Home / News / YAZARLAR / Fuad Hamidoğlu / Demode olmayan tek şey Kur’an-ı Kerim’dir 2
islam devleti default

Demode olmayan tek şey Kur’an-ı Kerim’dir 2

Demode olmayan tek şey Kur’an-ı Kerim’dir

بسم الله الرحمن الرحيم

‘Demode olmayan tek şey Kur’an-ı Kerim’dir.’

2. Bölüm

1- Kur’an-ı Kerim’in tercüme edilmesi:

Bilindiği gibi Allah-u Teala Kur’an-ı Kerim’i Vahiy aracılığıyla Arapça olarak indirmiş ve şöyle buyurmuştur: (إِنَّا أَنْزَلْنَاهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ) Mealen; (anlayasınız diye biz onu Arapça bir Kur’an olarak indirdik)Yusuf/2 (كِتَابٌ فُصِّلَتْ آيَاتُهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ) Mealen; (Bu, bilen bir kavim için, ayetleri Arapça okunarak açıklanmış bir kitaptır.)Fussilet/3 (وَكَذَلِكَ أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ قُرْآنًا عَرَبِيًّا) Mealen; (Sana böyle Arapça bir Kur’an vahyettik.)Şura/7

            Buna göre Kur’an-ı Kerim’i kılan tek şey Arapçadır. Sadece mana bakımından ise diğer dillere tercüme edilene ‘Kur’an-ı Kerim’ değil meal diye ifade edilmektedir. Öte yandan da her ikisi Vahiy kaynağı olan Kur’an ve Sünnet arasında fark ise Kur’an-ı Kerim lafız ve mana olarak her ikisi Allah-u Teala tarafından vahiy edilmiştir. Sünnet ise sadece mana olarak Allah-u Teala tarafından vahiy edilmiştir. Kur’an-ı Kerim’in mana olarak diğer dillere tercüme edilebilir, ancak lafız olarak tercüme edilemez, daha doğrusu tercüme edilmesi imkansızdır. Burada lafızdan kasıt kelimedir. Çünkü herhangi bir metin tercüme edilirken kelimelerin tek tek değil cümlenin genel anlamı verilir. Ayrıca etki ve vurgu bakımından Kur’an-ı Kerim’de veya ayetlerde geçen her kelimenin diğer dillerde karşılığı tam olmayabilir. Diğer bir ifade ile Arapçadaki ifade zenginliği ve vurgu üstünlüğü tam olarak diğer dillerde bulunmayabilir. Misal olarak Arapça sözcük olan (أَعْطى) kelimesi ile (آتى) kelimesi arasında farkın olması. Her iki kelime ‘verdi’ anlamına gelmektedir. Ancak birinci kelime bir şeyin geri almamak üzere verildiği taktirde kullanılır. İkinci kelime ise geri almak üzere verildiği taktirde kullanılır. Örnek olarak Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: (إِنَّا أَعْطَيْنَاكَ الْكَوْثَرَ) Mealen; (Kuşkusuz biz sana Kevser’i verdik.) Kevser/1 Allah-u Teala Rasulullah (صلى الله عليه وسلم)’ın kadrini yüceltmek için Kevser’i geri almamak üzere vermiştir. (وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَأَ الَّذِي آتَيْنَاهُ آيَاتِنَا فَانْسَلَخَ مِنْهَا فَأَتْبَعَهُ الشَّيْطَانُ فَكَانَ مِنَ الْغَاوِينَ) Mealen; (Onlara -yahudilere-, kendisine ayetlerimizden verdiğimiz fakat onlardan sıyrılıp çıkan, o yüzden de şeytanın takibine uğrayan ve sonunda azgınlardan olan kimsenin haberini oku.) Araf/175 Allahu Teala; ayette adı geçmeyen ve Musa (a.s)’a beddua eden İsrailoğulları’ndan Bel’am bin Baura’ya geri almak üzere verdiği iman ve ilim nimetlerinden nasıl sıyrılıp çıktığını açıklamıştır. Her iki kelime genel olarak aynı manaya gelmelerine rağmen, fakat kullanım ve vurgu itibarıyla her birinin farklı konumu vardır. Zira her iki kelimelerin yerlerini değiştirdiğiniz zaman istenilen mana ve vurgu olmayacaktır. Bu ise çok büyük bir inceliktir. Bu iki Arapça kelimelerin durumu böyle iken Türkçe meali olarak her ikisine ‘verdik’ şeklinde tercüme edilmiştir.

Bir diğer örnek ise, Arapça sözcük olan (الأَجْداثُ) kelimesi ile (القُبُورُ) kelimesi arasında fark. Mana olarak her iki kelime ‘kabirler’ anlamına gelmektedir. Fakat kullanım itibarıyla aralarında oldukça büyük fark bulunmaktadır. Şöyle ki; Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: (وَنُفِخَ فِي الصُّورِ فَإِذَا هُمْ مِنَ الْأَجْدَاثِ إِلَى رَبِّهِمْ يَنْسِلُونَ) Mealen; (Nihayet Sur’a üfürülecek. Bir de bakarsın ki onlar kabirlerinden kalkıp koşarak Rablerine giderler.) Yasin/51 Ve şöyle buyurmuştur: (وَمَا يَسْتَوِي الْأَحْيَاءُ وَلَا الْأَمْوَاتُ إِنَّ اللَّهَ يُسْمِعُ مَنْ يَشَاءُ وَمَا أَنْتَ بِمُسْمِعٍ مَنْ فِي الْقُبُورِ) Mealen; (Dirilerle ölüler de bir olmaz. Şüphesiz Allah, dilediğine işittirir. Sen kabirlerdekilere işittiremezsin!) Fatır/22 Türkçe meal olarak her iki kelime ‘kabirler’ olarak tercüme edilmiştir. Oysa vurgu bakımında her iki kelime arasında çok büyük bir fark vardır. Şöyle ki; (الأَجْداثُ) kelimesi her ne kadar ‘kabirler’ anlamına gelse de ancak sadece diriliş gününde Rablerinin huzuruna çıkmak üzere mezarlıklarından hızlı bir şekilde kalkıp fırlayan ölüler için kullanılır. Dolayısıyla dehşet verici bu sahnede büyük bir hareketlilik ve gürültü vardır. Oysa Allah-u Teala diriliş gününden değil sadece ölülerden bahsettiği zaman sakinlik ve hareketsizlik olmadığı için (القُبُورُ) kelimesini kullanmaktadır. Buna göre Arapça açıklamasında bu ilginç fark Türkçe tercümesinde görülmemektedir.

            Son bir örnek daha; (الـمَطَرُ) kelimesi ile (الغَـيْثُ) kelimesi arasında fark. Her ikisi de ‘yağmur’ anlamına gelmektedir. Ancak Kur’an-ı Kerim; (الـمَطَرُ) kelimesini olumsuz olarak bir kavmi cezalandırmak ve helak etmek için ona gönderdiği azap çeşidi olarak kullanır. (الغَـيْثُ) kelimesi ise rahmet olarak insanlara ve kuraklığı gidermek için gökten indirdiği yağmurdur. Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: (فَأَنْجَيْنَاهُ وَأَهْلَهُ إِلَّا امْرَأَتَهُ كَانَتْ مِنَ الْغَابِرِينَ. وَأَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ مَطَرًا فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُجْرِمِينَ) Mealen; (Biz de onu ve karısından başka aile efradını kurtardık; çünkü karısı geride kalanlardan -kafirlerden- idi. Ve üzerlerine -taş- yağmuru yağdırdık. Bak ki günahkarların sonu nasıl oldu!) Araf/83-84, (وَهُوَ الَّذِي يُنَزِّلُ الْغَيْثَ مِنْ بَعْدِ مَا قَنَطُوا وَيَنْشُرُ رَحْمَتَهُ وَهُوَ الْوَلِيُّ الْحَمِيدُ) Mealen; (O, -insanlar- umutlarını kestikten sonra, yağmuru indiren, rahmetini her tarafa yayandır. O, hakiki dosttur, övülmeye layık olandır.) Şura/42

            Dolayısıyla kullanım itibarıyla her iki ayetlerde geçen ‘yağmur’ kelimesi aynı değildir. Bu konu ile ilgili Kur’an-ı Kerim’de bir hayli örnek bulunmaktadır.

2- Kur’an-ı Kerim’de bir ifadenin ayetten düşmesi veya yazılması:

            Vurgu, güçlü mana vermek ve bir hususu pekiştirmek bakımından kelimeden bir harfin veya cümleden bir kelime düşmesi Arapçada oldukça yaygın bir kuraldır. Bu ifade tarzı Kur’an-ı Kerim’de rastgele değil bilinçli olarak seçilmektedir. Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: (لَيْلَةُ الْقَدْرِ خَيْرٌ مِنْ أَلْفِ شَهْرٍ. تَنَزَّلُ الْمَلَائِكَةُ وَالرُّوحُ فِيهَا بِإِذْنِ رَبِّهِمْ مِنْ كُلِّ أَمْرٍ) Mealen; (Kadir gecesi, bin aydan hayırlıdır. O gecede, Rablerinin izniyle melekler ve Ruh her iş için inerler.) Kadir/3-4, (إِنَّ الَّذِينَ قَالُوا رَبُّنَا اللَّهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا تَتَنَزَّلُ عَلَيْهِمُ الْمَلَائِكَةُ أَلَّا تَخَافُوا وَلَا تَحْزَنُوا وَأَبْشِرُوا بِالْجَنَّةِ الَّتِي كُنْتُمْ تُوعَدُونَ) mealen; (şüphesiz, Rabbimiz Allah’tır deyip, sonra dosdoğru yolda yürüyenlerin üzerine melekler iner dururlar. Onlara: Korkmayın, üzülmeyin, size vadolunan cennetle sevinin, derler.) Fussilet/30

            Her iki ayete dikkatlice bakıldığında ilk ayette altı çizili (تَنَزَّلُ) kelimesi, diğer ayette ise yine altı çizili (تَتَنَزَّلُ) kelimesi geçmiştir. Arapça olarak mana itibarıyla her iki kelime şimdiki zaman formu ile ‘inmek’ demektir. Ancak her iki kelime arasında bir nüans vardır. Birinde tek (تــ) harfi var iken diğerinde ise çift (تــ) harfi var. Bu kullanım gelişigüzel veya anlamsız değildir. Bunun çok büyük bir manası vardır. Şöyle ki; Arapçada çok yaygın bir kural vardır. ‘kelimede harf arttıkça mana değişir.’ Bu kurala göre birinci ayette geçen (تَنَزَّلُ) kelimesi sınırlı inmek demektir. İkinci ayette geçen (تَتَنَزَّلُ) kelimesi ise daha geniş ve sürekli arz eden inmek demektir. Zira kadir gecesi süreklilik arz etmeyip yılda bir kez geldiği için meleklerin bu gecede sadece bir sefer indikleri ifade edilmiştir. Diğer ayette ise Allah-u Teala ‘Rabbimiz Allah’tır deyip…’ ölmekte olan müminleri cennetle müjdeleyen meleklerin -sürekli- indikleri anlatılmaktadır. Ölüm sene, ay, hafta, gün boyunca ve hatta her an geldiği için ve melekler de sürekli olarak indikleri için ona uygun bir ifade kullanılmıştır.

3- Kur’an-ı Kerim’de bir ifadenin ileri ve geri alınması:

            Arapça cümle kuruluş tarzı olarak sırasıyla (fiil ve özne) veya (fiil, özne ve nesne)’den oluşmaktadır. Bu cümle kuruluş tarzı bilgi aktarma ve normal bir ifade şekli olarak oldukça yaygındır. Ancak bir soruya veya bir şaşkınlığa cevap olarak cümle içerisinde yer alan fiil, özne ve nesne’nin yerlerini değiştirerek ve normal cümle kuruluşunun sırasını bozarak ifade edilmektedir. Bu işlem ise konuşan kişinin vurgu yapmak ve ilk söylemek istediği hususa bağlıdır. Mesela; kısa bir Arapça cümle olarak (جَاءَ مُـحَمَّدٌ) dediğimiz zaman (fiil ve özne) prensibine göre Muhammed isimli bir kişinin geldiğini anlarız. Fakat kimin geldiğini duymadıysak Arapça mantığıyla cümlede yer alan (fiil ve özne)’nin yerlerini değiştirip (مُـحَمَّدٌ جَاءَ) diyerek konuştuğumuz kişinin duymasını/anlamasını sağlarız veya şaşkınlığını gideririz. Buna göre mana ve vurgu bakımından (جَاءَ مُـحَمَّدٌ) cümlesi (مُـحَمَّدٌ جَاءَ) cümlesinin aynısı değildir. Bu ifade tarzına (التَّقْديـمُ وَالتَّأْخيـرُ) ‘ileri ve geri almak’ ismi verilir. Bu ifade tarzının belirleyicisi ise kişinin söylemek istediği mana ve cümlenin akışıdır. ‘ileri ve geri almak’ prensibi Arapçada birçok alanlarda kullanılmaktadır. Bunlardan bir tanesi ise, bir hususu tahsis etmek, özel kılmak, ona dikkat çekmek ve ayrıcalık tanımaktır. Zira bu ifade tarzı Kur’an-ı Kerim’de sık sık kullanılmıştır. Örnek olarak; namaz kılarken günde defalarca okuduğumuz Fatiha süresinin şu ayetidir; (إِيَّاكَ نَعْبُدُ وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ) Mealen; (Ancak sana kulluk ederiz ve yalnız senden yardım dileriz.)

Mucize olup hata ihtimali imkansız olduğu için Kur’an-ı Kerim’in bu ayetinde geçen ‘ileri ve geri almak’ ifade tarzı çok anlamlı ve ilginçtir. Zira ayette Allah’a kulluk ve O’ndan yardım dilemekten bahsedilmektedir. Bunların her ikisi de inanç ve itikadi bir meseledir. Burada Müslümanların yaptığı kulluk ve dilediği yardımın sadece ve sadece Allah’tan yapmaları için az ve öz olarak ‘tahsis’ kullanılmıştır. Yani bu ayet; önce fiil ve fail sonra da meful/nesne değil, tersine önce meful/nesne sonra fiil ve fail olarak gelmiştir. Şayet ayetin Arapça metni (نَعْبُدُ إِيَّاكَ وَنَسْتَعينُ إِيَّاكَ) şeklinde olsaydı mana tamamen değişecekti ve şöyle olacaktı: (Biz sana kulluk ederiz ve senden yardım dileriz ama bunların ikisini sadece sana değil başkasına da yaparız.) Bu ise şirkin ta kendisidir. Bu ayette Allah-u Teala uzun cümle kurmak ve uzun açıklama yapmak yerine sadece kelimelerin yerlerini bilinçli olarak değiştirerek Allah’ı birlemek adına istenilen manayı vermiştir. Yani az ifade ile çok derin bir mana verilmektedir. Bir diğer örnek ise; Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: (قُلْ هُوَ الرَّحْمَنُ آمَنَّا بِهِ وَعَلَيْهِ تَوَكَّلْنَا فَسَتَعْلَمُونَ مَنْ هُوَ فِي ضَلَالٍ مُبِينٍ) Mealen; (De ki: O -Allah- çok esirgeyicidir; biz O’na iman etmiş ve -sadece- O’na güvenip dayanmışızdır. Siz kimin apaçık bir sapıklık içinde olduğunu yakında öğreneceksiniz.) Mülk/29

Ayette altı çizili ilk ifade fiil ile başlarken diğer çizili ifadede fiil sonunda gelmiştir. Ayrıca ‘harf-ı cer’ eki olağanüstü bir vurgu olmadığı sürece cümlenin başında gelmez. Tahsis etmek ve özel kılmak bakımından bunun çok önemli bir anlamı vardır.

(آمَنَّا بِهِ) ‘O’na iman ettik.’ cümlesi fiil ile başlayarak normal bir ifade tarzı olmakla beraber herhangi bir tahsis bulunmamaktadır. Şayet (بِهِ آمَنَّا) olsaydı o zaman tahsis olup sadece Allah’a iman etmek gerekir. Bu da Meleklere, Kitaplara, Resullere,.. de iman etmemek demektir.

(وَعَلَيْهِ تَوَكَّلْنَا) ‘Ve O’na güvenip dayandık.’ Cümlesi ise ‘ileri ve geri almak’ prensibi gereği olarak fiil cümlenin sonunda gelmiş ve bir tahsis içermiştir. Bu tahsise göre güvenip dayanmanın sadece ve sadece Allah’a olacağını vurgulamıştır. Şayet ayet (وَتَوَكَّلْنا عَلَيْهِ) olsaydı, güvenip dayanmayı sadece Allah’a has kılmamakla beraber O’nun dışında güvenip dayandığımız başkaları da vardır. Yine az ve öz ifade kullanılarak müthiş ve derin bir ifade kullanılmaktadır.

            Bir diğer örnek ise (Harun ve Musa) ile (Musa ve Harun) ifadeler arasında olan farkın olmasıdır. Bazen Harun ismi Musa’dan önce gelir, bazen de Musa ismi Harun’dan önce gelir. Bunun belli bir anlamı var mıdır? Musa (a.s)’ın Harun (a.s) ile kıssası hem Taha süresi hem de A’raf süresinde geçmiştir. Önce her iki ayetlere göz atalım sonra inceleyelim. Önce Taha süresi 65-70 ayetlerde Allah-u Teala şöyle buyurmuştur:

{قَالُوا يَا مُوسَى إِمَّا أَنْ تُلْقِيَ وَإِمَّا أَنْ نَكُونَ أَوَّلَ مَنْ أَلْقَى* قَالَ بَلْ أَلْقُوا فَإِذَا حِبَالُهُمْ وَعِصِيُّهُمْ يُخَيَّلُ إِلَيْهِ مِنْ سِحْرِهِمْ أَنَّهَا تَسْعَى* فَأَوْجَسَ فِي نَفْسِهِ خِيفَةً مُوسَى* قُلْنَا لَا تَخَفْ إِنَّكَ أَنْتَ الْأَعْلَى* وَأَلْقِ مَا فِي يَمِينِكَ تَلْقَفْ مَا صَنَعُوا إِنَّمَا صَنَعُوا كَيْدُ سَاحِرٍ وَلَا يُفْلِحُ السَّاحِرُ حَيْثُ أَتَى* فَأُلْقِيَ السَّحَرَةُ سُجَّدًا قَالُوا آمَنَّا بِرَبِّ هَارُونَ وَمُوسَى*}

Mealen de şöyle buyurmuştur: (Dediler ki: Ey Musa! Ya sen at veya önce atan biz olalım. Hayır, siz atın, dedi. Bir de baktı ki, büyüleri sayesinde ipleri ve sopaları, kendisine gerçekten koşuyor gibi görünüyor. Musa, birden içinde bir korku duydu. Korkma! Dedik, üstün gelecek olan kesinlikle sensin. “Sağ elindekini at da, onların yaptıklarını yutsun. Yaptıkları, sadece bir büyücü hilesidir. Büyücü ise, nereye varsa (ne yapsa) iflah olmaz.” Bunun üzerine sihirbazlar secdeye kapandılar; “Harun’un ve Musa‘nın Rabbine iman ettik” dediler.)

A‘raf süresindeki ayetler ise (115-122) şöyle geçmiştir:

{قَالُوا يَا مُوسَى إِمَّا أَنْ تُلْقِيَ وَإِمَّا أَنْ نَكُونَ نَحْنُ الْمُلْقِينَ* قَالَ أَلْقُوا فَلَمَّا أَلْقَوْا سَحَرُوا أَعْيُنَ النَّاسِ وَاسْتَرْهَبُوهُمْ وَجَاءُوا بِسِحْرٍ عَظِيمٍ* وَأَوْحَيْنَا إِلَى مُوسَى أَنْ أَلْقِ عَصَاكَ فَإِذَا هِيَ تَلْقَفُ مَا يَأْفِكُونَ* فَوَقَعَ الْحَقُّ وَبَطَلَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ* فَغُلِبُوا هُنَالِكَ وَانْقَلَبُوا صَاغِرِينَ* وَأُلْقِيَ السَّحَرَةُ سَاجِدِينَ* قَالُوا آمَنَّا بِرَبِّ الْعَالَمِينَ* رَبِّ مُوسى وَهارُونَ*}

(Sihirbazlar), Ey Musa sen mi (önce) atacaksın, yoksa atanlar biz mi olalım? Dediler. “Siz atın” dedi. Onlar atınca, insanların gözlerini büyülediler, onları korkuttular ve büyük bir sihir gösterdiler. Biz de Musa’ya, “Asânı at!” diye vahyettik. Bir de baktılar ki bu, onların uydurduklarını yakalayıp yutuyor. Böylece gerçek ortaya çıktı ve onların yapmakta oldukları yok olup gitti. İşte Firavun ve kavmi, orada yenildi ve küçük düşerek geri döndüler. Sihirbazlar ise secdeye kapandılar. ”Musa ve Harun‘un Rabbi olan âlemlerin Rabbine iman ettik” dediler.

            Buradaki ifadenin yerini değiştirerek ‘ileri ve geri almak’ meselesi bilinçli olarak kullanılmıştır. Dikkat edildiyse Taha süresinde sihirbazlar { قَالُوا آمَنَّا بِرَبِّ هَارُونَ وَمُوسَى*} (“Harun’un ve Musa‘nın Rabbine iman ettik” dediler) A’raf süresinde ise { قَالُوا آمَنَّا بِرَبِّ الْعَالَمِينَ* رَبِّ مُوسى وَهارُونَ*} (”Musa ve Harun‘un Rabbi olan âlemlerin Rabbine iman ettik” dediler.) Bunların her ikisi aynı değil. Taha süresinde Harun (a.s)’ın Musa (a.s)’dan önce geçmesinin sebebi; az da olsa Musa (a.s)’ın içine korku düşüp biraz ürkmesi ve biraz tereddüt etmesidir. Nitekim ayetler şöyle geçmiştir: { فَأَوْجَسَ فِي نَفْسِهِ خِيفَةً مُوسَى* قُلْنَا لَا تَخَفْ إِنَّكَ أَنْتَ الْأَعْلَى*} ‘Musa, birden içinde bir korku duydu. Korkma! Dedik, üstün gelecek olan kesinlikle sensin.‘

            Böylesi zor bir imtihanda özellikle Firav’un karşısında bir insan olarak Musa (a.s)‘in ürkmesi çok doğal bir şeydir. Hem Musa (a.s)‘ın peygamberliğini kanıtlamak hem de Firav’un tasladığı ilahlığı bozmak için, içinde korku duyan Musa (a.s) ön plana çıkmamıştır.

 

Devamı var…

Fuad Hamidoğlu

Ayrıca...

cameronun-sok-teorisi

Cameron’un Şok Teorisi!

بسم الله الرحمن الرحيم Fikir; insanın hem dostudur hem de aynı zamanda düşmanıdır. Belki bunu …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir