Home / News / HABER / YORUM-İKTİBAS / ”Gannuşi Doktrini” Siyasal İslam’dan ÇIKIŞ – Müslüman Demokrasisine
islam devleti default

”Gannuşi Doktrini” Siyasal İslam’dan ÇIKIŞ – Müslüman Demokrasisine

“Müslüman demokrasisine girmek için siyasî İslam’dan çıkıyoruz. Artık siyasî İslam’ı temsil iddiasında olmayan Müslüman demokratlarız. Siyasî faaliyetin yeri cami değildir. Cami halkın toplandığı bir yerdir, dolayısıyla tek bir partinin faaliyetlerinde camiyi kullanması için bir sebep yok. Dinin Tunusluları birleştiren bir unsur olmasını istiyoruz; bölen değil. Bu yüzden bir imamın hiçbir siyasî partiye yönetici ya da üye olmasını istemiyoruz. Gündelik sorunları, ailelerin ve kişilerin yaşamını söz konusu eden bir parti olmak istiyoruz; kıyamet gününü ya da cenneti vs.’yi söz konusu eden değil. Dinî faaliyetin siyasî faaliyetten tamamen bağımsız olmasını istiyoruz.”

Tüm bu sözler bana ait açıklamalar değil, Raşid Gannuşi’ye ait. Gannuşi, siyasal İslam ve ittihadı İslam konusunda Türkiye ve İslam dünyasındaki İslami grupların, yazar ve akademisyenlerin örnek aldığı, yöntemini takip ettiği ve hatta fikir ve düşüncelerine önem verdiğibir düşünür olarak bilinir. Gannuşi’nin referansları ise 19. yüzyılın modernist İslamcıları Muhammed Abduh, Cemaleddin Afgani ve Reşid Rıza’dır.
 
Raşid Gannuşi 20-22 Mayıs 2016 tarihlerinde yapılan Ennahda Parti kongresinin öncesinde Fransız Le Monde’e verdiği röportajda, Parti Kongresinde modernleşme doktrininde yeni bir formülasyon yapılacağını duyurdu. Formülasyon, Tunus’ta artık siyasi İslam’a gerek kalmadığı, bu sebeple de Nahda’nın siyasi boyutu ile dini boyutu arasındaki bağın tamamen kesilmesi düşüncesine dayanıyor.
 
Bu açıklamanın ardından Mısır İhvan’ından da bir açıklama geldi. Müslüman Kardeşler Şura Konseyi üyesi Cemal Haşmet, siyasi faaliyetleri ile İslami hizmetlerini ayırma niyetinde olduklarını duyurdu. Cemal Haşmet, “İhvan üyeleri artık dinî ve siyasi faaliyetlerin ayrılması noktasında fikir sunuyor. Bunun zamana ihtiyacı vardır ve uzun bir süre tartışmaya muhtaçtır” ifadelerini kullandı.
 
Şimdi daha önce yapılmış başka bir açıklamayı da sizinle paylaşalım ve sonra konu hakkındaki tüm açıklamalar üzerinden değerlendirme yapalım. Yıl 2011 ve Arap Baharı süreci yeni başlamış, o dönem Başbakan olan Cumhurbaşkanı Erdoğan,15 Eylül 2011’de Tunus’ta “Türkiye ile Tunus arasında Dostluk ve İşbirliği Anlaşması’ndan” sonra yapılan basın toplantısında bir açıklama yapıyor. Türkiye’deki din-devlet ilişkileri ile ilgili bir soru üzerine şöyle diyor; “Biz demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletiyiz. Anglosakson bir laiklik anlayışı veya batılı anlamda bir laiklik anlayışı değil. Kişi laik olmaz. Devlet laik olur. Bir Müslüman, laik bir devleti başarılı bir şekilde yönetebilir. Şunu bilmemiz lazım. Laik devlet her inanç grubuna eşit mesafededir. İster Müslüman olsun, ister Hristiyan olsun, ister Musevi olsun, ister ateist olsun…” Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Arap baharı sürecinde hem Mısır hem de Libya’da yaptığı açıklamalar yukarıdaki ifadelerle benzerlik taşıyor. Yakın zaman önce İsmail Kahraman’ın başlattığı laiklik tartışmalarına müdahil olarak yaptığı açıklama ise dinin siyasete, anayasaya müdahil olamayacağı yönündeydi.
 
Nereden başlarsak başlayalım, aynı kaynaktan beslenen ve üç ayrı ülkede faaliyet gösteren üç ayrı “İslamcı hareketin” yöneticisinin yaptığı bu açıklamaların tashihi, tevili, izahı ve izahatı mümkün gözükmüyor normalde. Zaten şu ana kadar Ak Parti’nin yürüttüğü siyaseti destekleyenler, yakın zamanda Erdoğan’ın laiklik hakkında yaptığı açıklamaya müdahil olmadılar, bir tevil veya izahat da getirmediler. Zira Erdoğan’ın laiklik açıklaması –Laiklik anayasada muhakkak olacak ve anayasada İslami vurgular olmayacak– tevili gerektirmeyecek kadar açık ve netti. Erdoğan laiklik tartışmalarına nokta koymak için geçmişi referans ederek Mısır devrimi sonrası Kahire’de yaptığı açıklamayı örnek gösterdi. O gün açıkça şunu söylemişti Erdoğan: “Ben Mısır’ın laik bir anayasaya sahip olmasını tavsiye ediyorum. Çünkü laiklik din düşmanlığı değildir. Laiklikten korkmayın. Umarım ki Mısır’da yeni rejim laik olacaktır. Umuyorum ki benim bu açıklamalarımdan sonra Mısır halkının laikliğe bakışı değişecektir.” Mısır halkının laiklikle barışmadığını Sisi darbesini destekleyen ABD ve AB’nin tavrından görebiliyoruz. Ancak bugün geldiğimiz noktada Mısır’daki İhvan hareketinin İslami çalışmalar ile siyasi çalışmaları birbirinden ayırma konusunu gündemine alması kuşkuları artırmıyor değil.
 
Raşid Gannuşi’nin açıklamalarına gelince, Onun doktrinini destekleyen, onun yol haritasını takip eden herhangi bir kimse bu açıklamalara şu ana kadar bir izahat getirmiş değil. Zira Gannuşi’nin açıklamalarında tevil yapmak için bayağı bayağı becerikli olmak gerekir sanıyorum. Konuya duyarsızlık, bu açıklamaların bize ulaşmasının İslami medya yolu ile değil merkez ve sol medya yolu ile olmasından anlaşılıyor. CNN Türk televizyonu üç gündür Gannuşi ve İhvan yöneticisinin açıklamalarını büyük bir iştah ve sevinçle Türkiye Müslümanlarına servis ediyor.Burada Anadolu Ajansı’nın hakkını da vermek gerekiyor. Gannuşi Le Monde’e yaptığı açıklamadan sonra Anadolu Ajansı’na da bir demeç verdi ve şu ifadeleri kullandı: “Bizler dini ilkelerden kopmuş bir siyaset istemiyoruz. Bilakis maksatlar, İslami değerler ve motiflerle birlikte bir siyaset istiyoruz. Biz bu konuda ‘ayırma’ değil ‘farklı özellik’, ‘temayüz’ ve ‘uzmanlık’ sözcüklerini kullanmayı tercih ediyoruz.” Yani siyaset uzmanlık gerektiren bir iş, İslami çalışmalar ise daha başka bir uzmanlık gerektiriyor. O halde Gannuşi’ye göre siyaset yapmak için İslami çalışmaları terk etmek ve siyasette uzmanlaşmak, İslami çalışma yapmak için ise siyasi işleri terk etmek ve dinde uzmanlaşmak gerekiyor.
 
Mesela ben Raşid Gannuşi’nin şu açıklamasına açıklık getirilmesini açıkça bekliyorum:“Gündelik sorunları, ailelerin ve kişilerin yaşamını söz konusu eden bir parti olmak istiyoruz; kıyamet gününü ya da cenneti vs.’yi söz konusu eden değil.” Ben bu açıklamadan şunu anlıyorum: Partiler, insanların gündelik sorunlarını, ailelerin ve kişilerin yaşamını gündemine alırlar, kıyamet günü, cennet ve cehennem gibi şeyleri değil. Tersinden baktığımızda İslam, insanların gündelik sorunlarını ele almaz, kıyamet günü, cennet ve cehennem gibi konular ile ilgilenir.Yani siyaset dünyevi işlerle ilgilenir, uhrevi işlerle değil, İslam ise uhrevi işlerle ilgilenir dünyevi işlerle değil. Yine şu açıklama hazmedilecek cinste bir şey değil: “Bir imamın hiçbir siyasî partiye yönetici ya da üye olmasını istemiyoruz.” Bu açıklama din adamı ve devlet-siyaset adamını birbirinden ayırıyor, aynı Hristiyanlıkta olduğu gibi…

Tunus’ta eşcinselliğin yasal olmasına karşı gelen bazı İslami gruplar ve duyarlı halklar var. Gannuşi’nin Tunus’ta eşcinselliğin serbest bırakılmasına karşı tutumu kan dondurucu; “Biz Tunus yasasına saygılıyız; o da bireysel özgürlüklerle kamusal alan arasında fark gözetir. İnsanların özel yaşamına ne yasa ne din karışabilir. Kamusal alanda ise yasa uygulanır. Özel alan bireysel özgürlüktür.”

Raşid Gannuşi’nin Fransız Le Monde’e verdiği röportajın ana iskeletini oluşturan ve siyasi gündeme yansıyan temel cümle şu: “Müslüman demokrasisine girmek için siyasî İslam’dan çıkıyoruz. Artık siyasî İslam’ı temsil iddiasında olmayan Müslüman demokratlarız.” Bu cümle sadece Ennahda, Gannuşi ve Tunus’un, İhvani Müslimin ve Mısır’ın, Erdoğan, Ak Parti ve Türkiye’nin geleceğini değil tüm İslam dünyasının geleceğini ilgilendiriyor. Bu sebeple bu cümledeki iki husus üzerinde durmak gerekiyor.

Birincisi; Gannuşi’nin kullandığı “Müslüman demokrasisi-Müslüman demokrat” ifadeleridir. Zira bundan önce hep “Demokratik İslam-İslami Demokrasi” ifadeleri kullanılıyordu. Müslüman demokrasisi ve demokrat Müslüman ifadesi bize şunu gösteriyor; Batı Demokratik İslam ve İslami Demokrasi kavramları üzerinden yürüttüğü çalışmada başarılı olamadı ve olumlu bir netice alamadı. Batı’nın bu süreçten olumlu bir netice alamamasının sebebi kendi başarısızlığı değil, Müslümanların demokrasiye karşı mesafeli duruşudur. Batı İslam’ın özü ve hücreleri ile oynayamayacağını Arap baharı ve özellikle de Suriye devrim sürecinde gördü. Şimdi İslam dünyasının kontrolünü ülkelerin yönetimlerindeki Müslüman demokratlar eliyle sağlamaya çalışıyor. Yani Batı İslam dininde reform gerçekleştirmeyi başaramadı ama Müslümanlardan bazılarını modernleştirmeyi başardı. Zaten “Gannuşi Doktrini” de “Müslüman toplumun modernleşmesi” tezine vurgu yapmaktadır. Bu planı ABD’ye yada AB’ye ait bir plan olarak görmemek lazım. Bu Batı medeniyetinin İslam’a karşı uygulamaya koyduğu ve sonuç beklediği bir plan. Ancak Müslüman toplumlar toptancı bir şekilde hiçbir zaman modernleşmeyecek, ama partiler, hareketler, liderler ve düşünürler modernleşip kimlikleriyle toplum üzerinde söz sahibi olmaya çalışacaklar.
Burada kilit soru şu, Ennahda’yı böyle bir karar almaya iten etken nedir? İşte önemli ikinci husus bu soruya cevap niteliğinde olan Gannuşi’nin röportajdaki şu açıklamalarında gizli: “Siyasî İslam’ı iki unsura karşı bir tepki gibi telakki ediyoruz. Bu unsurların biri diktatörlüktü. Diğeri de laik aşırılıkçılık. 2011 Devrimi sadece diktatörlüğe son vermekle kalmayıp laik aşırılıkçılığı da bitirdi. Tunus günümüzde demokrasiyi yaşıyor. 2014 Anayasası laik aşırılıkçılığa da dinî aşırılıkçılığa da sınırlar dayattı. Tunus’ta artık siyasî İslam’a gerek yok.”
 
Evet, aslında hem Nahda, hem İhvan, hem de Ak Parti kısaca Siyasal İslamcılık diye adlandırılan mücadele hareketi için her şey açık ve net. İslamcılık bir fikir ve ideoloji üzerine kurulmadı. En önemlisi son 40 yıllık süreçte İslamcılık, bir fikir ve ideoloji zemininde çalışmalarını yürütmedi. İslamcılık, İslam ülkelerindeki diktatörlük ve katı laikliğe karşı İslami tepkisellik üzerinden kendine alan buldu. Laiklik ve diktatörlüğe alternatif bir siyasal İslam fikrini, yönetim düşüncesini ve modelini hiç bir zaman toplumun karşısına getirmedi İslamcılar.

Bugün Türkiye’de de aynı şeyi yaşıyoruz. 75 yıllık katı laik devlet anlayışı altında ezilen ve bunu kaldırmak için politik alanda varlık göstermeye çalışan siyasal İslamcıların en önemli mücadeleleri katı laikler ve darbeci diktatörlerle olmuştur. Bu mücadelenin olmaması gerektiğini savunmuyorum yanlış anlaşılmasın, ben dikkatinizi –katı laik ve darbeci diktatör– diyerek buraya çekmek istiyorum. Zira İslamcılığın mücadelesinin bu iki erk ile sınırlı olduğunu sadece Türkiye İslamcılığının 40-50 yıllık tarihi serüveninden öğrenmiyoruz. Bugün kendini İslamcı bir parti olarak gören Ak Parti’nin sahip olduğu başarı katı laiklere ve diktatörlere karşı elde edilmiş bir başarıdır. Yoksa laiklik, demokrasi, liberalizm gibi Batılı ideoloji ve değerlere karşı bir başarı elde edilmiş değildir, aksine bugün, bu saydığım ideolojilerin içinde İslamcılar eriyip yok olma tehlikesi ile karşı karşıyadırlar.

Bu tespite katılmayanlarınız varsa lütfen yüzünü ekranlara dönsün, Türkiye’deki siyasal İslamcıların; televizyon ekranlarında,  gazete köşelerinde, şatafatlı dernek ve üniversite odalarında ve resmi makamlarında fikir ve düşünce namına ne ürettiklerine baksın, eğer dişe dokunur bir fikir ve düşünce varsa toplumun istifadesine sunulmasında fayda var.
 
Son olarak bir soru birde uyarı ile makaleyi sonlandıralım.
Soruyu Ennahda lideri Gannuşi nezdinde tüm İslamcılara yöneltiyorum. “Müslüman demokrasisine girmek için siyasî İslam’dan çıkıyoruz.” ifadesi neyi açıklıyor, burada hidayetten dalalete mi yoksa dalaletten hidayete mi bir geçiş var?
 
Uyarıyı ise özellikle Türkiye İslamcılığına yapıyorum, Devletlerin derinliklerinde devletleşme tehlikesi ile karşı karşıya kalan ve hatta bir nebze de devletleşen hocalarım, ağabeylerim ve kardeşlerim! Gelin yol yakınken uykudan uyanın. Varsın iktidarcılık rüyanız yarım kalsın, zira bu rüyanın sonu ter ve ateşler içinde kalacağınız bir kabusa dönüşecek. Gelin! Katısı sıvısı, ılımlısı serti demeden bu laiklik ve demokrasi belasına karşı alternatif olarak İslam’ın düşüncesini fikrini topluma taşıyalım ve yayalım. Gelin! Yabancı sistem ve modeller ile oyalanmayın, İslam’ın yönetim sistemi olan Raşidi Hilafet üzerinde kafa yoralım çalışalım.

 

@mk_mahmutkar 

Ayrıca...

Kar: Ruhani değil siyasi halifelik

Yıllardır halifeliği savunan Hizbu’t Tahrir’in Türkiye Medya Sorumlusu Mahmut Kar, Hilafetin ruhani değil siyasi olarak …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir