletilmesine rağmen ne bir özür ne de onun benzeri bir şeyle karşılaşılmamaktadır. Çünkü Kur’ân’ı anayasa olarak kabul eden ve bir kısmına karşılık dahi olsa ona hakaret eden kâfirlere karşı devletin tüm imkânlarını seferber eden Müslümanların bir Halifesi bulunmamaktadır.

İşte Hilâfet ve Hilâfet’in gölgesi altında Müslümanlar böyleydi. Atalarınız ve onların amelleri böyleydi ey Müslümanlar! Sizler de onların torunlarısınız. Haydi, gelin onların uyduğu hakka siz de uyun. Onların yakaladığı izzeti siz de yakalayın.

– Sondan bir önceki bu çağrıyla daha önce de dediğimiz gibi siz Allah’ın izniyle düşmanlarınızı hezimete uğratabilirsiniz. Çünkü sömürgeci kâfir devletler, dev gibi gözükseler de aslında zayıftırlar. Büyük silahlara sahip olsalar da büyük adamlara sahip değildirler. Adamsız silahın, iman eden bir grup karşısında pek etkisi olmaz. Bu grup düşmanın silahına sahip olmasa da ondan daha şiddetlisine sahiptir. Hilâfet’in düşman kâfirler ile yaptığı savaşlar bu gerçeği doğrulamaktadır. Müslümanlar maddî güç açısından zayıf olsalar da tek başına maddî güç üstünlüğü savaşta Müslümanları yenmek için yeterli değildir. Çünkü onların canlı ve sahih bir akideleri var. Onlara savaşta güç verir. Bugün Amerika ve zalimler bu gücün farkında değiller ama Allah’ın izniyle Hilâfet şafağı doğup da zafer üstüne zafer elde ettiğinde bunu yakinen gözleriyle göreceklerdir. Hilâfet zorbaları yurtlarına hapsedecektir, tabii yurtları kalırsa… وَلَتَعْلَمُنَّ نَبَأَهُ بَعْدَ حِينٍ Onun haberlerinin doğruluğunu bir süre sonra mutlaka öğreneceksiniz.[Sâd 88]

Sondan bir önceki bu çağrıyı size yöneltiyoruz ki: Sizden yardım istiyoruz, gelin bize yardım edenlere katılın. Elimizi size uzatıyoruz ki onu sımsıkı tutun! Güç ve kuvvet ehlimiz arasına katılın. İşte kervan hareket etmek üzeredir, haydi kervana katılın. وَيَقُولُونَ مَتَى هُوَ قُلْ عَسَى أَنْ يَكُونَ قَرِيبًاNe zamanmış o? diyecekler. De ki: Yakın olsa gerek![İsra 51] Biz Allah’ın yardım edeceğinden eminiz. وَيَوْمَئِذٍ يَفْرَحُ الْمُؤْمِنُونَ بِنَصْرِ اللَّهِ يَنْصُرُ مَنْ يَشَاءُ وَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُO gün Allah’ın zafer vermesiyle mü’minler sevinecektir. Allah, dilediğine yardım eder. O, mutlak güç sahibidir, çok merhametlidir.” [Rum 4-6]

Ve’s Selamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakâtuh

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

     
Hizb-ut Tahrir   02 Ramazan 1436
2015/06/19

– See more at: http://hizb-turkiye.org/index.php/contents/entry_1308#sthash.MrOaOSg4.dpuf

Ayrıca...

Gaziantep’te Köklü Değişim “HİLAFET” sayısını tanıttıkları için 7 Müslüman’a Gözaltı

Şanlıurfa’dan sonra Gaziantep’te de Köklü Değişim Dergisi’nin “Hilafet” kapak konulu Mart sayısını tanıttıkları ve yaptıkları …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir